26 Kasım 2005 Sayı: 2005/46 (46)

  Kızıl Bayrak'tan
  Devlet ve düzen suçlarının üstünü örtme, suçluları koruma telaşına düştü
  Şemdinli'nin yaydığı dalga kabarıyor
  Yüksekova'da onbinlerin katıldığı cenaze töreni
  Ülke çapında Şemdinli protestoları
  "Şemdinli, Yüksekova'nın faili devlettir"
Şemdinli protestolarından
Ordu'da skandal bitmiyor; Yalova'da deprem soygunu
  CHP Kurultayı ve ötesi
  DİSK'ten sermayeye "daha aktif" hizmet!
  Laik-şeriatçı bölünmesi değil emek-sermaye bölünmesi
  Sendikal ihanet çetelerinden arsızlığın bu kadarı
  Roj TV tartışmaları; Basın özgürlüğü kimin için?
  Son milli maçta yaşananlar devlet geleneğinin resmidir
  Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerine... Devletin gizli ama gerçek anayasası / Orta sayfa
  Her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor
  Ankara Sendika Şubeler Platformu sözcüsü ile röportaj
  Şemdinli ve gençlik alanında devrimci sorumluluklar
  Ekim Gençliği: Hedefli, sistemli bir kitle çalışması ve yoğun bir politik faaliyet örgütlüyoruz
  Ekim Gençliği'nin 10. yılında özgüleştirilmiş bir kampanya hazırlığı
  Irak'ta zorunlu olan halkların birleşik direnişidir!
  APEC zirvesini onbinlerce emekçi protesto etti
  Tekeller işkenceden de kar ediyor
  Yerel işçi kurultaylarında "işçilerin birliği halkların kardeşliği" şiarı yükselecek!
  Yerel işçi kurultayı hazırlıklarından
  Değiştirmek için değişmeli!
  Ekim Devrimi 88, Yeni Ekimler'in Partisi 7 yaşında!
  Basından/ Şemdinli olaylarının siyasal boyutu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Son milli maçta yaşananlar devlet geleneğinin resmidir!

Günümüzde futbol kitleleri en çok etkileyen spor haline gelmiş durumda. Oysa teknik olarak futbol basitçe 22 kişinin sınırları belli bir alanda, bir topu 2 direk arasından geçirme mücadelesidir. Üzerine uzun uzun konuşulan, sabahlara kadar süren tartışmalara konu olan futbol bu kadar basit bir oyundur. Herkes tarafından oynanabilir olması da onu çekici kılmıştır. Futbol oyununda sınıf yoktur. Maç sırasında herkes kendine verilen görevi yapar ve iyi oynayan kazanır. Maç içerisinde herşey ortadadır. Kişisel yetenekler ne olursa olsun takım oyunu esastır. Belki de onu en fazla çekici kılan da bunlardır. Ancak kapitalizmin el atmasıyla bir sektör haline gelen futbol, Simon Kuper’in de dediği gibi, “asla sadece futbol değildir.”

Futbol, bir takım entelektüel çevrelerin hedef tahtasına çakılsa da aslında tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Mısır’da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma ve müzelerde sergilenen 7.5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştır. Homeros da “Odiesa”da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin’de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.

Bugünkü biçimini 17. yüzyıl ortalarında İngiltere’de alan futbol, günümüzde kapitalizmin bir silahı haline gelse de aslında kurban olan futbolun kendisidir. Futbola burjuvazinin biçtiği rol, bizim açımızdan asıl tartışma konusu olan yöndür. Ülkemizdeki erkek egemen toplumun futbola yüklediği feodal karakter üzerinden yapılan “derin” tahliller veya holiganizmin ve şiddetin futbolun doğal karakteri olduğunu ispatlama yolundaki çabalar, sorunun kaynağını örtmekten başka bir anlam taşımaz. Tüm toplumda yarattığı deformasyonla kapitalizm, futbolun birleştirici etkisini de kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmayı ustaca başarıyor. Bir futbol takımı taraftarı olmak üzere yaratılan kamplaşma, çatışmaya kadar varan düşmanlık, bir yanıyla insanların bir gruba dahil olma ihtiyacını karşılarken, diğer taraftan öfkenin istenen sınırlara daha doğrusu istenen hedefe yönelmesi sağlanıyor. Suçu futbola yıkıp kurtulmak sorunun ne çözümünde ne de tanımlanmasında bir yol almamızı sağlar.

