29 Ocak 2005
Sayı: 2005/04(04)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD emperyalizmi yeni bir savaşlar serisi hazırlığında
  Emek Platformu’nun işlevi ve misyonu
  Taban iradesini harekete geçirelim!
  EP’ten 16 Şubat’a göstermelik hazırlık!
  Düzen kurumlarındaki çürüme ve kokuşma
  TEKSİF ihanet sözleşmesi imzaladı
  Beko'da başarıya ödül: Bin işçi kovuldu!
  Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak için
  BDSP'nin kampanya çalışmalarından...
  8 Mart'ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı
  Özelleştirme saldırısı ve SEKA Direnişi
  Burjuva basında SEKA
  ABD işbirlikçileri suç ortaklığını pekiştirme derdinde
  Savaş çetesinin hedefinde İran var
  Siyonistler kirli icraatlarını sürdürüyorlar
  Gayrimeşru seçimler işgali meşrulaştıramaz
  Kendi kaderini tayin Kürt halkının temel hakkı
  Gölge boksu!
  İmralı konsepti ve son gelişmeler üzerine
  Pazartesi eylemleri sürüyor
  Rüssehlsheim Opel'de "gönüllü çıkış" dayatması
  Bültenlerden.
  Mücadele tarihinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Saldırı ve ihanete karşı...

Taban iradesini harekete geçirelim!

İlk kurulduğu günleri bir yana bırakacak olursak, Emek Platformu ile tabanındaki işçi ve emekçiler arasında güçlü bir güven ilişkisinin olduğundan sözetmek uzunca bir zamandır mümkün değildir. Emek Platformu 12 Temmuz 1999'da kurulmuştur. Mezarda emeklilik saldırısına karşı tabandaki güçlü birleşik mücadele isteği sayesinde 24 Temmuz'da Ankara'da görkemli bir miting yapılmıştır. Bu miting, zaten bir arayış içinde olan işçi ve emekçilerin gözünde Emek Platformu'na ciddi bir prestij kazandırmıştır.

Ama Emek Platformu'na duyulan güven çok da uzun ömürlü olmamış, depremi bahane ederek mücadeleyi tatil etmesi ve böylece mezarda emeklilik saldırısının önünü açması Emek Platformu'na ilişkin ilk tereddütlerin de kafalarda oluşmasını sağlamıştır.

Emek Platformu'nu yönetenler ihanetçi kimliklerini sonraki yıllar içinde birçok kez daha göstermişlerdir. Her kritik durumda sınıf hareketini ya yarı yolda bırakmışlar ya da arkadan hançerlemişlerdir. Her deneyim, işçi ve emekçilerin Emek Platformu'na başta duyduğu güveni biraz daha zayıflatmıştır. Sermayenin yeni bir saldırısı gündeme geldiğinde, farklı mücadele araçlarından ve örgütsel yapılanmalardan yoksun işçi ve emekçiler duydukları güven nedeniyle değil ama çaresizlikten gözlerini Emek Platformu'na dikmişler, fakat her seferinde yeni bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Son yıllardaki işçi ve emekçiler arasında mücadeleye ilgisizliğin, çaresizlik ruh halinin yaygınlaşmasında Emek Platformu'nun yaşattığı bu hayal kırıklıklarının temel bir payı olmuştur.

Bugün bir kez daha aynı şey yaşanmaktadır. Emek Platformu bir kez daha işçi ve emekçileri yüzüstü bırakmış, asıl misyonunun sınıfın mücadelesine değil sermayeye hizmet olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. SSK hastanelerinin devrine karşı mücadele konusunda EP yönetiminin sergilediği ciddiyet ve samimiyetten uzak tavırlar, daha önce alınan ‘genel grev' kararından kurnazca taktiklerle çark etme çabaları, Emek Platformu'na dair tüm beklentileri silip süpürmüştür. İşçi ve emekçileri bir kenara bırakalım, liberal demokrat EMEP'liler bile daha düne kadar şakşakçılığını yaptıkları ihanet çetelerini eleştirmeye, hatta onları sınıf hareketinin bugünkü duruma düşmesinin en temel sorumlularından biri olarak nitelemeye başlamışlardır. (21 ve 26 Ocak tarihlerinde Evrensel'de yayınlanan Sabri Durmaz imzalı yazılar...)

