Irakta işgale karşı direnişin her geçen gün büyüdüğü, Büyük Ortadoğunun daha başlangıç noktasında emperyalistlere şimdiden Vietnam sendromu yaşatmaya başladığı bugünlerde, Türk devleti, emperyalist haydutların Ortadoğuda hazırladığı bu bataklığa gönüllü olarak dalma hazırlıkları içinde.
Türkiyeyi de batağa çekme planları, büyük oranda, Haziranda İstanbulda toplanmaya hazırlanan NATO Zirvesinde uygulama zeminine oturtulmaya çalışılacak. Daha doğrusu, ABD NATOyu Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında harekete ikna edebilirse (ki bu ganimetin paylaşımı konusunda Avrupalı emperyalistlerle anlaşma sağlayabilmesine bağlı), Türk devletinin ABDye gönüllü uşaklık ve piyonluğa koşturmasının da önü açılmış olacak.
Hatırlanacağı gibi Türk sermaye devleti hep NATOyu iç basınçları göğüslemenin imkanı olarak kullanmaya çalıştı. Iraka asker gönderme konusunda da, NATO görevi çerçevesinde olursa daha rahat davranabileceği düşüncesini saklamadı. Türk devleti Haziran zirvesine bu nedenle de büyük önem veriyor. Hem uşaklıkta, hem AB ilişkilerinde (ki o ilişkilerin de BOP kapsamında ilerlemesi umuluyor), hem de BOPa yönelik heveslerinde (Türk-Amerikan İş Konseyi bu hafta içinde sürdürdüğü toplantılarda tam da bu konuları görüşüyor ve Amerikancı kapitalistler komşu halklara yönelik leş kargası fikir ve heveslerini gizlemeye bile ihtiyaç duymuyorlar) NATO Zirvesinden çıkacak kararların belirleyici olacağını umuyorlar.
Türk devletinin Ortadoğuda piyon olarak kullanılmasının bir sonucu, gençlerimizin emperyalizmin çıkarları uğruna kurban edilmesidir kuşkusuz. Ancak bu, yaşanmakta olan gelişmeler içinde asli sorun olmaktan çıkmıştır. Artık temel sorun işgalcilerin safında yer alıp almamak değil, direnişin safında yer alıp almamaktır. Türkiyeli devrimciler, konuya bu açıdan yaklaşmalı, görevlerini bunun üzerinden tanımlamalıdırlar. Asya ve Afrikaya doğru genişletilmiş bir Ortadoğunun işgali üzerine kurulu o pek büyük projenin boşa çıkarılması, işgal altındaki ülkelerde bugün sürmekte olan direnişin bakışıyla mümkün olmayacaktır. Bu direnişler bugünkü güç ve kapasitesini korumayı başarsalar bile, en fazla yaşandığı ülkelerde emperyalistleri zora sokmayı başarabilirler. Oysa emperyalizmin işgal projesi büyük ve kapsamlıdı. Bu nedenle bu projeyi karşılayabilecek tek güç, bölge halklarının birleşik-devrimci direnişi olabilir.
Bilindiği üzere Amerika her yol mübah anlayışına sahiptir. Şiiler şeriat mı istiyor, Iraka demokrasi ithal etme misyonuyla yola çıkan ABD derhal Irak İslam Cumhuriyeti tezi geliştirip savunabilir. Eğer Iraktaki direniş bastırılabilirse, şeri bir anayasaya ve yönetimde söz sahipliğine kavuştuktan sonra, Şii liderlerin işgale karşı direnişten söz etmeleri beklenmemelidir. Oysa, yönetimin Iraklılara devri adı verilen bu koşulların oluşması, Irakta işgalin sona ermesi değil, tam tersine, kalıcı hale getirilmesi olacaktır. Emperyalist sömürü ve baskı ile sefalet ve açlık katlanarak artacaktır. Bu ise gerçek bir anti-emperyalist mücadele zemininin güçlenmesidir. Irak halkının emperyalist işgalden kurtuluş için ihtiyacı olan tek şey devrimci bir direniş örgütüdür. Ve bu ihtiyaç, Türkiye halkları için de, yeni işgal planlrının hedefindeki tüm Ortadoğu, Yakın Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinin halkları için de aynen geçerlidir. Emperyalist saldırganlığı dizginlemenin, giderek emperyalizmi yeryüzünden silmenin biricik yolu da, dünya halklarının, işçi sınıfı önderliğinde yürütecekleri anti-emperyalist, anti-kapitalist devrim mücadeleleridir.
Türkiyeli devrimciler, Irak, Filistin, Afganistan direnişleri ile dayanışmayı, Türkiyede devrimci mücadelenin yükseltilmesi, NATO toplantısı başta olmak üzere, BOP ve emperyalist saldırganlıkla ilgili her konuyu vesile ederek yükseltecekleri protesto eylemleri ve sosyalizmin daha güçlü bir savunusu üzerinden yükseltebilirler. Sosyalizmin yeniden tek seçenek haline gelmesinin, salt emperyalizmin kudurganlığıyla değil, sosyalizm bayrağının daha yükseklerde dalgalandırılmasıyla da ilgili olduğu unutulmamalıdır.