Son günlerde birçok politik gündemden daha çok öne çıkan şey İsviçre-Türkiye maçı oldu. Kimin dünya kupasına katılacağını belirleyecek olan eleme maçları öncesi başlayan tartışmalar, yaşanan olaylarla yeni boyut kazandı. İsviçre’nin bayrağındaki haç ve Türkiye’nin bayrağındaki ay-yıldız, haçlı savaşlarını Anadolu’ya yüzyıllar sonra geri taşıdı.

“Cehenneme hoş geldiniz!” pankartları ile karşılanan İsviçreli futbolcular gerçekten de cehennemi yaşadılar. Futbolcusundan antrenörüne kadar herkes “Mohaç ufkunda” uçma hevesindeki “bin atlı akıncı”ydı adeta. Son dönemin yükselen değersizliği şovenist histerinin milli maça yansıması da aynı gözü dönmüşlükle oldu. Saha içine özel izinle alınan mafya bağlantılı insanlardan Fatih Terim ve yardımcılarına kadar herkes ülkesini en iyi biçimde temsil etti. TC “bir spor karşılaşmasında nasıl temsil edilir?” sorusunun cevabı en güzel biçimde verilmiş oldu.
İsviçre-Türkiye maçı ile ortaya çıkan tablo süregiden şovenist propagandanın yeşil sahalara yansımasıdır. “Yeterince motive” edilemeyen taraftarın sahaya inememesi ile eşiğinden dönülen linç olayları, burjuvazinin tasmasını bıraktığı köpek sürüsünün dişinin kovuğuna bile yetmeyecek bir şekilde stat koridorlarında gerçekleşti. İsviçre takımının da karşılık vermesiyle büyüyen olaylar, gözümüzün önünden geçen görüntüleri ile bu devletin nasıl temsil edilmesi gerektiğini örnekledi. Devletin tüm kurumlarıyla desteklenen bu davranış tarzı daha havaalanında başlamış, pasaport kuyruğunda bekletilen İsviçreli futbolcular oraya nasıl girdiği belli olmayan bir güruh tarafından taciz edilmişti. Maçın başından sonuna kadar Türkiye takımı saldırgan ve gereksiz sertlikleriyle ortamı açıktan provoke ederken, Fatih Terim de yandan “ayağına basılacak” futbolcuları işaret ederek tüm detaylarla ilgileniyordu.

Ancak bu haliyle devlet geleneği için yapılanlar yetersizdi. Maçın bitmesi ve neticenin mağlubiyet olması ile II. Fatih’in hücum emri İstanbul’da yankılanmış ve kulübeden fırlayan futbolcular düşmanı önce topa tutmuş ve sonrasında topyekûn taarruz düzenlemişti. Koridorlarda görevlilerden alınan destek ile İsviçreli futbolcular tartaklandı. Bazı yöneticilerin ise bu sırada hedef saptırıp hakem odasına saldırdığı söylenenler arasında.

Kısaca olay hakkında burjuva medyanın anlattıkları bu kadar. Tarz değişse de milli sporcular açısından olaylar değişmiyor.

Hatırlanırsa bir dönem doping skandalı ortaya çıkanlar kazanmak için “herşeyin yapılabileceği” felsefesini onaylıyordu. Genç sporculara antrenörleri tarafından verilen doping maddeleri TC’nin spora bakışını somutlamıştı. Ancak olayın ısrarla gündemde tutulması ve tüm diğer gündemlerin önüne set çekilmesi de olayın farklı bir yönü. Portekiz’in faşist diktatörü Antonio Salazar, “Ben, Portekiz’i 38 yıl süreyle, 3 F, yani Fatıma (örgütlü din), Fiesta (şölen) ve Futbol’la yönettim!’’ demişti. “Bana 200 bin kişilik bir uyku tulumu yapın!” diyen İspanya’nın eli kanlı faşist diktatörü Francisco Franco’nun bu buyruğu, ortaya Falanjistler’in takımı Real Madrid’in ünlü Bernabeau Stadı’nı çıkarmıştı. Bu samimi itiraflar toz duman arasında görünmeyenleri anlatmaya yetiyor herhalde.

