29 Ocak 2005
Sayı: 2005/04(04)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD emperyalizmi yeni bir savaşlar serisi hazırlığında
  Emek Platformu’nun işlevi ve misyonu
  Taban iradesini harekete geçirelim!
  EP’ten 16 Şubat’a göstermelik hazırlık!
  Düzen kurumlarındaki çürüme ve kokuşma
  TEKSİF ihanet sözleşmesi imzaladı
  Beko'da başarıya ödül: Bin işçi kovuldu!
  Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak için
  BDSP'nin kampanya çalışmalarından...
  8 Mart'ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı
  Özelleştirme saldırısı ve SEKA Direnişi
  Burjuva basında SEKA
  ABD işbirlikçileri suç ortaklığını pekiştirme derdinde
  Savaş çetesinin hedefinde İran var
  Siyonistler kirli icraatlarını sürdürüyorlar
  Gayrimeşru seçimler işgali meşrulaştıramaz
  Kendi kaderini tayin Kürt halkının temel hakkı
  Gölge boksu!
  İmralı konsepti ve son gelişmeler üzerine
  Pazartesi eylemleri sürüyor
  Rüssehlsheim Opel'de "gönüllü çıkış" dayatması
  Bültenlerden.
  Mücadele tarihinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

MİT'te görev değişikliği...

Düzen kurumlarındaki çürüme ve kokuşmanın üstü örtülemiyor

‘Milli güvenlik', ‘milli menfaatler' adı altında yüzbinlerce kişiyi fişleyen, telefonlarını dinleyen, komploların, suikastlerin arkasında bir gölge gibi duran MİT, müsteşar Şenkal Atasagun'un görevden alınmasıyla yine gündemde.
6 yıldır MİT müsteşarlığı görevinde bulunan Atasagun'un görevden alınmasına sebep olarak, ‘kurumun itibarını sarsan' skandallar gösteriliyor. Alattin Çakıcı'nın yurtdışında eski MİT'çi Faik Meral'in pasaportuyla yakalanması ve MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu'nun Çakıcı'nın durumuna ilişkin eski Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'ya ricada bulunması bu skandallar arasında yeralıyor.
Şenkal Atasagun'dan duyulan rahatsızlık, MGK toplantısından birkaç gün önce bir internet sitesinde*, eski bir MİTgörevlisi imzasıyla yayınlanan mektupta dile getirildi. ‘Atasagun'un MİT'inde Neler Oluyor'' başlıklı yazıda Atasagun'un  çeşitli icraatları ortaya konuluyor. Bunlar arasında MİT'in gizli bilgilerini diğer servislere sunarak ‘teşkilatı bir kısım servislerin haber toplama aparatı haline getirmek' yeralıyor. Ayrıca çeşitli yolsuzluk iddiaları da var. Yazıda ‘teşkilatın, satın alınan ve uzak menzillere rahatlıkla seyahatler düzenleyebilecek kapasitedeki uçağı, müsteşarın keyif ve eğlence mekanı olmuştur. Dünyada görülecek hiçbir ülke bırakmayacak şekilde gezen müsteşarın, sadece bu gezilere harcadığı masrafların ortaya konulması bile, dünyada Şenkal beyden daha rahat yaşam süren bir idarecinin olmadığını göstermesi adına bir fikir verir' deniliyor.
Yine bir başka iddia; ‘İstanbul Pendik-D. mevkiinde bulunan bir arsa, (personelin güvenliği gereği ada-pafta bilgilerinin detayını vermek istemiyorum) müsteşarın bilgisi dahilinde, çok uygun alınarak kooperatif binalar yapılmış, daire başına 7 500 000 000 (Yedi Milyar Beş Yüz Milyon) TL ödenerek sahip olunmuştur. Bu dairelere, başkan ve müdürler yakın akrabalarını da katarak 3-5 daire sahibi olmuşlardır. Bu kadar ucuz maliyetle yapılan bu evler, bütün bölgelerde MİT gücünü kullanarak ucuz arsa kapatılması furyası başlatmış, Sayın müsteşar ve ekibi gayrı mülk zenginleri haline gelmiştir.'
Bir diğeri; ‘Oyakbank eski genel müdürü olan Coşkun Ulusoy ve bir siyasi partinin halen başkanı olan birisi ile üvey akrabalıkları olduğu bilinen, İstanbul'un yeraltı kesimiyle karanlık irtibatları olan bir başkanımız Sayın Atasagun ile beraber hareket ederek, illegal operasyonlar planlayıp icra etmişlerdir. Hatta faili meçhul cinayetler dahi bu ikili tarafından yapılarak, baraj inşaatları adeta bu ekibin mezar arazisi haline getirilmiştir. Bu operasyonların içerik ve işlenişi hep sır olarak, ne yazık ki hafızalarda kalacaktır. Yakın dönemde olan bu cinayetlerin açığa çıkartılması isteniyorsa, bu şahıs veya şahısların hayatları ‘yaptıkları irdelenerek ancak açığa çıkartılabilir.'
Yazıda bunlara benzer onlarca iddia yeralıyor. Bunlar ve benzer iddialar elbette şaşırtıcı değil.  3 Kasım 1996'da Susurluk'ta ortaya çıkan fotoğrafın uzantıları sadece. Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı gibi eli kanlı faşist katiller MİT adına çalıştırılıyor. Terör üzerine kurdukları korku imparatorluğunda elbette ceplerini de dolduracaklardır. Tüm bunlar Kurtlar Vadisi'nin senaryosu sanılmasın. Bunlar hayatın ta kendisi.
Bu düzenin adaleti, yani yargı kurumları, eli kanlı katilleri; Çakıcılar'ı, Kırcılar'ı yanlışlıkla serbest bırakırken, bu fotoğrafta devrimciler için ayrılan yerde hücreler, işkenceler, faili meçhul cinayetler, katliamlar duruyor.
MİT-Yargıtay skandalı patladığında her kafadan bir ses çıkıyordu. O dönem, burjuvazinin satılık kalemi Hasan Cemal de bir yazı yazmıştı köşesinden. ‘Bilmece gibi ama...' başlıklı yazıda skandaldan duyduğu rahatsızlığı dile getirerek,'Eğer hukuk devleti, demokrasi, vesaire diyorsak, bu yumağın çözülmesi şart. Herşeyin sonuna kadar soruşturulması lazım' Elbette yargısız, MİT'siz demokrasi, devlet olmaz. Yaşananları eleştirmek, kurumları yıpratmak değildir. Tersine, kurumları demokratik hukuk devletinin çağdaş düzeyine çıkarmanın gereğidir.  Bunu başaramazsak, devleti devlet yapan temel kurumlar daha beter zaafa düşer, içindeki değerli insanların çabaları da boşa gider'  (Milliyet, 17 Ağustos ‘04) diye buyurmuştu.
Oysa, burjuvazinin tüm kurumları, ordusundan yargısına, büyük bir çürüme ve kokuşma  içerisindedir. Yıllardır en güvenilir kurum olarak lanse edilen orduda ortaya çıkan skandallar bunun en somut örneğidir.
Müsteşar değişiklikleri, göstermelik yargılamalar ise hiçbir anlam taşımıyor. Hasan Cemal ve benzerleri bu çürümüş kurumları aklamanın yollarını araya dursunlar, o kurumlar tüm çürümüşlükleri ve pislikleriyle orta yerde duruyorlar.
Şunu çok iyi biliyoruz ki, bozuk düzende sağlam çark olmaz! Bu çarkı kırmadan da bozuk düzen düzelmez!
* Eski Mit'çi Mehmet Eymür'e ait olan www.atin.org sitesi.

