06 Ağustos 2005
Sayı: 2005/31 (31)


  Kızıl Bayrak'tan
  Seydişehir direnişinin
anlamı ve önemi
  Seydişehir’de yağmacılara karşı militan
direniş!
   Avrupa Birliği’nin TEKEL’i ve tütüncülüğü bitirme dayatması
  TMY’de değişiklikler gündemde... Devlet terörde sınır tanımayacak
  ÖSS’de biçimsel değişiklikler
Coca Cola işçilerinin çadırına polis saldırdı
Sendikalaşmanın önündeki en büyük
engel sendika ağalarıdır!
  Adalet Ağaoğlu’nun İHD üyeliğinden istifası... “Aydın” olmanın
dayanılmaz hafifliği!
  Anayasa Mahkemesi kadın başkanla “taç”landı!
  Gelin canlar bir olalım, Hızır Paşalar’ın
kanlı iktidarını yıkalım!
  Munzur Festivali fiili
olarak gerçekleşti!
  Mersin Limanı işçilerinin eylemi sürüyor
  Bu UMUDU öldürmeye
gücünüz yetmez!
  Sınıf hareketinin güncel görünümü ve işçi
kurultayı çalışmaları (Orta sayfa)
  Tasfiyeciliği örtme ve teorileştirme aracı:
Demokratik konfederalizm!
  Şimdi de Gazze’ye ırkçı duvar

  ABD askerleri arasında depresyon
yaygınlaşıyor.

  İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (İRA) silahlı mücadeleye son verdi
  Özbekistan, topraklarındaki ABD
üssünün boşaltılmasını istiyor
  Düzen mumdan gemiyle ateşten denizi geçmeye çalışıyor
  Yarım kalan hayatlar
  Ekim Gençliği’nden
  Mamak 2. Kültür-Sanat Festivali
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Bu UMUDU öldürmeye gücünüz yetmez!

Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ ordunun sermaye basınına balans ayarı çektiği bir brifing vermişti. Klasik basın toplantısı formatından öte Kürt halkını ve devrimcileri açıktan hedef gösteren ve yönlendiren bu toplantı yeni bir döneme girişi ifade ediyordu. Zira daha önceki toplantılarda Başbuğ kürsüye çıkarak konuşurken, bu sefer ikramlarla ağırlanan “gazetecilerle” karşılıklı sohbet etti, fikir alışverişinde bulundu. Zaten konuşmasında da belirttiği gibi, TSK'nin bu toplantıdaki amacı görüşlerini kamuoyuyla paylaşmanın yanısıra, bu konuda medya mensuplarının da görüşlerini almak ve diyalog ortamını sürdürmektir. Bu bağlamda medyada yeralan görüş ve yorumlardan yararlandıklarını söyleyerek, “medyanın gücünü sadece haber almak ve vermekten değil, halkın düşüncelerini daha fazla belirginleştirmekten” aldığını söylüyor. Konu kuşkusuz devrimci basında ve bu arada Kızıl Bayrak'ta yeterince işlendi. Yine de bazı şeyleri tekrar etmek pahasına bu konu üzerinde durmayı sürdürmek gerekir.

Toplantının ana gündemi, terör ve terörle mücadele. Londra'da patlayan bombaların ardından oluşan atmosferi de arkasına alan Generel Başbuğ, bütün düzen muhaliflerini, devrimci basın, kurum ve kuruluşlarını hedef göstererek, “terörle mücadele”nin temel “kilit nokta”sını şöyle ifade etti: “Terör örgütünü yaşatan umuttur. Terörle mücadeledeki kilit nokta, terör örgütünün başarı umudunu kırmaktır. Bu umut kırılmadıkça terör devam edecek, terörle mücadele daha fazla zaman alacak, aksi davranışlar terör örgütünün yaşaması için ilaç olacaktır.”

Bu işi zaten yıllardır yapan sermayenin satılık kalemşörleri bu emri alırlar da hiç dururlar mı? Direktifi yüksek yerden almış olmanın ciddiyet ve heyecanıyla günlerdir terör edebiyatı üzerinden yazıp çiziyorlar. Bütün sermaye basını günlerdir terörü tanımlıyor, terörle mücadeleye dair teoriler geliştiriyor. Demokratik kitle örgütlerinden sosyalist basına ve özgürlük isteyen Kürt halkına kadar bütün düzen muhalefetini hedef gösteriyorlar.

