4 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/14

  Kızıl Bayrak'tan
  Dönemin yüklediği sorumluluk bilinciyle mücadeleye!
  Sendikal bürokrasi ve taban inisiyatifi
İşçi ve emekçiler mücadelenin,
Türk–İş ağaları sermayenin safında!
SSGSS yasa tasarısı karşıtı eylemlerden...
Dizginsiz devlet terörü sürüyor!
Emperyalistler Kıbrıs’ta iş başında…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizinde yeni safha - EKİM
  Direnen İşçilerle Dayanışma Etkinliği…
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Sefalete, sömürüye, köleliğe boyun eğme!
Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı’na katılalım!
Mücadeleye güç verelim!
  Çiğli Organize’de bulunan Kalmaksan önünde saldırıya uğrayan Çiğli İşçi Bülteni çalışanı ile konuştuk...
  Rice son ayda ikinci Ortadoğu gezisini gerçekleştirdi...
  İşgalci güçlerle Bağdat’taki kuklalarından ortak saldırı…
  Durum ve devrimci görevler… M Can Yüce
  Kapitalizm, Kriz: Olasılıklar ve
Olanaklar Sempozyumu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sendikal bürokrasi ve taban inisiyatifi

Tarihsel pratik üzerinden bakıldığında sendikalar sınıfın öz mücadele örgütleridir. Ne var ki Türkiye’de bugün belli istisnalar dışında sendikal yapılanmalar bu tanımın bir hayli uzağına düşmüş durumdadırlar. Sendikal konfederasyonların yönetimini tutanların bir bölümü doğrudan doğruya sermaye sınıfının bir parçası haline gelmişlerdir. Doğal olarak da bunlar, mensubu bulundukları sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket etmekte ve sendikal hareketteki konumlarını da işçi sınıfını denetim altında tutmak için kullanmaktadırlar. Konfederasyon yönetimlerinin diğer bir bölümü ise uzlaşmacı sendikal anlayışı temsil etmekte ve dolaylı olarak onlar da sermayenin değirmenine su taşımaktadırlar. Bu iki temel anlayış, konfederasyonlara bağlı sendikaların yönetimlerinde de bir hayli yaygın durumdadır. Kısacası işçi sınıfının mücadele örgütleri olması gereken sendikalar, bu iki temel sendikacılık anlayışı sayesinde tam tersi bir işlev görmekte, sermayenin işçi sınıfını kontrol altında tutmasına hizmet etmektedirler. Bunun adı sendikal ihanetten başka bir şey değildir.

Sendikal ihanetin tarihi hiç de yeni değildir. Bunu görmek isteyenlerin Türk-İş’in tarihine bir parça göz atması yeterlidir. Fakat bu ihanetin özellikle son yıllarda çok daha pervasız bir hal aldığı da somut bir gerçektir. İşçi sınıfının en temel haklarını birer birer gasp eden sermaye bu konuda en büyük desteği sendikal ihanet çetelerinden almıştır. Gene TİS’lerin ezici bir çoğunluğu patronların isteklerine göre “satış sözleşmesi” olarak bağlanmış, pek çok işyerindeki örgütlenme çabası da sendika yönetimlerinin patronlarla işbirliği sayesinde boşa çıkartılmıştır. İhanet konfederasyon yönetimleriyle sınırlı kalmamış ve gelinen yerde sendikal hareketin bünyesini yukarıdan aşağıya büyük oranda sarmıştır. Döne döne ve her alanda sergilenen ihanet pratiğinin olumsuz etkileri nedeniyle, işçi yığınlarında sendikal örgütlenme fikrine karşı güvensizlik gelişmiştir

Özetle bu durum geleneksel sendikal hareketin artık iflas ettiğini, ömrünü tamamladığını göstermektedir. Bugün geleneksel sendikal hareketin can çekişerek de olsa yaşamını sürdürmesinin tek nedeni, onu yıkıp yerini alacak yeni örgütsel araçların geliştirilememiş, devrimci temellerde yeni bir sınıf hareketinin yaratılması noktasında anlamlı adımlar atılamamış olmasıdır.

