14 Mayıs 2005
Sayı: 2005/19 (19)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs aynasında sınıf hareketi
  İMF ve Dünya Bankası’ndan saldırıları
yoğunlaştırma talimatı
  Erdemir de tekellere peşkeş çekilecek!
  Özelleştirilecek Erdemir’i kim alsın?
  Takkıyeci AKP iktidarı siyonistlerin hizmetinde
  Almanya Başbakanı Schröder’in ziyareti
  İşbirlikçi hainlerden hesap soralım!
  Türk-İş “üzüm yemeye” devam ediyor!
  Perinçek’in Amerikancı düzen ordusunu aklama manevraları
  Gaziemir serbest sömürü bölgesinde
bir direniş ateşi
  Emek Platformu: Neye niyet neye kısmet ya da... /Yüksel Akkaya
  Devrim kaçkını liberallerin 1 Mayıs hazımsızlığı /Orta sayfa Ek yazı: 1 Mayıs ve Devrimci 1 Mayıs Platformu
  Türk-Ermeni ulusal sorunu üzerine tezler /Garbis Altınoğlu
  Üniversitelerde gerginlik ve sol içi
çatışma
  Berlin’de faşizme karşı büyük protestolar

  İngiliz seçmen Bush'un “fino köpeği” Blair’e kerhen oy verdi

  Çürüyen rejimlerin yeri tarihin çöplüğüdür!
  Neler oluyor, olup biteni nasıl okumalı ve ne yapmalı?/Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
  II. Dünya Savaşı ve sosyalizm/Serhat Ararat
  Yıldız Üniversitesi; Şovenist dalgaya tok
yanıt
  Ankara’da 6 Mayıs anmalarının
gösterdikleri
  Basel; 6 Mayıs anması
  Ege Üniversitesi’nde 6 Mayıs anması
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsrail ile ilişkiler

Erdoğan'ın İsrail ziyareti ile Türkiye-İsrail ilişkilerinde yoğunlaşma görünüyor. A. Gül'ün 3-5 Ocak 2005 İsrail ziyaretinden sonra Erdoğan'ın İsrail'i ziyaret etmesi, her iki ülkenin de ilişkilerdeki krizi aşma çabası içinde olduklarını gösteriyor. Hatta, AKP hükümeti, İsrail ile ilişkileri, stratejik ve sürekli bir boyuta taşıyacak politikaların altına imza atmaya niyetli görünüyor.

İki ülke arasındaki ilişkiler 1950'lerin sonunda istihbarat merkezi olarak gizli anlaşma ile başlamıştı. 1960 ve 70'li yıllarda istihbarat ilişkilerine düşük profilli güvenlik ilişkileri de eklendi. İlişkilerde sıçrama 1990'lı yıllarda yine Türkiye'nin artan güvenlik kaygılarından dolayı gerçekleşti. 1991 Madrid Anlaşması, Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini geliştirmesi için gereken ortamı sağlamıştı.

1993'te Dışişleri Bakanı H. Çetin'in İsrail ziyareti ile başlayan gelişmeler, 1994'te imzalanan ‘Güvenlik ve Gizlilik Anlaşması' ile yeni bir aşamaya taşındı. Ankara, PKK'ya karşı verdiği mücadelede PKK'nın arkasında durduğunu gördüğü, Suriye, İran ve Yunanistan'a karşı Tel Aviv ile işbirliği politikası geliştirdi. İki ülke 23 Şubat 1996'da Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması'nı ve 28 Ağustos 1996'de Savunma Sanayi İşbirliği anlaşmasını imzalayarak, işbirliği zeminini geliştirdiler. Ankara, bölgesel dengeleri lehine çevirici müdahalelerde bulunmayı hedefliyordu.

Türkiye-İsrail yakınlaşmasını hızlandıran nedenlerden birisi de Kafkaslar'da gerçekleşen, Rusya-Ermenistan-İran yakınlaşmasına karşı gerçekleştirilen Türkiye-Azerbaycan-İsrail-Gürcistan yakınlaşmasıydı. Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmanın Ankara açısından somut ilk faydaları PKK'ya karşı verilen mücade de ABD ve AB'den sağlanamayan askeri teknoloji ve istihbaratın İsrail'den sağlanması idi.

