02 Temmuz 2005
Sayı: 2005/26 (26)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yolunu bulamayan öfke!
  Genelkurmay'dan itiraflar; ABD'nin her istediğini yerine getirdik
  İmam hatipler ve türban tartışması
  Tüm düzen kurumları ABD emperyalizminin hizmetinde
  Telekom çalışanları eylemde; İşçi-memur elele genel greve!
  Kamu TİS'lerinde özelleştirme ağırlığı
  Sendika şubeleri Ankara'da ortak mücadele platformu oluşturdu
  Tariş'te grev başladı
  Samsun'da gözaltı ve tutuklama terörü
  Saldırı ve katliamlara karşı protesto eylemleri
  Mercan katliamını protesto eylemleri
  MKP'nin Mercan Şehitleri'ne ilişkin açıklamasından... 17'ler ölümsüzdür! (Orta sayfa)
  Dersim şehitlerinin ardından.. /M. Can Yüce
  DİSK: 35 yıl önce, 35 yıl sonra / Yüksel Akkaya

  Kayseri Sosyalist Kamu Emekçileri'nden panel

  DTCF'de dekan, polis, faşist çeteler işbaşında... Üniversitelerimizi savunacağız!
  İran'da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı
  Bulgaristan'da seçimlerden sosyalist parti galip çıktı...
  Irak Dünya Mahkemesi Bush-Blair ve savaş çetesini mahkum etti
  Özelleştirme saldırısı ve kadın
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi'nin coşkulu kampanya şenliği
  Kazım Koyuncu'nun ardından
  Basından: İran'da sınıf savaşları
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yolunu bulamayan öfke!

Toplumsal-siyasal yaşamı görünürdeki olgu ve olaylar karmaşasına boğup maddi temellerinden kopararak açıklamak burjuva ideolojisinin temel yöntemi, burjuva siyasetinin abc'sidir. Bu burjuva ideolojik düşünüş tarzına göre tarih, birkaç seçkin adamın kişisel hırs, hastalık veya erdemlerine dayalı mücadelelerine; toplumsal yaşam ise tek tek bireylerin toplumsal bir sözleşme yaparak iradelerini tarafsız/düzenleyici bir güç olarak resmedilen devlete teslim etmelerine indirgenir. Amaç bu yolla işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde ideolojik-siyasal bir hegemonya oluşturmak, sınıf çelişkileri temelinde yükselen kapitalist düzenin sömürü ilişkilerini ve iktidar mekanizmalarını emekçilerden saklamaktır.

Bu burjuva ideolojisi ve düşünüş tarzının tersine, işçi sınıfının ideolojisi Marksizm-Leninizm, görünürdeki toplumsal ilişki ve olguları değerlendirirken, derindeki maddi sınıf ilişkilerini esas alır. Bilimsel sosyalizm, toplumsal yaşamın maddi ilişkiler temelinde belli yasallıklara bağlı olduğunu, siyaset, din, eğitim, kültür vb.'den oluşan toplumsal üstyapının maddi üretim ilişkileri temeli üzerinde yükseldiğini ortaya koyar. Marksist teoride tarih, kişilerin ve düşüncelerinin değil, bu kişi ve düşüncelerin de üzerinde yükseldiği sınıf mücadelelerinin tarihi olarak açıklanır.

Marks ve Engels, zamanın ütopik sosyalistlerine ve ileri filozoflarına da egemen bu burjuva ideolojisi, düşünce tarzı ve dogmalarına karşı tutarlı ve amansız bir mücadele içerisinde bilimsel sosyalizmi kurdular. Marksizm'in büyük bilimsel gücü ile birlikte işçi sınıfının devrimci bir güç olarak tarih sahnesinde boy göstermesi ve doğa bilimlerinde yaşanan büyük ilerlemeler burjuva ideolojisi ve düşünce tarzına öldürücü darbeler vurdu, onu birçok olanda kabuğuna çekilmeye zorladı, açık ya da gizli olarak Marksizm'in önünde diz çökmek zorunda bıraktı. Nihayet Ekim Devrimi ile birlikte bilimsel sosyalizm tarihsel-toplumsal ölçekte zafer kazandı. Artık bu dönemden sonra Marksist-Leninist düşünce tarzı ve kavramlarıyla dünyayı açıklamak ve yorumlamak temel bilimsel ölçüt haline geldi. Elbette burjuva ideologları, sözde düşün adamları ve siyasetçileri, marksist-leninist kavramlara başvururken, bunu, onu bozarak kurulu düzen için zararsız kılmak ve işçi sınıfının elinde bir silah olmaktan çıkarmak amacıyla yaptılar. Ama bu bile, Marksizm-Leninizm'in kazandığı zaferin ne denli büyük olduğunu anlatmaktadır.

