02 Temmuz 2005
Sayı: 2005/26 (26)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yolunu bulamayan öfke!
  Genelkurmay'dan itiraflar; ABD'nin her istediğini yerine getirdik
  İmam hatipler ve türban tartışması
  Tüm düzen kurumları ABD emperyalizminin hizmetinde
  Telekom çalışanları eylemde; İşçi-memur elele genel greve!
  Kamu TİS'lerinde özelleştirme ağırlığı
  Sendika şubeleri Ankara'da ortak mücadele platformu oluşturdu
  Tariş'te grev başladı
  Samsun'da gözaltı ve tutuklama terörü
  Saldırı ve katliamlara karşı protesto eylemleri
  Mercan katliamını protesto eylemleri
  MKP'nin Mercan Şehitleri'ne ilişkin açıklamasından... 17'ler ölümsüzdür! (Orta sayfa)
  Dersim şehitlerinin ardından.. /M. Can Yüce
  DİSK: 35 yıl önce, 35 yıl sonra / Yüksel Akkaya

  Kayseri Sosyalist Kamu Emekçileri'nden panel

  DTCF'de dekan, polis, faşist çeteler işbaşında... Üniversitelerimizi savunacağız!
  İran'da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı
  Bulgaristan'da seçimlerden sosyalist parti galip çıktı...
  Irak Dünya Mahkemesi Bush-Blair ve savaş çetesini mahkum etti
  Özelleştirme saldırısı ve kadın
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi'nin coşkulu kampanya şenliği
  Kazım Koyuncu'nun ardından
  Basından: İran'da sınıf savaşları
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Dersim şehitlerinin ardından...

M. Can Yüce

Devrim şehitlerinin ardından yazı yazmak gerçekten zordur. Yazının başından sonuna kadar birlikte yaşanılan anılar bir film şeridi gibi bellekte canlanır, geçmişin derinliklerinde kalmış anılar yeniden yaşanır, büyük bir acıyla, yürek sızısıyla…

Türk devletinin Dersim'de gerçekleştirdiği kanlı operasyonu, TV ekranlarında sıradan bir haber verilir gibi sunulurken duyduk. Başta şehit düşenlerin adları verilmedi. Sadece öldürülenlerin içinde “üst düzey yöneticilerin” de olduğu belirtildi. Genelde kanıksanan bu tür haberlerin etkisi sınırlı ve genel ölçüler düzeyinde kaldı. Ancak operasyonun ayrıntıları açığa çıkınca yürek acımız büyüdü, derinleşti… İçlerinde yakından tanıdığımız, ortak eylemlerde bulunduğumuz, birlikte zindanın karanlıklarında güzel anılar yaşadığımız arkadaşlar vardı. Cafer Cangöz ve Aydın Hanbayat arkadaşları Diyarbakır zindanından tanıyorum. Cafer ile daha yakından bir ilişkimiz oldu, ancak Aydın arkadaş daha sonra geldiği için ilişkimiz çok sınırlı kaldı.

1984 Ocak Direnişi'nde Cafer de ölüm orucundaydı. Sonra 35. Koğuş'ta ortak bir komündeydik, ortak bir tünel çalışmamız vardı. Birlikte tünelin içinde “çıkış vaziyetine” yattık. Tünelin ağzı nöbetçi kulesinin önünde çıkınca büyük bir öfkeyle koğuşa döndük. Bir sonraki hafta yeniden çıkışı denedik, bu kez Caferler'in olanaklarını kullanacaktık. Ancak bir kez daha şansımız yaver gitmedi. Yağan yağmurlardan dolayı tünelin ağzı çöktü. Bu haberi Mustafa Gezgör arkadaşımız getirdiğinde birlikte üzüldük, şansızlığımıza lanetler okuduk! Ama yılmadık, tünel çalışmasını sürdürdük. Bu tünel bir yıl sonra açığa çıkabildi. Cafer polisteki direnişiyle tanınmıştı, ama O, sadece polisteki boyun eğmez tavrıyla değil, bütün yaşamıyla, yaşamının her aşamasında direnişçiydi, devrimci direnişi kendisi için bir yaşam biçimine dönüştürmüştü.