Şubat 2005’te gerçekleştirilen “Güvencesiz çalışmaya, geleceksiz yaşamaya hayır!” Sempozyumu’na BDSP tarafından sunulan tebliğde sendikal hareketin durumu ve sendikal ihanetin aldığı boyutlar özetlendikten sonra şunlar söylenmekteydi: “Sınıf hareketi köklü bir yenilenme yaşamak durumundadır. Bugün gündemde olan ve tarihsel önem taşıyan saldırıların püskürtülebilmesi, saldırıların hedefi olan işçi ve emekçilerin silkinip ayağa kalkmasına, örgütlü, birleşik bir mücadele yürütmesine bağlıdır. Sınıf hareketinin üzerindeki ölü toprağını atması, siyasal bir sınıf hareketinin yaratılmasına bağlıdır. Sendikaların içinde bulunduğu tablo bu yenilenmenin sendikaları da kapsaması gerektiğini göstermektedir. Sendikalar sermayenin denetim araçları olmaktan çıkartılmalı, yeniden gerçek işlevine kavuşturulmalı, işçi ve emekçilerin mücadelesine hizmet etmelidir.”

Aynı tebliğde, devrimci bir sınıf hareketinin yaratılması noktasında atılacak adımlar da tartışılmaktaydı. Metinde devrimci bir siyasal sınıf hareketinin yaratılması noktasında temel sorumluluğun “işçi sınıfının tarihsel misyonuna inanan emekten yana güçler ile saldırıların birebir muhattabı olan sınıfın ileri, öncü kesimleri” olduğu vurgulanıyor, sınıfın örgütsüzlüğü sorununa değiniliyor, bu sorunun kapsamı ortaya konulduktan sonra da başlıca çıkış noktalarından biri olarak taban örgütlerinden söz ediliyordu: “Örgütlenme sorununun çözümünde çıkış noktası olacak araçlardan biri taban örgütleridir. Bu tür örgütlenmeler sermayenin saldırılarına ve sendikal ihanete karşı biriken öfke ve tepkinin mücadele kanallarına akıtılması noktasında önümüzdeki dönemde önemli işlevler yüklenebilirler.”

Taban örgütlerine yapılan bu genel vurgu, tebliğin ilerleyen bölümlerinde, sermayenin güncel saldırılarına karşı mücadelenin örgütlenmesi sorunu ele alınırken daha somut biçimler üzerinden ortaya konulmaktaydı: “Sosyal saldırılar, hak gaspları ancak güçlü ve uzun soluklu bir mücadeleyle, sınıfın en geniş kesimlerini harekete geçirecek, ona yol gösterecek devrimci bir sınıf örgütlülüğüyle püskürtülebilir. Ne sendikalar, ne de alt ve orta kademe sendikacıların oluşturduğu Emek Platformu gibi oluşumlar bu ihtiyacı karşılayabilir. Tepeden, merkezi olarak oluşturulmaya çalışılan, sendikal sınırları ve sendikalist anlayışları aşmayan, bürokratik işlerle vakit öldüren içi boş platformlar yerine, ayağını sağlam biçimde fabrikalara, işyerlerine, yerellere basan, gerçekleşen saldırılara karşı günbegün mücadele içerisinde pekişen güç ve eylem birlikleri oluşturulmalı, bu çalışmaya bağlı olarak giderek daha merkezi oluşumlara gidilmelidir.”

