3 Nisanda 2 milyon işçi ve emekçi alanlara çıktı...
Sınıf mücadelesi geri dönüyor!
Avrupa önce küresel kapitalizme, ardından emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı sayıları milyonları bulan kitlelerin öfkeli protestolarına sahne oldu. Günümüzde ise, sermayenin çok yönlü saldırısına karşı işçi ve emekçilerin giderek büyüyen, yayılan ve içten içe keskinleşen grev ve direnişleriyle, öfkeli protestolarıyla sarsılıyor.
Bunun en son örneği Avrupa çapında gerçekleşen 3 Nisan eylemidir.
Kapsamlı saldırıya kitlesel cevap
Avrupa Sendikalar Birliğinin çağrısı ile 3 Nisanda Avrupanın başta Almanya, İtalya ve Fransa olmak üzere hemen tüm ülkelerinde ve bu ülkelerin özellikle sanayinin yoğunlaştığı önemli metropollerinde, sermayenin emek düşmanı saldırı politikaları protesto edildi. Bu eylemlere sadece Almanya ve İtalyada 1 milyon işçi ve emekçi katıldı. İrili ufaklı tüm eylemlere katılanlarla birlikte toplam katılımın 2 milyon olduğu belirtiliyor.
Protesto eylemlerinin ana gövdesini işçiler oluşturuyordu. Fakat yanı sıra işsizler, öğrenciler, kamu emekçileri ve gözle görülür bir biçimde emekliler de alanlardaydı. Bu durum söz konusu saldırıların yalnızca işçi sınıfını değil, toplumun tüm kesimlerini de hedeflediğini göstermektedir. Saldırının kapsamlı, acımasız ve yıkıcı sonuçları olduğunu anlatmaktadır.
İşçi ve emekçilerin, sosyal yıkım saldırılarına karşı kitlesel biçimde alanlara çıkacağı, taleplerini dile getirecekleri bekleniyordu. Çünkü 2 Nisanda Almanya, Fransa ve İspanyada ABnin emek düşmanı politikalarına karşı çeşitli fabrika ve işyerlerinde gerçekleştirilen işbırakma eylemleri ve küçük mitingler gerçekleştirilmişti. Her yerde işçiler saldırılara karşı üretimden gelen güçlerini kullanacaklarını ve hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini haykırdılar.
Nitekim 3 Nisanda da yüzbinler halinde alanlara çıkarak tepkilerini alanlara yansıttılar.
İşçiler oldukça hoşnutsuz ve öfkeliydi. Her vesileyle tepkilerini dile getiriyorlar, zaman zaman da öfkeli protestolarda bulunuyorlardı. Nisan eylemleri, emekçi kitlelerin yoğun bir mücadele isteği ve bu yönlü bir kararlılık içerisinde olduğunu göstermiştir. Bu, sosyal saldırıların güncelliğinin ve yakıcılığının dolaysız bir ifadeseydi. Avrupada yeniden canlanmaya başlayan sınıf ve emekçi hareketini büyüten, yaygınlaştıran ve giderek keskinleştiren de bu aynı durumdur.
Avrupa çapında, özellikle Almanyadaki eylemler, örgüt-önderlik ve organizasyon sorununun yakıcılığını bir kez daha açığa çıkardı. Bu sorun asgari ölçüde dahi çözülürse eğer, sınıf ve kitlelerin mücadele potansiyelini açığa çıkarmak, belli bir hedefe yöneltmek ve sonuç almak kolaylaşır. Politikası ve amacından bağımsız olarak DGBnin (Alman Sendikalar Birliği) 3 Nisan eylemi sırasındaki konumu, duruşu bunun bir nevi kanıtı olmuştur.
Şüphesiz ki tayin edici olan işçi ve emekçilerin mücadele isteğidir. Günler öncesinden ileri işçiler tarafından tabandan yürütülen hazırlık çalışmaları, tabandan sendika merkezlerine yaptıkları basınç, asıl etkendir. Ayrıca, DGBnin eylemi doğrudan örgütlemede az-çok ciddi davranması da katılımı arttırıcı bir etken oldu, yüzbinlerin alanlara akmasını kolaylaştırdı.
Sınıf mücadelesi geri dönüyor!
Tüm eylemlerin ortak teması sosyal saldırılar ve buna karşı mücadele idi. İşçi ve emekçiler dünden daha belirgin ve güçlü bir biçimde, belli bir kararlılıkla mücadelenin sürmesinden yanaydılar. Doğrudan saldırı paketlerini ve hükümetleri hedeflediler. Örneğin, Güle güle Schröder!, SPD-PDS-Yeşiller-CDU-CSU hepsi çöpe! vb. dövizler taşıdılar. Öte yandan mücadelenin yalnızca meydanlarda öfke boşaltmakla sınırlandırılmaması da genel bir istek haline geliyor. Tabanda, üretimden gelen gücün kullanılmasıyla, fabrika ve işyerlerinde grevler yapılmasıyla sonuç alınacağı eğilimi güçleniyor.