Hemen her televizyonda tüm haber ve tartışma programlarını işgal eden maç, kasıtlı olarak ülke gündeminin başköşesine oturtuluyor. Şoven duygular milli maç vesilesiyle körüklenirken bir yandan gündem değiştiriliyor, bir yandan reklamlar kırmızı-beyaza boyanıyor. “Milli takıma başarılar dileyen” onlarca firma, ustaca “tribünlere oynamaya” başlıyor. Milli takım üzerinden yapılan reklamlar ve maçların gürültüsünde kaybedilmeye çalışılan kriz, işsizlik ve açlık...

Ancak bu konuda ordunun bir dönem yaptığı vurgunun büyüklüğüne kimse erişememiştir. Ordunun birkaç sene önce gösterime giren bu şoven prodüksiyonunda, fondaki Türk bayrağı ve Çanakkale anıtının önünde birer asker olarak resmedilen milli takım futbolcuları, TSK’yı Güçlendirme Vakfı’na bağış yapmamızı öğütlüyorlardı. Bağışların toplanacağı adres ise beklendiği gibi Oyakbank’tı.

Basit bir spor dalına yaptıkları kapitalizmin toplumda yarattığı tahribatın kanıtıdır. Kapitalizm elini attığı herşey gibi futbol endüstrisini de alabildiğine kirletmiş ve kendine benzetmiştir. Yürütülen karapara operasyonları, mafya ilişkileri ve hatta derin devlet bu sektörü kuşatmış durumdadır. Futbolda daha önce olanları hatırlayalım; Fatih Terim’in Galatasaray’daki ilk döneminde Mehmet Ağar, Florya’da basın açıklamaları yapıyordu. Ağar ile Terim’in ortaklaşa yaptıkları işlerden büyük paralar kazandığı biliniyor. Ki Terim yönetimindeki bazı futbolcular Korkut Eken’i cezaevinde ziyaret edecek kadar içlerinde “ülke sevgisi” taşıyorlardı.

Geçen hafta aynı futbolcular yedek kulübesinden hocalarının işaretiyle deplasman takımı oyuncularının üzerine fırlarken taşıdıkları geleneği açıkça ortaya koymuşlardı. Milli takımın yeni hocası Terim İtalya’ya ikinci gidişinde, ne tesadüf ki, mafyayla ilişkileri ayyuka çıkan Berlusconi’nin takımı Milan’da çalışmıştır. Beşiktaş’ta en uzun süre başkanlık yapan Süleyman Seba da eski bir MİT yöneticisidir. Onun zamanında Beşiktaş kongrelerinin koruma işini MİT üstlenmiştir. Fenerbahçe’de de durum farklı değildir. Bir dönem başkanlık yapan Güven Sazak’ın abisi olan tescilli faşist Gün Sazak onlarca devrimcinin ölüm emrini veren faşist bir MHP’li yöneticiydi. Fenerbahçe’nin şimdiki başkanı Aziz Yıldırım geçimini silah ticaretinden ve NATO’ya yaptığı inşaatlardan sağlamaktadır. Yani en kirli yollardan para kazanmaktadır. Tuhaf olan futbolda başarı kazanan takımın her zaman bu türden güçlü bir simayı bünyesinde barındırmasıdır.

Futbol her yönüyle kitlelere malolmuş bir spordur. Hem herkes tarafından oynanan hem de profesyonel olarak yürütülen şekli büyük bir izleyici kitlesine sahiptir. Burjuvazi bu altın yumurtlayan sektöre çok önem veriyor. Milyarlarca dolarlık bu pazar, stadyumlarda ve ekranların karşısında toplanan milyonlarca insan; takımlarının formaları, atkıları, bereleri, eşofmanları, servet haline gelen kombine biletleri, dekoderleri ile kapitalist bir endüstri haline dönüşmüştür.

Ve kapitalizmin tüm pisliklerini bunun içinde görmek mümkündür.
Konuyu devrimci sınıf partisinin spora ilişkin program maddesiyle bitirelim:

“Halkın ruhsal ve bedensel sağlığını amaçlayan, dostluğu ve dayanışmayı güçlendiren kitle sporu teşvik edilir. Her türden spor tesisi tüm üretim ve yaşam alanlarında yaygınlaştırılır.” (Türkiye Komünist İşçi Partisi Programı)