Son olarak, devrimci 1 Mayısa çok kısa bir zaman kaldı. NATO toplantısının hemen öncesine, Ortadoğuda direniş ateşlerinin giderek harlandığı günlere rastlayan bu yılın 1 Mayısının başlıca temalarından birini NATO toplantısı ve işgal saldırıları üzerinden anti-emperyalizmin oluşturması gerektiği açıktır. 1 Mayıs üzerinden kitlelere, NATO Zirvesi protestolarının anlam ve önemi anlatılabilmeli, 1 Mayıstan alınacak güçle, emperyalist haydutlara ve uşaklarına Haziranda gereken yanıtı vermek için hazırlıklar yoğunlaştırılmalıdır.
Irakta son bir haftada yaşanan çatışmaların şiddeti ve yaygınlığı, bugünkü direnişin bir yıl önce BAAS rejiminin işgal ordularına karşı direnişinin boyutlarını kat kat aştığını gösteriyor. Bu açıdan denebilir ki, ABD emperyalizminin geçen yılın 1 Mayısında bittiğini ilan ettiği savaş yeni başlamaktadır.
Savaşın yeniden başlamasında işgal ordularının kışkırtma eylemlerinin etkin olduğu söylem ve yorumlarında bir nebze haklılık payı bulunduğu kabul bile edilse, ortaya çıkan sonucun kışkırtıcıların amaç ve arzularını karşıladığını iddia edebilmek mümkün görünmüyor. Kışkırtma ile ilgili yorumlar, emelin bir Şii-Sünni, Şii-Şii çatışması yaratmak olduğu tezine dayanıyor. Ancak gelişmeler tam tersi sonuçlar elde edilmeye başlandığını gösteriyor.
Mukteda el Sadrın tutuklu yardımcısı Mustafa el Yakubiye, Abdülmecid el Hoeyin ölümünden sorumlu olduğunun basın karşısında itiraf ettirilmesi de Şii grupların birbirlerine düşürülmesine yaramadı. Tam tersine, Sistani yanlıları ile Sadr yanlılarının direnişte ittifak konusunu görüştüğü haberleri yaygınlık kazanmaya başladı. Diğer yandan, emperyalistlere Şii-Sünni çatışması umudu aşılayacak bir gelişme söz konusu olmadığı gibi, güneyde yükselen Şii direnişi ile Sünni ağırlıkla Felluce merkez olmak üzere yoğunlaşarak süren direniş arasında da ilişki ve ittifak için ortam ve görüşler giderek daha uygun hale geliyor.
Emperyalist haydutların tam bir kuşatması altındaki Fellucede halk, tüm katliam girişimlerine rağmen teslim olmayı reddediyor. Her türlü giriş çıkışın yasak olduğu, bu çerçevede basının da ayak basamadığı Felluceden, katliam saldırılarına ve sokak direnişlerine ilişkin bilgiler ancak telefon irtibatıyla sağlanabiliyor. Bu kentteki direnişin şiddetine ilişkin en güvenilir kanıt ise, yine işgal kuvvetlerinden zafere dair en küçük bir işaret, bir duyuru gelmemesi, kente yönelik abluka ve saldırıların devam etmesidir.
Gerek Fellucede gerekse güneyde, direnişin güç ve yaygınlık kazandığına işaret eden verilerin başında, ölü ve yaralı sayıları geliyor. Kaynakların güvenilirliği tartışmalı olmakla birlikte, sayıların yüksekliği çatışmaların yoğunluğunu göstermeye fazlasıyla yetmektedir. Emperyalist haber kaynakları, olsa olsa kendi ölü sayılarını düşük gösterme yönünde tahrifat yapacaktır. Ancak bunun, Iraktaki direniş kaynağı ve güçlerinden ziyade, Amerikan kamuoyu üzerindeki etkisi hesaplanarak yapıldığı artık biliniyor. Hatta, basın üzerinde böyle bir denetimin, 11 Eylül sonrasında yapılan değişikliklerle yasal zeminlere oturtulduğu da.
Ölü sayılarının direnişçiler üzerindeki olası etkilerine gelince; sayı hangi tarafta kabarık gösterilirse gösterilsin farketmeyeceği, her durumda direnişi kışkırtmayı sürdüreceği ortada. Çok sayıda Iraklının öldüğünün duyurulması işgal kuvvetlerine yönelik öfke ve kinin, dolayısıyla da direnişin, şiddetini artırması kaçınılmaz olacaktır. Tam tersi bir yayın da sonucu değiştirmeyecek, işgal kuvvetlerine verdirilen kayıpların sayısı yükseldikçe, direnişe ilişkin güven, kurtuluşa ilişkin umut besleneceği için yine direnişin gücünün artırmasına yolaçacaktır.
Görüldüğü gibi, emperyalist haydutlar için Irakta bir çıkış bulunmamaktadır. Ne kurtardıkları ülkenin kentlerini bombardımana tutmaları, ne dünyayı yanıltıcı yayın politikaları, ne iç savaş kışkırtıcılığı onları kurtarabilir. Amerikan kaynaklarının bile ikinci Vietnam senaryoları yazmaya başladığı gözönüne alınırsa, işgalciler için tek çıkışın Iraktan kaçış olduğunu söylemek için vakit hiç de erken değil.