İsrail'de Türkiye ile işbirliği sayesinde Suriye ve İran hakkında istihbarat elde etmenin yanında Ortadoğu'da stratejik derinlik kazandı. Keza, Türk-İsrail ilişkilerinin gelişmesinden ekonomik anlamda daha fazla kazanan taraf İsrail oldu. İki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerin hacmi askeri harcamalar hariç 2 milyar dolara yükseldi. Türkiye, İsrailli turistler için çekim merkezi haline geldi.

Bütün bunlar, Türk-İsrail ilişkilerine stratejik nitelik kazandırmadı. Çünkü, iki ülkeyi birbirine bağlayan bölgesel dengelerin değişmesi ile birlikte farklı menfaat ve güvenlik algılamaları ortaya çıktı. Üstelik, ilişkilere etkili bir süreklilik kazandıracak kapsamlı projeler yoktu. İsrail ve Türkiye'nin Hindistan ve Kafkasya-Orta Asya'da ortak politikalar geliştirmesi yaklaşımları söylem düzeyini geçmedi.

Bu ortamda ilişkilere bir de İsrail-Filistin ilişkilerini gerilimi ve Tel Aviv'in Irak politikalarının gerilimi binince Türk-İsrail ilişkileri büyük bir krize girdi. Ancak, Türkiye'nin Irak politikasını terketmesi, Türkmenleri Bulgaristan Türkleri'ni örnek olarak gösterdikten sonra kendi geleceklerine bırakması ile birlikte Türk-İsrail ilişkilerinde krizin altyapısı ortadan kalktı. Krizi tasfiye eden, İsrail'in politikasını değiştirmesi değil, Türkiye'nin politikasını değiştirmesi oldu.

Erdoğan'ın İsrail ziyaretinde gündeme gelen ve Ceyhan-Hayfa boru hattı diye anılan su, doğalgaz, optik kablo ve elektrik taşıyacak hatların yapımı projesi (bkz. Murat Yetkin Rüya gibi proje, Radikal 3 Mayıs 2005) ile ilişkilerin stratejik düzeye taşınmasının altyapısı oluşacak. Kısaca, Erdoğan'ın İsrail ziyareti çok verimli geçmiş görünüyor.

Ümit Özdağ

(Akşam, 6 Mayıs)

------------------------------------------------------------------------------------------

Rüya gibi bir proje

Biz kısaca Ceyhan-Hayfa boru hattı diyebiliriz. Fikir babaları projeye ‘2-3-5' adını vermişler; yani 2 ürün, 3 sorun, 5 ülke. 2 ürün; doğalgaz ve su. 3 sorun; Türkiye'nin kalkınması, İsrail-Filistin uzlaşması ve Kıbrıs'a barış ve istikrara katkı. 5 ülke; Türkiye, kuzeyi ve güneyi ile Kıbrıs, İsrail, Filistin ve Ürdün. Üzerinde uluslararası düzeyde bir yıldır çalışılmasına karşın kamuoyundan gizlenebilen projenin temelinde Ortadoğu ve Doğu Akdeniz barışına ekonomik işbirliği ve kalkınma yoluyla katkı sağlama bulunuyor.

Türkiye'nin Ceyhan terminaline boru hatlarıyla taşınacak Rus ve ileriki aşamada Hazar doğalgazının Akdeniz altından boru hatlarıyla İsrail, Filistin ve Ürdün'e taşınması fikriyle başlayan proje çalışmasına kısa sürede su eklenmiş. Tek başına su taşıyacak boru hatlarının pahalı bulunması fikri doğalgaz ve su hatlarının birlikte inşası projesine dönüşmüş. Sonra bu hatta siber optik kablolarla elektronik bilgi alışverişi eklenmiş. Pazar günü Kudüs'te Türk ve İsrail taraflarıyla yapılan görüşmeler ise bu yolla elektrik şebekelerinin de birleştirilebileceği fikrini sağlamlaştırmış.