Genel olarak katılımın beklenilenin çok üstünde olması sermaye çevrelerini ürküttü. İşçilerin coşkusu ve öfkeli bakışları, disiplinli yürüyüşleri, her zaman boş gözlerle izleyen ve ilgisiz davranan tuzu kuru orta sınıf mensuplarını bu kez tedirgin etti. Geleceklerinden yana duydukları bir korkunun ifadeseydi bu. Nitekim sermaye ve hükümet temsilcileri bu korkularını ve gelecek kaygılarını işçi ve emekçi düşmanı sözlerle de dışavurdular. Eylemlerin görkemini kararttılar, protestocuları aşağılayan sözler sarfettiler. Peşi sıra sendika bürokratlarını işe yaramazlar, beceriksizler olarak aşağılamayı ihmal etmediler. Asıl hedef hareketin gelişme seyri ve gelecek açısından taşıdığı tehlikeydi. Sermaye sınıfı tüm deneyimiyle hareketin giderek radikalleştiğini görüyor. Eylemleri radikallerin, sekter solcuların ve fbrika pankartlarıyla yürüyen komünist grupların eylemi olarak nitelemeleri de bunu anlatıyor.
Sermaye ve hükümetin aşağılık temsilcileri böylece işçi ve emekçi hareketini terörize etme kirli amacını dile getiriyorlar. Fakat öte yandan da, derinden derine gelişen bir gerçeği dile getiriyorlar. Bu gerçeği en veciz biçimde, Alman tekelci sermayesinin organlarından Die Weltin manşeti dile getirdi: Sınıf mücadelesinin geri dönüşü.
Evet, çok doğru, sınıf mücadelesi yeniden ve üstelik de daha donanımlı olarak geri dönüyor.
Hedef 1 Mayıs!
İşçilerin emek düşmanı politikalara ve bunun ifadesi yıkıcı uygulamalara karşı mücadele isteği somuttur. Hareketi büyütüp yayacak, ona derinlik kazandıracak bir potansiyel de taşımaktadır. Ek olarak işçi ve emekçiler bu eylemlerden yüksek bir moralle çıktılar. Bunun kendisi mücadele için ek bir moral kaynağıdır. Tüm koşullar hareketi yaymak, büyütmek ve derinleştirmek için elverişlidir. Temel sorun örgüt ve önderlikte düğümleniyor. Bunun için kararlı, doğru ve tutarlı bir mücadele hattı şart.
İlk elden bu eylemlerin görkemi ile yetinmeyip, harekete bir süreklilik kazandırılmalıdır. 3 Nisan eylemi öncesindeki olumlu çabalara ara verilmemeli, daha da yoğunlaşılıp, daha fazla emekçi kitlelerle sermaye sınıfının karşısına çıkılmalıdır. 1 Mayıs bunun için çok uygun bir fırsattır. Başta fabrika ve işyerleri olmak üzere tüm üretim ve yaşam alanlarında istekli ve kararlı bir çalışma için şimdiden kolları sıvamalı, sınıfın güncel ve tarihsel talepleriyle birlikte, 3 Nisanı aşan bir kitlesellikle 1 Mayısta alanlara çıkmalıyız.
Brezilya: Topraksız köylü hareketinin
Kızıl Nisanı
Topraksız Köylü Hareketi (MST), bu ayı Kızıl Nisan ilan etmişti. Sendika kökenli devlet başkanı Lula da Silvanın yönetime gelmeden önce verdiği vaadlerin hiçbirini yerine getirmediğini söyleyen MST temsilcileri, hükümetin tarım politikasına karşı savaş başlattıklarını açıkladılar.
1 Nisan günü, ülkenin genelinde topraksız aileler, ekilmeyen alanları ve boş binaları işgal ederek el koydular. Toprak için uluslararası mücadele günü olan 17 Nisanda ise ülke çapında büyük bir gösteri yapılacak. 1996 yılında yapılan gösteride kolluk güçleri 19 MST üyesini hunharca katletmişlerdi.
Gerçekleşen eylemler üzerine toprak reformu yapacaklarını açıklayan ve vaadlerde bulunan tarım bakanını kimse ciddiye almıyor artık. MST, yaptığı açıklamada, Bizim amacımız fazla para değil. Biz hükümet tarafından verilen sözün yerine getirilmesi, 500 bin aileye yerleşim yeri verilmesi için eylemde bulunuyoruz dedi.
Geçen hafta 7.500 aile 28 toprak işgaline aktif şekilde katılarak hükümetin açıklamalarına güven duymadıklarını gösterdiler. MST verimsiz ekili olmayan toprakların üretime açılması talebinin yanı sıra latifunduyalara el konularak dağıtılmasını da istiyor. Zira 500 bin aile acil toprak ihtiyacı olan kesimin sadece %10unu oluşturuyor.
Güney Amerikanın bu en büyük ülkesinde topraklar oligarkların elinde toplanmıştır. Resmi rakamlara göre 23 milyon köylü mutlak yoksulluk içinde yaşarken, 120 milyon hektar üretim yapılmayan toprak bulunmaktadır. Son toprak işgalleri ile birlikte toprak oligarklarının paramilitarist güçlerinin yeniden saldırılarını arttıracakları kesin. Geçmiş dönemlerde de toprak işgalleri terörist eylemler olarak nitelendirilmiş ve birçok kişi yaşamını yitirmişti.
Lula hükümetine büyük umutlarla destek sunan MST büyük bir öfke içinde. Yoksul köylüler esas gücün hükümetlerde değil kendilerinde olduğunu bir kez daha kendi deneyimleriyle öğrenmiş bulunuyorlar.
|