İçindekiler:

29 Mayıs 2024
Sayı: KB 2024/09

Siyasal hak ve özgürlükler mücadelesini büyütelim
Kiminle, ne için "normalle?me"?
Kobanê Davası ve "adalet"
Kobanê Davası ve rejimin sureti
Rejim riyakarlığın dozunu arttırıyor
Yeni "suç" icat ediliyor: "Etki ajanlığı"
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Asıl felaket gerici-faşist düzendir!
Haziran Direnişi'nin 11. yılı
Yerli-milli aparatlar
Mücadelemiz büyüyerek devam edecek
1 Mayıs tutuklamaları protesto edildi
Saray rejiminin "Tasarruf Paketi"
Nakba'nın 76. yılında direnişi devam ediyor
Üç ülkeden Filistin'i tanıma
İsrail'in soykırım saldırısı
İslam devletlerinin Filistin hamaseti
Lahey'den tutuklama emri talebi
Şi Jinping'in Avrupa ziyareti
Çin'den Tayvan'a kuşatma
İEKK Kadın İşçi Çalıştayı sonuç bildirgesi
Gericiliğin ortak dili
Güçlü aile!
Maarif Modeli
Yasaklar baharın gelişini engelleyemez!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Haziran Direnişi’nin 11. yılı

 

Haziran Direnişi’nin üzerinden 11 yıl geçti. On bir yıl önce Taksim Gezi Parkı’nda çakılan kıvılcım ülkenin dört bir yanına yayılarak bir yangına dönüştü. Dinci-gerici AKP iktidarının toplumun geniş kesimlerinin üzerine çöreklenen karanlığına, yarattığı ekonomik, sosyal ve siyasal yıkıma karşı milyonlar sokaklara, meydanlara döküldü. Haftalarca süren eylemlerde meydanlar sermayenin vurucu gücü olan AKP iktidarına karşı hınca hınç doldu. Direniş boyunca sermaye devletinin azgın polis saldırısı sürdü. Saldırılarda Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz, Hasan Ferit Gedik, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım ve Ethem Sarısülük katledildi. Yüzlerce insan ise yaralandı.

Haziran Direnişi AKP iktidarının adeta kimyasını bozdu. Yandaş medyayı seferber ederek direnişi karalamaya, penguen belgeselleri göstererek direnişi yok saymaya, toplumu maniple etmeye çalıştılar. Ancak milyonların ayağa kalktığı yerde bu kirli yöntemlerin etkisi de sınırlı oldu. Bundan dolayı kokuşmuş rejim elindeki tek araçla, “çıplak baskı ve zorbalıkla” meydanları dolduran yüz binlerce insanın üzerine çullandı. Rejim saldırganlık, baskı ve zorbalıkta sınır tanımadı. Buna rağmen Haziran Direnişi’nin toplumsal bir kırılma yaratması önlenemedi. İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar özgüven ve moral kazandı.

Aradan geçen on bir yıla rağmen AKP-MHP iktidarının Haziran Direnişi’nden duyduğu korku dinmediği gibi, direnenlere öfke ve kin kusma histerisi de geçmedi. Öyle ki, daha önce takipsizlik ve iki kez beraatla sonuçlanan Gezi Davası tekrar açıldı. Tayyip Erdoğan’ın ilkel bir intikam hırsıyla yenilenen yargılamalar sonucu Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater’e 18’er yıl hapis cezası verildi ve onandı. Mücella Yapıcı, Yiğit Ali Ekmekçi ve Hakan Altınay’ın yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararları ise bozuldu.

Sermaye devleti kendi hukukunu dahi ayaklar altına alarak daha önce yargılama konusu bile olmadığına karar verilen, beraatla sonuçlanan davaları tanımayarak toplumsal muhalefete gözdağı vermeye çalıştı. Rejim, Hatay’dan TİP milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliyesini isteyen AYM kararını ve Osman Kavala için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararlarını da tanımadı. Haziran Direnişi’nde yapılan sosyal medya paylaşımları için binlerce kişiye “cumhurbaşkanına hakaret” davası açıldı, cezalar yağdırıldı, yüzlerce kişi tutuklandı. Özetle, AKP iktidarının Haziran Direnişi ile “hesaplaşma” histerisi aradan geçen 11 yıl içerisinde hiç dinmedi. Kobani Davası, Gezi Direnişi Davaları, son haftalarda 1 Mayıs üzerinden yaşanan tutuklama terörü gösteriyor ki bu histerik saldırganlığın gerisinde büyük bir korku yatıyor. Bu, sermaye devletinin kendi sefil çıkarları için duyduğu korkudur.