Diyarbakır zindanında, 35. Koğuş'ta Cafer ile sayısız politik görüşmemiz, dostça paylaşımımız, ortak karar zeminlerinde görüş birliğimiz oldu. 35. Koğuş'ta PKK ve TKP-ML/TİKKO tutsakları uzun süre aynı komünü paylaştılar, devrimci dayanışma ve ortak yaşamın en güzel örneklerini sergilediler… Aslında devrimciliğin en güzel yaşam ve kültürel değerleri o zor zeminlerde yaratıldı. Bunda Cafer gibi devrimcilerin hatırı sayılır bir payı vardır. Kimi zaman bizim ile TKP-ML'li arkadaşlar arasında kimi sorunlar da çıkıyordu, ama Cafer bunların çözümünde hep önemli bir rol oynardı. Son derece sevecen bir üslubu, alçakgönüllü, cana yakın ve dostça yaklaşımları, her zaman sorumlu bir duruşu, saygın bir kişiliği vardı. O zamanlar hepimiz, devrimci romantizmin en güzel örneklerini yaşıyorduk, “politikada amatör”dük, bu anlamda da devrimci olmak, direnişçi olmak, “ortak yaşamı” sürdürmede en temel ölçüydü. Bu anlamda çoğu kez “farklı gruplarda” olduğumuz bile aklımıza gelmezdi. Farklı örgüt zeminleri, farklı ideolojik çizgiler birer gerçekti ve ortak ideallere yürümede birer formdu, zorunluluklardı. Ama bunlar dostluklar, güzel yoldaşlıklar ve arkadaşlıklar önünde engel değildi. Zindanın dar ve boğucu gerçekliği bunda belki etkileyici bir olguydu, ama kesinlikle belirleyici değildi. Aynı zindanda başka gruplardan arkadaşlarla Caferler ile yakaladığımız ve yaşadığımız sıcak dostluğu yaşamadık. Öncelikle bunda direniş karşısındaki duruşların farklılığı belirleyici bir etkendi, somut kişilik farklılıkları da bunun temel nedeni oluyordu. Ama Caferler ile direnişler karşısındaki duruşumuzun hemen hemen aynı oluşu, direniş süreçlerinde yaşanan sıcak ve samimi yaklaşımlar, unutulmaz dostlukların gerçekleşmesine yol açtı. Bu zor günler ve zeminler, aynı zamanda hepimizin belleklerinde ve ruhlarında güzel ve kalıcı dostlukların, değerlerin, ortak anıların oluştuğu günler ve zeminler olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Caferler'in şehit düşüşü en yakın arkadaşımın, en yakın sevdiklerimin yitirilişi kadar büyük acı vermiştir, vermeye devam ediyor…

Caferler, samimi ve tutarlı devrimcilerdi. Onlar, amaçlarına, ideallerine, yani devrim ve sosyalizm davasına her zeminde ve her zaman yürekten bağlıydılar; yaşamları, yaşamlarının her ayrıntısı bunun somut ve tartışmasız kanıtıdır! İdeolojik çizgileri, izledikleri yöntem ve araçlar hakkında söyleyebileceklerimiz ne olursa olsun, hiçbir şey bu gerçekliği değiştirmez. Özellikle ‘90'lardan bu yana devrim ve sosyalizm davasından kaçışın moda haline geldiği, neo-liberalizmin, reformizmin “yükselen değer” haline geldiği bu zamanlarda, samimi ve tutarlı devrimci olmak, devrim ve sosyalizm çizgisinde ısrar etmek; devrimci kimliğin, devrimci kalmanın ve devrimci olarak yaşamanın en temel ölçütüdür!

İşte Caferler, bu ölçünün canlı ve yaşayan örnekleridir! Diğer değerlerin ve anıların dışında bize, biz devrimcilere bıraktıkları en büyük miras, en büyük değer budur!