‘90'lı yıllarda, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki rejimlerin yıkılışıyla birlikte, işçi sınıfının Ekim Devrimi ile kazandığı ileri mevziler düşürüldü. Burjuvazi buradan aldığı moral ve siyasal güçle, her alanda işçi sınıfını geriletmeye koyuldu. İşçi sınıfının büyük tarihsel mücadelelerinin ürünü ekonomik, sosyal ve siyasal hakları gaspedilirken, siyasal düşünce, felsefe, tarih, bilim vb. alanlarda da marksist-leninist teoriye karşı savaş açıldı. İşçi sınıfının moral ve siyasal açıdan geriletilmesi ona bu savaşımda büyük olanaklar sağladı. Böylelikle Marksizm-Leninizm'in tarihin çöplüğüne attığı her türden ortaçağ düşüncesi hizmete sokuldu. Bugün geriye dönüp bakıldığında, içerisine girilen bu yeni dönemin insanlık açısından sonuçlarının ne denli karanlık olduğu daha rahat anlaşılabilmektedir.

Bu saldırıların en çok yoğunlaştığı alan, Marksizm'in tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olarak açıklayan temel düşüncesiydi. Burjuva ideologlar ironiye başvurarak “tarihin sonu”nu ilan ettiler. Marks yanılmıştı, sınıf mücadeleleri tarihin genel akışında ortaya çıkan geçici bir sapmaydı. Sovyetler Birliği çöktüğüne göre, artık tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olarak açıklayan Marksizm de çökmüştü. Artık tek tek bireylerin ve onların piyasanın gizli eli tarafından düzene sokulan çıkarları ile toplumsal gelişme ve refahı kendiliğinden getirecek olan bu çıkarların uyumu sözkonusuydu. İnsanlık akıl-dışı iki kutuplu dünya sistemi ve “totaliter” sosyalist rejimlerden kurtulmuştu. Elbette daha yapılacak çok şey vardı. Sınıf savaşımı tarihe karışmıştı, ancak onun yerini “medeniyetler çatışması” almış, etnik-kültürel temelli sorun ve çatışmalar ile bazı baskıcı rejimler insanlığın gelişimi önünde hala engel olarak duruyorlardı. Bundan dolayı, başta ABD ve AB olmak üzere “demokrasi ve insan haklarının bekçileri” bu sorunları aşmak için her türlü silahı kullanacak, bu çatışmaları ortadan kaldırarak geri ve baskı altındaki milletleri yeni dünya düzenine entegre edecek, böylelikle barış ve huzur içindeki yeni dünya düzeni tam anlamıyla kurulacaktı.

Ancak tüm bu ideolojik-siyasal argümanların, emperyalist-kapitalizmin dünya ölçeğinde sınırsız ve kuralsız egemenliğini sağlamak amaçlı büyük saldırı dalgasının kılıfı olduğu kısa zamanda açığa çıktı. İşçi sınıfı ve emekçiler dünya ölçeğinde, görece iyi çalışma ve yaşam koşullarına sahip olunan metropol ülkeler de dahil olmak üzere, büyük sosyal ve ekonomik hak gasplarıyla yüz yüze kaldılar. Ücretlerin reel olarak düşürülmesi, sosyal güvenlik haklarının budanması, yoksulluk, kronik işsizlik, çevrenin sınırsız tahribi, yozlaşma vb. sonuçlar küreselleşti ve korkunç boyutlar kazandı. Gerici savaşlar ve emperyalist çıkarlar uğruna halkların kırımı ve ülkelerin yıkımı her geçen gün hızlandı ve vahşi boyutlar kazandı.