Bugüne kadarki pratiğiyle esas olarak sermayeye hizmet eden Emek Platformu'nun işçi ve emekçilerin güvenini büyük oranda yitirmesi bir yönüyle olumlu bir gelişmedir. Çünkü Emek Platformu'nun sınıf üzerindeki denetim gücünün zayıflaması, bir bakıma sermayenin denetim gücünün zayıflaması anlamına gelmektedir.

Fakat yine de bu işin sadece bir yönüdür ve mücadeleci güçler tarafından gerektiği gibi değerlendirilebildiğinde anlamlıdır. Emek Platformu'nun yaşadığı güven kaybının yolaçtığı ve dikkate alınması gereken diğer gelişme, işçi ve emekçiler arasındaki çaresizlik duygusunun bu sayede daha da yaygınlaşması, mücadeleden uzak durma eğiliminin daha da güçlenmesidir. Üstelik bu duygu ve eğilimler son derece mantıklı bir temele de sahiptir, zira sermayeye karşı mücadelede örgüt ve önderlik arayışı içindeki yığınların baktıklarında görebildikleri kayda değer tek alternatif, her şeye rağmen Emek Platformu ya da onun bileşeni durumundaki sendikal yapılanmalardır.

İşçi ve emekçilere güven aşılamanın, onları sermayenin saldırılarına karşı mücadele içine çekebilmenin yolu elbette ki Emek Platformu'na karşı oluşan güvensizliği kırmaya çalışmak, bu amaçla geçmişte birilerinin yaptığı gibi EP hakkında ham hayaller yaymak değildir. Sermayeye karşı en geniş, en güçlü birlik ihtiyacını öne sürerek işçi ve emekçilere Emek Platformu'na güvenmeyi telkin etmek, sınıf hareketinin önünü açmanın yolu olamaz. Bunu yapmak, artık iyiden iyiye sınıfa yabancılaşan, sermayenin hizmetine giren, hızlı bir çürüme ve tasfiye yaşayan uzlaşmacı-teslimiyetçi sendikacılığa kan taşımak, ona bir kez daha işçi ve emekçileri aldatma şansı tanımak anlamına gelecektir.
Peki yapılması gereken nedir' Sınıf devrimcileri, 13 Şubat günü düzenleyecekleri sempozyumun çağrı metninde sınıf hareketinin bugünkü durumuna ilişkin şu değerlendirmeleri yaparak bir bakıma bu soruya da yanıt vermişlerdir:

‘Tarihsel önemdeki bu saldırıların püskürtülebilmesi, saldırıların hedefi olan işçi ve emekçilerin silkinip ayağa kalkmasına, örgütlü, birleşik bir mücadele yürütmesine bağlıdır. Sınıf hareketinin üzerindeki ölü toprağını atması için siyasal bir sınıf hareketinin ve bunun bir parçası olarak da yeni bir sendikal hareketin yaratılması gerekmektedir.

‘Mevcut sendikal hareket, gelinen noktada sınıfın sermayeye karşı mücadelesini örgütleme hedef, niyet ve yeteneğinden yoksun olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Bazı sendikaların ya da şubelerin yer yer daha ileriden tutum almaları, sendikal hareketin genel tablosunu değiştirmemektedir. O halde sınıf hareketinin yenilenme ihtiyacı sendikaları da kapsamak zorundadır.'

Kuşkusuz ki sınıf hareketinin ve buna bağlı olarak sendikal hareketin yenilenmesi, devrimci bir sınıf hareketinin yaratılması zamana yayılacak bir iştir. Fakat böyle diye oturup bekleyecek de değiliz. Zira zamana yayılan devrimci bir sınıf hareketi geliştirme göreviyle, güncel saldırılara karşı mücadeleyi yükseltme görevi arasında çok sıkı bir bağ, kopmaz bir ilişki vardır. Devrimci bir sınıf hareketi saldırılara karşı mücadelenin ateşi içerisinde ortaya konulacak emek ve çabayla, yaratılacak mevzi ve imkanlar sayesinde adım adım yaratılacaktır.