Okan ve Berna Ünsal arkadaşları Çanakkale zindanında tanıdım. Ortak birçok anımız, güzel ve acılı günlerimiz oldu. Devrimci etkinliklerin dışında futbol turnuvalarımız, ideolojik-teorik ve politik tartışmalarımız, paylaşımlarımız oldu. Okan'ın ortak türkü söylemelerimize sazıyla eşlik etmesi ayrı bir güzellikti. Hele “Kozanoğlu” türküsünde yaşadığımız ortak heyecan hala belleklerimizde capcanlıdır!

Bizi biraraya getiren, unutulmaz dostlukların yaşanmasına neden olan neydi? Kuşkusuz samimi ve tutarlı devrimcilerdik, bizi biraraya getiren temel neden buydu; parti veya grup farkı bunun önünde engel değildi… Zindanlarda devrimcilerin yan yana durmaları, ilkesel olduğu kadar yakıcı zorunluluklardan da kaynaklanıyordu. Bu zorunluluklar tetikleyicidir, dürtücüdür, ama devrimci direnişçilik, samimi ve tutarlı devrimcilik bunun belirleyici zeminidir! Öyle olmasaydı herkesle benzer dostluklar yaşanabilirdi, ama gerçeklikte yaşanmadığını herkes bilmektedir.

Okanlar, İmralı ihanetine tavır almamızı net bir biçimde desteklemiş, bunu kendi basınlarında yazılarımıza yer vererek açıkça göstermişlerdir. Burada önemli olan sembolik bir tutum değil, ilkeli, tutarlı ve samimi duruştur! Okanlar bunu gösterdiler…

Sonra 2000 yılının ölüm oruçları oldu… Caferler'i, Okanlar'ı, Bernalar'ı, Cemal Keserler'i bu eylemlerde görüyoruz… Tahliyeler, onları rehavete değil, yeni zeminlerde mücadele bayrağını daha da yükseltmeye götürdü… Elbette mücadele biçimleri, yöntemleri, bunun taktikleri hakkında çok söz söylenebilir. Yeri ve zamanı geldiğinde biz de kendi cephemizde bunları söyleriz, bunu, bu samimi, tutarlı ve direnişçi devrimci arkadaşlarımızın anısına bağlılığın bir gereği sayarız. Ancak bugün altı çizilmesi gereken nokta, davaya bağlılık, devrimci ve sosyalist kimlikte gösterilen ısrar, bunun da samimi ve tutarlı bir çizgi olarak bu arkadaşlar tarafından sürdürülmüş olmasıdır! Bunun ölümüne kanıtlanmasıdır, hem de bütün yaşamları boyunca…

Kuşkusuz, “ömrünü devrimci mücadeleye adamış, birçok sınavda alınlarının akıyla çıkmış, polis sorgularında ve zindan direnişlerinde direnmiş, sayısız kez ölümün sınırından dönmüş ve her defasında inandıkları çizgi doğrultusunda yeniden mücadele bayrağını yükseltmiş, önemli bir birikim ve deneyime sahip devrimcilerin katledilmiş olması, Türkiye ve Kürdistan devrimci mücadeleleri açısından çok büyük bir kayıptır!” (Sosyalist-Şoreşger Bildirisi'nden...)

Acımız gerçekten çok büyük, yüreğimiz acıyor… Bu, daha fazla mücadele, daha doğru ve sonuç alıcı yöntemlerle devrimci mücadeleye yüklenmek anlamına geliyor, onu tetikleyen bir etken oluyor…

Caferler, Aydınlar, Okanlar, Bernalar ve diğer devrim şehitleri, diğer şehitlerimiz gibi yolumuzu aydınlatan birer meşaledirler… Samimi, tutarlı ve ilkeli devrimcilikleri her zaman mücadele ve yaşam bayrağımız olacaktır!

Güzel dostlarım, devrimci yoldaşlarım siz rahat uyuyun!

Topraklarımız her zaman büyük devrimciler doğurmaya gebedir!

Onurla taşıdığınız bayraklarınız ve silahlarınız “elden ele” taşınacaktır, devrim ve sosyalizmin zaferine kadar!