Dinci-faşist AKP-MHP iktidarının kitlelerin direnişinden korkması şaşırtıcı değil. Zira ağırlaşan iktisadi-mali kriz milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını daha da çekilmez hale getirmiş bulunuyor. Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, konut sorunu, düşük ücretler, işsizlik, vergi soygunu ve daha nicesi... Bunlardan dolayı milyonlarca insan derinleşen açlık, yoksulluk ve sefalet koşullarıyla adeta cebelleşmektedir. IMF’nin övgülerine mazhar olan “Orta Vadeli Program (OVP)” ve “12. Kalkınma Planı” ile işçi ve emekçilerin yaşam koşulları daha da ağırlaşacaktır. Tüm bunlar ise emekçilerin yeni bir isyanına davetiye çıkartıyor.

Düzen siyaseti ise, iktidar partisinden burjuva muhalefetine varıncaya değin tek vücut işçi ve emekçilerin OVP ile daha da yoksullaştırılmasında çoktan mutabık kaldılar. Buna paralel olarak kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler ve sözde “yumuşama” masalları ile işçi ve emekçilerin bilincini bulandırmaya çalışıyorlar. Dinci-gerici iktidarla aynı kulvarda buluşan düzen muhalefeti işçi ve emekçilerin öfkesini pasifize etmek için çaba harcamakta, utanmadan “bir sonraki seçimi bekleyin” demektedir. Zira düzen muhalefeti için de esas olan sömürüye dayalı bu sistemin işleyebilir halde kalmasıdır. İşçi ve emekçilerde biriken öfkenin bir sosyal patlamaya dönüşmesi siyasal iktidarı da düzen muhalefetini de aynı oranda korkutmakta, dehşete düşürmektedir. Zira odağında işçi sınıfının yer aldığı bir sosyal patlama burjuvazinin hesaplarını alt üst edecektir.

İşçi ve emekçilere sistemin vaat ettiği şey koca bir geleceksizlik ve günden güne büyüyen sefalettir. Saray rejiminin dayattığı bu koşullardan birlik olup mücadele etmek dışında bir çıkış yolu kalmamıştır. Bunun farkında olan dinci-faşist AKP-MHP iktidarı, işçi ve emekçilerin olası bir başkaldırısına karşı bir dizi hazırlık yapmaktadır: Tutuklama saldırıları, grev yasakları, işçi ve emekçilerin eylemlerine dönük dizginsiz terör, toplumsal muhalefete dönük günden güne büyüyen saldırılar, yeni yargı paketleri, Etki Ajanlığı düzenlemesi, Tayyip Erdoğan’a içeride/dışarıda savaş ve seferberlik yetkisi verilmesi vb…

Tüm bunlar işçi sınıfının odağında yer alacağı olası bir toplumsal patlamanın önünü almak hesabıyla yapılıyor. Amaçları kapitalistlerin çıkarlarını korumak ve mafyatik saray rejiminin çöküşünü önlemektir. 31 Mart seçim sonuçlarının gösterdiği gibi, geniş kitleler nezdinde meşruiyetini yitiren siyasal iktidarın işçi ve emekçilere karşı kullanabileceği çıplak baskı ve zor aygıtlarından başka bir şeyi kalmamıştır. Onlar daha fazla kârdan, yolsuzluktan, rant ve talan politikalarından vazgeçemezler. Zira kapitalizmin bataklığında üreyen bu asalaklar ordusunun toplumsal zenginlikleri yağmalayarak emekçileri sefalete itmekten vazgeçmesi mümkün değildir; böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır.

Türkiye işçi sınıfının tarihi bu asalaklara karşı verilen mücadelelerle doludur. İşçi sınıfı Kavel’den Tariş’e, Saraçhane’den 15-16 Haziran’a, Greif’ten Metal Fırtına’ya varıncaya değin zengin bir mücadele deneyimi ve birikimi yaratmıştır. İşçi ve emekçiler için tarihten öğrenmek ve birlik olup mücadele etmek dışında berrak bir yol da bir çözüm de yoktur.

İşçi sınıfının ozanı Nazım Hikmet’in dediği gibi:

“Selam yaratana!

Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selam!

Bütün yemişler dallarınızdadır.

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler büyük günler,

gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri...”

S. Dede