O nedenle, sınıf devrimcileri, öncü işçi ve emekçiler, Emek Platformu'nun önümüzdeki günler için açıkladığı eylem ve etkinlikleri, mücadeleyi yükseltmenin bir imkanı olarak görmeli ve sahiplenmelidir. Bu eylem ve etkinlikler içleri doldurulduğu, geliştirilip güçlendirildiği takdirde, Emek Platformu'nun tepesindeki ihanet çetesinden hesap sormanın ve sermayenin saldırılarına karşı daha bir etkin koyuşun da zemini haline getirilebilirler. Örneğin Emek Platformu'nun ilan ettiği bölge toplantılarına hazırlıklı, aktif ve kitlesel katılım, kürsü kullanımının zorlanması, kürsülerin sendikal ihanetten hesap sormak ve sınıfın kendi eylem programını oluşturmak için kullanılması yönünde çaba gösterilmesi, bu konuda değerlendirilmesi gereken imkanların başında gelmektedir. Benzer şeyler 16 Şubat genel eylemine ilişkin de söylenebilir.

Emek Platformu'nun açıkladığı eylem ve etkinlikler ancak bu şekilde kullanıldığı ölçüde bir anlam taşıyacaklardır.

------------------------------------------------------------------------------

Şırnak'ta infaz, Siirt'te terör...

Mazlum Kürt halkına kalkan eller bir gün mutlak kırılacaktır!

18 Ocak günü Şırnak'ın Kumçatı beldesi Teptepe Köyü yakınlarında 5 Kürt genci katledildi. Katledilenlerin dördü kadın, diğeri genç bir erkekti. İçlerinde 14 yaşında bir genç kızın olduğu, gençlerin bir çatışma esnasında değil bilerek infaz edildiği, otopsi fotoğrafları ve ailelerin teşhisleriyle kanıtlandı. Öldürülen Kürt gencin üzerinde sigara izlerinin bulunması işkence yapıldığının da göstergesidir. Ayrıca gençlerin vücuduna giren mermiler diğer taraftan çıkmıştır. Bu da yakından ateş edildiğini ve olayın açık bir infaz olduğunu göstermektedir.
Katil devletin Kızıltepe'den sonra Şırnak'ta böyle katliam yapması, inkar ve imha politikasından asla vazgeçmediğinin ve geçmeyeceğinin yeni kanıtıdır. Bununla da yetinmeyen katil devlet, Siirt'teki cenaze törenine de hunharca saldırdı. Nergiz Özer ve Sibel Sartık'ın cenazelerinin bir çukura gömülmesine itiraz eden halkla polis-asker arasında çatışma çıktı. Cenazelerini şehitliğe gömmek isteyen halka mermi ve gaz bombalarıyla saldıran devletin terör güçleri ciddi bir direnişle karşılaştı. 3 saat süren çatışmada bir kısmı polis ve asker olmak üzere 50 kişi yaralandı.
Cenazeler 14 saat bekletildikten sonra devlet tarafından bir çukura gömüldü. Siirt sokakları polis noktaları ve askeri araçlar tarafından ablukaya alındı.
Katliamcı sermaye devletinin katlettiği gençlerin cenazalerine de tahammülü yok. On yıllardır Kürdistan'da yapmadığı zorbalık, katliam ve vahşet kalmamıştır. Kürt halkının devrimci dinamiğini kontrol altına alamayan devlet, bunu barbarlıkla, vahşetle yapmaya çalışıyor. Ancak boşuna çabalıyor. Yüzyıllardır baskı altında kalan bir halka kolay bir şekilde diz çöktürülemez. İnancın ve direncin olduğu yerde zulmün hükmü yoktur! Ve elbet mazlum Kürt halkına yapılanların hesabı bir gün sorulacaktır.
Kürt halkına özgürlük!
Eşit, özgürlük, gönüllü birlik!