Konu üzerine yazanlardan biri de bu tarifleri zaten yıllardır Milliyet'teki köşesinden veren faşist Taha Akyol'dur. 20 Temmuz tarihli köşesinde, “ASIRLAR ve son zamanlar gösteriyor ki, Kürt'leri yok saymak ve çağın gereği olan bireysel liberal özgürlükleri tanımamak da, etnik milliyetçilik de yanlış!” diyor. Bu duruma ilişkin “sosyolojik tahlil”i ile çözüm reçetesi ise şöyle: “Topluma bağlanmak için iş ve sosyal statü gibi itibarlara sahip olmayan heyecanlı gençlerde Apo yakalanmasına rağmen bir ‘örgüt' cazibesi, bir ‘dağ' romantizmi belli ki devam ediyor. Dağdaki gençlerin yüzde 40'ı çatışmaya henüz girmemiş. Yüzde 60'ı eğitimsiz. Bireysel kimlikleri yok. Cahil oldukları için inandırılmaları kolay. Bunların yüzde 75'i de işsiz. Mesela dönenlere belli ekonomik yardım yapılması, durumuna göre iş sağlanması, ‘dönüş'ü psikolojik olarak kolaylaştıracaktır.” İş ve sosyal statü bağlarının geliştirilmesi, politik tansiyonun düşürülmesiyle, bu arada Zanalar ve DEHAP gibi yapılanmaların da baskı altına alınarak ehlileştirilmesiyle birlikte bu sorun kökten çözülecekmiş!

İkinci örneğimiz bu alanda daha da uzman olan, geçmişte sol hareket bünyesindeki ajanlık faaliyetiyle ünlenen eski MİT uzmanı Mahir Kaynak. Her yazısını bir şekilde devrimci harekete, Kürt halkına karşı düşmanlığa bağlayan sicili bozuk bu zat, Londra'daki bombaların hemen ertesinde şu tespitte bulunuyor:

“Karşı koyma, eylemleri engellemek olarak algılanırsa, fazla bir başarı şansı yoktur. Çünkü eylemi hazırlayanlar bizim gücümüzü, metotlarımızı, halkın tepkisinin ne olacağını bilirler. Arada bir başarısızlıkla sonuçlanan eylemler bir savaş zayiatı olarak kabul edilir ve sadece işlerini zorlaştırmış oluruz. Yapılacak ilk iş verilmek istenen mesajları saptırmak, hatta onların amaçlarının tersine bir içerik kazanmasını sağlamaktır. Eylemin arkasındaki odağın ne olduğunu tahmin edebiliyorsak, halkın tepkisini onları zora sokacak bir biçime dönüştürmemiz gerekir. Ancak militanın kimliğine bakarak eylemi değerlendiriyorsak bunu gerçekleştirmemiz sözkonusu bile olmaz, aksine yaptıklarımız karşı tarafı güçlendirir. Militan yakalamak zordur ve çok önemli sonuçlar yaratmaz, ama bir politika tahmin edilebilir ve bunun odağına nüfuz mümkün olabilir. Doğru bir teşhisten sonra atılacak ikinci adım eylemin karşılıksız kalmayacağına ve çok farklı bir alanda da olsa, cevabının verileceğine herkesi inandırmaktır” (5 Temmuz 2005, Star).

Yani bunun tercümesini birkaç cümleyle özetlersek, Eyüp Beyaz gibi “teröristi” dünyanın gözü önünde infaz etmek yetmez. Haber yapılmamalı, ideolojik muğlaklık yaratılmalı, infazlar çoğaltılıp insan avı yaygınlaştırılmalıdır. Bu haber bu haliyle ekranlara taşınmalıdır! Başarıya olan umut ve inançlar ancak böyle kırılacaktır!

Peki bunlar yapıldığı taktirde Başbuğ'un ifade ettiği “Terör örgütünü yaşatan umudu, başarıya olan inancı” kırılacak mı?

Kokuşmuş burjuva düzeninin çok bilmiş bu savunucuları devrimci siyasal mücadeleyi üreten ve döne döne besleyen koşullar hakkındaki kıt anlayışlarını da böylece açığa vurmuş oluyorlar.

