İçindekiler:

29 Mayıs 2024
Sayı: KB 2024/09

Siyasal hak ve özgürlükler mücadelesini büyütelim
Kiminle, ne için "normalle?me"?
Kobanê Davası ve "adalet"
Kobanê Davası ve rejimin sureti
Rejim riyakarlığın dozunu arttırıyor
Yeni "suç" icat ediliyor: "Etki ajanlığı"
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Asıl felaket gerici-faşist düzendir!
Haziran Direnişi'nin 11. yılı
Yerli-milli aparatlar
Mücadelemiz büyüyerek devam edecek
1 Mayıs tutuklamaları protesto edildi
Saray rejiminin "Tasarruf Paketi"
Nakba'nın 76. yılında direnişi devam ediyor
Üç ülkeden Filistin'i tanıma
İsrail'in soykırım saldırısı
İslam devletlerinin Filistin hamaseti
Lahey'den tutuklama emri talebi
Şi Jinping'in Avrupa ziyareti
Çin'den Tayvan'a kuşatma
İEKK Kadın İşçi Çalıştayı sonuç bildirgesi
Gericiliğin ortak dili
Güçlü aile!
Maarif Modeli
Yasaklar baharın gelişini engelleyemez!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Asıl felaket gerici-faşist düzendir!

 

Emekçileri açlık sınırında bir yaşamaya mahkûm eden gerici-faşist rejim “nüfus telaşına” düşmüş görünüyor. Geçtiğimiz günlerde sarayın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, AKP şefi Tayyip Erdoğan ve dinci-faşist BBP’nin şefi Mustafa Destici peş peşe yaptıkları açıklamalarla “en az 3 çocuk” dayatmasını tekrarladılar.

AKP şefi Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı konuşmada TÜİK’in verilerine göre doğurganlık hızının ve nüfus yenileme eşiğinin düştüğünü belirterek “Bu, açık söylüyorum Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir, bir felakettir. Mevcut durum ülkemiz için tolere edilebilir olmaktan çıkmıştır. Biz bu tabloyu gördüğümüz için biliyorsunuz sürekli 3 çocuk tavsiyesinde bulunuyorduk” dedi.

Elbette gerici güruhun koro halinde “aileyi kutsaması” ve “çocuk doğurun” diye açıklama yapması boşuna değil. Her ne kadar nüfusun yaşlanması bir olgu olsa da gerici-faşist rejim bu tür söylemlerle öncelikle kadın haklarını hedef alıyor. Öte yandan kadınları esnek çalışmaya mahkûm edip kadın emeğini daha da ucuzlatarak sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamayı hedefliyor. Doğum oranlarındaki düşüşü ekonomik-sosyal nedenlerden değil de “ahlaki çöküşmüş” gibi yansıtarak her fırsatta kadınların yaşamlarına saldırıyor.

Öte yandan, genelde işsizlik özelde genç işsizliği bu kadar yaygınken, emekçiler çocuk yetiştirmek bir yana geçinmekte alabildiğine zorluk çekiyor. Bu koşullarda emekçiler eğitimin fahiş bedellere mal olması yüzünden tek bir çocuğu bile okutmakta zorlanıyor. Okullarda çocukların öğle yemeği ve içme suyu gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.

İktidar gerçek ve bilimsel bir nüfus politikası yürütme amacında olsaydı emekçi kadınların doğum izni, süt izni, kreş gibi yasalarla güvence altına alınmış haklarını korur ve genişletirdi. Oysa bu hakları kullanabilmek bile uzun uğraşlar gerektiriyor. Çoğu durumda kullanılamıyor ve çocuğu olan kadınlar çalışma yaşamından sistematik olarak uzaklaştırılıyor. Söz konusu olan bilimsel bir nüfus politikası olsaydı ülkeden kaçmak için her yola başvuran gençleri görmezden gelemez, yurtdışına çıkan hekimlere hakaret etmezdi.

Dolayısıyla iktidarın nüfusun yaşlanması “kaygıları” gerçeği yansıtmak bir yana kaba bir sahtekarlıktır. Söz konusu söylemler kadın düşmanı faşist zihniyetin ürünüdür. Ortaya atılan söylemlerin burjuva anlamda bile nüfus politikası olduğunu söylemek mümkün değildir.

***

Gerici-faşist iktidarın ekonomik, sosyal ve kültürel saldırılarının yıkıcı sonuçlarını en ağır biçimde emekçi çocukları yaşıyor. Öyle ki, Türkiye OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sırada yer alıyor. Her 4 çocuktan biri yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamıyor. Beslenme sorunu çocukların fiziki ve zihinsel gelişimi üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın verilerine göre sosyal-ekonomik desteğe muhtaç çocuk sayısı 2025 yılında 200 bine, 2028’e kadar ise 230 bine yükselecek.

TÜİK’in çarpıtılmış verileri bile hızla yükselen çocuk işçi sayısının 800 bine ulaştığını ortaya koyuyor. Bu sayıya MESEM ve çıraklık gibi “yasal kılıflar” altında ve kayıtdışı çalıştırılan çocukları da eklemek gerekiyor. İSİG Meclisi’nin verilerine göre son on bir yılda en az 689 çocuk sömürü çarkları arasında yaşamını yitirdi.

Çeşitli nedenlerle okula gidemeyen ve eğitim hakkı gasp edilen binlerce çocuğun nerede olduğu bile bilinmiyor.

Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre son bir yılda 20 bin “çocuğa istismar” davası açıldı ve 7 binden fazla çocuk doğum yaptı. Tarikatların kuran kursu ve yurtlarında istismara uğrayan çocukların sayısını ise kimse bilmiyor.

Çocukların mahkûm edildiği sefalet, sömürü ve istismarı gösteren yukarıdaki tablo gerici-faşist düzenin aynasıdır ve tam anlamıyla bir felakettir.

“En az 3 çocuk” dayatması Polonya, Macaristan gibi ülkelerin faşist yöneticileri tarafından da sıklıkla dile getiriliyor. Saray rejiminin “Ailenin Güçlendirilmesi Eylem Planı”nı sunarken Macaristan’ı ve kürtaj yasağını yasallaştıran Polonya’yı örnek göstermesi ise faşist zihniyetin dünyanın her yerinde aynı argümanlara sığındığını gösteriyor.

Gerici-faşist iktidarın sözcüleri 2008 yılından bu yana “en az 3 çocuk” söylemini tekrarlayıp duruyorlar. Bu söylem bazen faşist nüanslarla ve terör demagojisiyle, bazen kadının annelik durumu “yüceltilerek”, bazen dini referanslarla, bazen de “kaliteli genç nüfus” gibi sözde “bilimsel” argümanlar kullanılarak propaganda ediliyor. Ekonomik krizin derinleştiği ve gerici ideolojinin topluma dayatıldığı bugünlerde de iktidarın sözcüleri kadınları eve kapatmayı ve kadın emeğini “esnek çalışma” adı altında ucuzlatmayı hedefliyor. Bu nedenle asıl endişe verici olan nüfusun yaşlanması ve doğurganlığın düşmesi değil; emekçileri sefalete, gençleri işsizlik ve geleceksizliğe, çocukları ortaçağ artığı müfredat ve uygulamalara mahkum eden gerici-faşist düzenin kendisidir.

K. Düşgör