Bu koşullarda işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut durumu sorgulamaları ve çıkış yönünde arayışlar içerisine girmeleri kaçınılmazdı. Tekil mevzi direnişleri, sınırları aşan küreselleşme ve emperyalist savaş karşıtı büyük kitle gösterileri izledi. Bugün artık dünyanın her köşesinde emperyalist-kapitalist düzen sorgulanır durumdadır ve işçi-emekçiler ile bu düzen altında büyük acılar çeken milyonlar durumlarını değiştirmek üzere büyüyen ciddi bir arayış içerisindedirler. Bu durum dünya ölçeğinde sınıf ve kitle hareketlerinde yoğun bir mayalanma dönemine girildiğini göstermektedir.

Dahası yakın zamanda ortaya çıkan birçok olgu, ciddi zayıflıklarına karşın işçi sınıfı ve emekçilerin tarih sahnesine, burjuvazi ve ideologlarını “tarih sınıf savaşımlarının tarihidir” düşüncesinin önünde diz çöktürecek denli güçlü bir arayış ve toparlanma yönünde ilerlediğini göstermektedir. Son dönemde yaşanan bir dizi örnek bu bakımdan, egemenleri telaşlandıran ve tarihin hiç de kendi kurdukları ve diledikleri gibi gitmeyeceğini; sahnede yalnız ve rakipsiz olmadıklarını gösterdi. Bu örnekler içerisinde özel bir ilgiye konu olan AB Anayasası'nı çöpe atan referandumlar ve son İran Başkanlık seçimleri bu bakımdan oldukça ciddi işaretler sunmuştur. Halkların ve emekçilerin kurtuluş reçetesi olarak sunulan AB projesi nasıl emekçiler tarafından yanıtlanmış ve burjuvazinin engelsizce istediği gibi eğip büktüğü bir proje olmaktan çıkarmışsa, İran'da da işçi ve emekçiler sınıfsal-sosyal ve siyasal hoşnutsuzluklarını emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin kurgularını yıkarak göstermişlerdir. Dikkat edilirse, bugüne kadar en militan işçi-emekçi eylemleri dahi emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından dikkate alınmamaktaydı. Ama bugün hoşnutsuzluk ve arayışın kendisini düzen içi ve dahası gerici kanallarda bu biçimiyle ifade etmesi karşısında dahi dehşete düşebilmektedirler.

Komünistler hünüz ‘90'lı yılların başlarında, o ağır yenilgi atmosferinin hüküm sürdüğü dönemde Marksizm-Leninizm biliminin ışığında yaptıkları değerlendirmelerde bu tablonun kısa sürede ortaya çıkacağını tam ve kesin olarak öngörmüşler. Dahası bu öngörüyü, bu yönde biçimlenecek olan sürecin devrimci sınıfa yakışır marksist-leninist ihtilalci sınıf partilerinin toplumsal bir güç olarak ortaya çıkacağı tespitiyle birleştirmişlerdir. Mevcut durumda, toplumsal ve sınıfsal ihtiyaçlar ihtilalci sınıf partilerini zorunlu kılmakta ve acil olarak göreve çağırmaktadır. Toplumsal hoşnutsuzlukların ve çıkış arayışlarının alabildiğine yoğunlaştığı ve somut işaretlerinin ayyuka çıktığı bu günlerde komünistler görev ve sorumluluklarına bu çerçevede yaklaşmak durumundadırlar.

Sözü Lenin'in güncel görevlere de ışık tutan özlü ifadeleriyle bitirmek istiyoruz:

“İnsanlar, her zaman, siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlaksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaadler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır. Reform ve ilerleme şampiyonları, ne kadar barbarca ve çürümüş görünürse görünsün, her eski kuruluşun, belirli egemen sınıfların zorlamasıyla ayakta durduğunu görmedikçe, her zaman eski düzenin savunucularının oyununa geleceklerdir. Ve bu sınıfların direnişini kırmanın ancak bir tek yolu vardır; bu da, çevremizde toplumun içinde, eskiyi silip atabilecek ve yeniyi yaratabilecek kuvveti oluşturan –ve toplumsal durumları yüzünden oluşturmak zorunda olan- güçleri bulmak, ve bu güçleri, savaşım için bilinçlendirmek ve örgütlemektir.”