------------------------------------------------------------------------------

Hakkari'de devleti ve hükümeti protesto eden depremzedelere polis saldırdı...

Deprem değil, sermayenin sefil düzeni öldürüyor!

25 Ocak günü Hakkari 5.5 şiddetindeki depremle sarsıldı. Türkiye'nin bu şiddetteki depremi yaşamadığı gün yok gibi. Ancak sarsıntı Hakkari'de olunca yıkım ve ölüm getirebildi. Bundan birkaç gün önce Antalya biraz daha şiddetli sallanmış, ancak ölen olmamıştı. Yoksulluk derinleştikçe konutlar da kötüleştiğinden, daha düşük şiddetteki sarsıntı yıkıma ve ölüme yol açabiliyor.
Antalya'daki sarsıntıda yurttaşların geceyi sokakta geçirdiği haberleri yayınlandı. Hakkari'deki depremin ardından da aynı içerikli haberler yayınlanıyor. Depremin şiddeti yakın, haberlere yansıyan tutum da birbirine benzer. Ancak Antalya ile Hakkari arasındaki ısı farkından sözetmeyi unutuyorlar nedense. Antalya'da gece sıcaklığı bile 10 derecenin altına düşmezken, Hakkari'de gündüzler eksi 20-30 derecelerde geziyor.
Gerek yıkım ve ölümün etkisiyle, gerekse protesto eylemine katılan depremzedelerin ifadesiyle, uzmanların uyarısıyla, geceyi sokakta geçiren Hakkarili, devletten hiçbir yardım ve destek bulamamanın öfkesiyle valilik ve hükümet partisi AKP önünde protesto eylemine girişiyor.
Devletin yanıtı ne dersiniz?
Her zamanki gibi üstlerine polis göndermek tabii ki...
İnsanlar, yoklukla, yoksunlukla, soğukla boğuştukları yetmiyormuş gibi, bir de polis saldırısına maruz bırakılıyorlar. Suçları çok büyük. Suçları, depremle sarsılan bir ilin yoksulları olmak.
Son haftalarda, yakın geçmişinin pisliklerinden hiç utanıp sıkılmadan, Güneydoğu Asya felaketi için yardım kampanyası düzenleyen; felaket bölgesine şu kadar çadır, bu kadar yiyecek yardımı yaptığı reklam edilen Kızılay, bir avuç Hakkarili depremzedenin çadır sorununu çözemiyor.
Daha doğrusu, Marmara depremi deneyimlerimizin de gösterdiği gibi çözmüyor.
Hakkari depremi, bir kez daha, sistemin acımasızlığı yanında sahtekarlığını gözler önüne sermiş bulunuyor.
Güneydoğu Asya'daki felaket bölgelerine diye toplanan yardımların ne olacağı, nerelere harcanacağı konusundaki haklı kuşkular da bu vesileyle büyümüş bulunuyor.
Kendi egemenlik ve sömürü alanındaki felaketlere sırtını dönenlerin (hatta Hakkari'de olduğu gibi, zorla yüzünü dönmek durumunda kaldığında diş gösterenlerin) uzak coğrafyalarda yaşayan ‘yabancı' insanların felaketine duyarlılık göstermesi beklenebilir mi' İzmit'te, Bolu ve çevresinde, Marmara depreminden zarar görenlerin sefaleti sürerken, deprem vergisi adı altında toplanan haraçları sermayeye peşkeş çekenlerin, Asya felaketi için toplanan paraları bölgeye ileteceğine inanılabilir mi'