Diplomatik ve siyasi kaynaklara göre, Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakan Yardımcısı Şimon Peres arasında yapılan görüşmede konu Peres tarafından açılmış. Zaten buna hazırlıklı olduğu anlaşılan Erdoğan da, projenin gerçekleşmesinin bölgede kalkınma ve barışa destek olacağını söylemiş.

Peres'in aslında projeyi ilk ortaya atıldığından bu yana desteklediği bilgisi var. Kaynaklar, Erdoğan'dan bir gün önce Kudüs'te bulunan ve İsrail'i resmen ziyaret eden ilk Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin ve heyeti ile de proje üzerinde görüşmeler yapıldığına dikkat çekiyorlar. Sonuçta, Mavi Akım ve Batı Koridoru ile Türkiye'ye taşınacak Rus gazının satışı söz konusu. Zaten projenin Erdoğan'ın ziyareti ile hız kazanmasında Putin'in İsrail'deki temaslarının belirleyici olduğu iş çevrelerince ifade ediliyor. Peres, birkaç ay önce Almanya Dışişleri Bakanı Joscka Fischer ile görüşmesinde de projeyi anlatarak destek istemiş. Alman desteği AB kalkınma fonlarına ulaşmada önemli sayılıyor. Aynı şekilde proje Dünya Bankası yetkililerince de ilgiyle karşılanmış. Dünya Bankası'nın görevini geçenlerde ABD'nin eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'e devreden eski başkanı James Wolfensohn'un projenin danışma kurullarında görev alacağı bildiriliyor. Wolfensohn halen AB'nin, İsrail-Filistin uzlaşmazlığına çözüm arayışlarındaki danışmanı. Dün Kudüs'te, Erdoğan'ın AB Senatosu çoğunluk lideri Bill Frist'le yaptığı görüşmeye girerek, Başbakan'la bir süre konuştuğu da kayda geçirilmeli.

Projenin gerçekleşme ihtimalini artıran unsurlardan birinin de güvenlik olduğu değerlendirmesi yapılıyor. Türk ve İsrail silahlı kuvvetlerinin Doğu Akdeniz'deki etkisi ve Türk-İsrail-ABD askeri işbirliğinin bu açıdan önemine dikkat çekiliyor.

Fizibilite çalışması henüz tamamlanmasa da 2.5 milyar dolar tahmini bütçe biçilen projenin özellikle su ve elektrik nakli kısmında çerçeveye Kıbrıs da giriyor. Türkiye; İsrail, Filistin ve Ürdün'e su sağlayacak kaynak olarak Göksu nehrini görüyor. Konu, dün Ramallah'ta görüşmeler yapılan Filistinli yetkililere de açılıyor. Göksu'nun sularını tankerlerle de nakletmek mümkün. Ancak, bu yöntemin uzun vadede maliyeti ve güvenlik riski artıyor. Projenin Türk tarafları bu nedenle Kıbrıs'ta örneğin Karpaz Yarımadası'nda kurulacak bir pompa istasyonu yoluyla bir su boru hattının Kıbrıs'a, oradan da doğalgaz terminali olarak da düşünülen Hayfa'ya inşasını öneriyor. Proje bu şekilde gerçekleşirse, Kıbrıs'taki su ve elektrik sıkıntısına da çözüm olabileceği düşünülüyor. Bir değerlendirme de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile güneydeki Rum Cumhuriyeti arasındaki ticaret ve işbirliği imkânlarını artırmak.

Ceyhan-Hayfa boru hattı ya da ‘2-3-5 projesi' hâlâ savaş ve çatışma gölgesindeki Ortadoğu için şu anda güzel bir hayal gibi geliyor ama bundan 10 yıl önce Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesi de çoğu kişiye bir hayal gibi geliyordu. Büyük projelerin gerçekleşmesi için biraz hayalgücü, biraz da siyasi cesaret gerekiyor.

Murat Yetkin

(Radikal/Mayıs 2005)