80 milyona yaklaşan Türkiye nüfusunun %90'ını oluşturan emekçiler için umut, iş ve aştır. Çocuklarına sağlıklı bir gelecektir, eğitimdir, insanca bir yaşamdır. Kimisinin gücü yetmediği için sürekli derin bir ah çekerek “inşallah bir gün” dediği, başka kimisinin yıllarını vererek derme-çatma yaptığı ve günün birinde başına yıktırılan bir gecekondu evidir umut. Anadilini konuşmak, eşit haklara sahip olmak, insan gibi yaşayacağı bir ücret hayal etmektir umut. Günlerce sabahlayıp aylarca maaşını alamadığı zaman çocuğunun-eşinin boş bakışlarının kendi hiçliğini seyre dalmasıdır umut. İtilmemek, horlanmamak, gözünün yaşına bakmadan işten atılmamak, yaşadığı sefalet ve rezillikten kurtulmak istemektir. Veyahut kolunu makineye kaptırdığında, arkadaşı gözünün önünde dişliler arasında can verdiğinde, yıllardır içten içe kabaran ve artık patlayıp bir sele dönüşen öfkedir umut.

İşte bu “umudu” kırmak için, milyonlarca emekçiyi sefaletin dipsiz kuyusuna her gün biraz daha iterek kıyımdan geçirmeniz gerekecek. İşte Ulucanlar'da, 19 Aralık'ta, zindanlarda, hücrelerde katledilmek istenen “umut-irade” bu olmuştur. Coca Cola, TEKEL, SEKA, Seydişehir, Telekom işçilerine saldırarak yerlerde sürüklenen, kırılmak istenen “umut” bu olmuştur.

Peki milyonlarca emekçiyi açlığa, sefalete iterken, televole kültürüyle uyuşturup yozlaştırırken, milyonların koyun sürüsü olup buna sürekli biçimde seyirci kalacağını mı sanıyorsunuz? Saltanatınızın, tokluğunuzun keyfini sınırsız çıkarabilme umudunuzun sonsuza kadar süreceğini mi sanıyorsunuz. Bu sömürü düzeninize “tehdit” olarak görmediğiniz insan kaldı mı?

Tarihiniz halkların boğazlanması, üretenlerin sömürülmesi tarihidir.

Tespitleriniz doğrudur. Biz gücümüzü milyonlarca emekçinin bağrından ve bin yıllardan günümüze uzanan haklı bir davadan alıyoruz. Toprağın derinliklerine kök salan bu umut, her gün biraz daha devleşerek çoğalıyor. İnsan hayatına bir sinek kadar değer vermeyen çürümüş düzeniniz milyonlarca emekçiye iş, eğitim ve umutlu güzel günler vaadedemeyeceğine göre, sunacağınız tek şey kan, ölüm ve sefalet içinde bir yaşamdır. Sizin geleceğinizin selameti için, çürümüş düzeninizin bir günlük ömrü için de tek umudunuz budur.

Biz bunu biliyoruz ve görüyoruz. Yaşamımızı bu “UMUDA” adamış komünistler olarak bir kez daha tekrarlıyoruz: Bu umudu öldürmeye, bu iradeyi kırmaya sizin gücünüz yetmez!

A. S. Diren

-----------------------------------------------------------------------------------------

Evlerimizi yıktırmayacağız!

Bir süredir “Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında İstanbul'da işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Güzeltepe, Gülsuyu ve Cambaztepe vb. mahallelerindeki gecekondular yıkılmaya başlandı. Düzen, yıllardır oturduğu evlerini korumak isteyen mahalle halkına polisiyle, jandarmasıyla saldırdı. Yıkmak istediği binlerce evde oturan binleri hiçe sayan sermaye iktidarı yalan ve dolanlarla halkı kandırarak binlerce insanı evsiz bırakmaya ve yeni sömürü ve rant kapıları yaratmaya çalışmaktadır. Binlerin direnişine rağmen yapmaktadır bütün bunları.

Ankara'da da birçok gecekondu mahallesi “Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamı içindedir ve dolayısıyla tehdit altındadır. Şentepe'nin neredeyse tamamını kapsayan proje, yıllar önce büyük emekler harcanarak, bedeller ödenerek kurulan mahalleleri tehdit etmektedir.

Bu bilinçle gittiğimiz mahallede gerçekleştirdiğimiz bildiri dağıtımı oldukça ilgi gördü. Dağıttığımız bildiriyle İstanbul'daki gelişmelerden ve gerçekleştirilen direnişlerden ve binlerin katıldığı eylemlerden bahsettik. Birçok evde sohbet etme imkanı bulduk. Sorunlardan bunalan mahalle halkı bu çalışmamızı olumlu bir tutumla karşıladı.

BDSP/Ankara