Sınıf devrimcileri bu tebliğde dile getirilen türden vurguları son yıllarda sayısız kez yinelediler. Sınıfa müdahale pratiklerine de bu bakış doğrultusunda biçim vermeye çalıştılar. Çalışma yürüttükleri her alanda öncü, mücadeleci işçileri devrimci sınıf hareketi ve taban örgütü fikirlerine kazanmak için uğraş verdiler. Bu yönde pratik adımlar atılması için büyük emekler harcadılar. Son birkaç aydır sınıf hareketi cephesinde yaşanan gelişmeler, sınıf devrimcilerinin söylediklerinin boşuna olmadığını pratik olarak göstermiş bulunuyor.

Gerçekten de SSGSS saldırısı yeniden gündeme geldiğinde mücadeleyi örgütlemek için harekete geçen ne Emek Platformu ne de Türk-İş oldu. Bütün konfederasyon yönetimleri beylik söylemlerle meseleyi geçiştirmek niyetindeydi. Fakat mücadeleden yana güçlerin bir araya gelmeleri, tabanda biriken öfkeyi örgütlemeye girişmeleri oyunu bozdu. Emek Platformu’nun apar-topar devreye girerek kararlaştırdığı ve böylece “hava alma”yı umduğu 14 Mart “çalışmama hakkını kullanma” eylemi, tam tersine yığınların militan öfkesinin sokaklara taşmasına neden oldu. Sermayenin ve ihanet çetelerinin umduğundan çok daha kitlesel, coşkulu ve militan geçen eylemler bir süreliğine de olsa sermayeye geri adım attırdı.

14 Mart eyleminin yarattığı ortamda hükümetle görüşen ihanet çeteleri bir kez daha kendilerini tanıyanları yanıltmadılar. “Mutabakat oyunu” olarak adlandırabileceğimiz yeni bir ihanete imza attılar. Bu sayede sokaklara taşan mücadele dinamizmini köreltebileceklerini, alışık oldukları üzere bir kez daha sınıf ve emekçi hareketini kendi kontrolleri altına alabileceklerini sandılar.

Fakat bir kez daha yanıldılar. Bir-iki gün süren tereddüt, 24 Mart toplantısının içeriği belli olduktan sonra hızla dağıldı. “Herkese sağlık, güvenli gelecek” platformlarında bir araya gelen mücadeleci güçler bir kez daha inisiyatif aldılar ve yalan perdesini yırtmak, sınıfın gerçek talepleri doğrultusunda mücadeleyi yükseltmek için harekete geçtiler. Tabanda oluşturulan bu basınç ilk sonuçlarını Emek Platformu üzerinde gösterdi. Hükümetle yapılan görüşme sonrasında “mutabakat oyunu”nun figüranlığını yapan ve böylece yığınların aldatılmasına hizmet eden DİSK, KESK ve TTB yeniden tutum belirlediler ve mücadeleci güçlerle birlikte hareket etmeye yöneldiler. Bütün bu güçler tarafından gerçekleştirilen 1 Nisan eylemleri 24 Mart’tan sonra belirsizliğe sürüklenen SSGSS karşıtı mücadelenin belli bir toparlanma içinde olduğunu gösterdi.

14 Mart ve 1 Nisan’da gerçekleştirilen eylemler, militan sokak gösterileri her şeyden önce sınıfın ve emekçi yığınların mücadele kapasitesini gözler önüne sermiştir. Fakat bunun kadar önemli olan bir diğer nokta ise, sınıf ve emekçi hareketinde taban inisiyatifinin gözle görülür bir hal almasıdır. Özellikle 1 Nisan eylemlerinde hükümetin saldırgan açıklamalarına ve Türk-İş yönetiminin açıkça eylem kırıcılığı yapmasına rağmen binlerce Türk-İş üyesinin de alanlara çıkması önemli bir gelişmedir. Yakın zaman öncesine kadar hayli güçlü olan Emek Platformu ve Türk-İş yönetiminden medet umma tutumu hızla aşınmaktadır. Buna Türk-İş tepe yönetiminin sendikalar ve şubeler üzerindeki otoritesinin belirgin biçimde zayıflaması durumu eşlik etmektedir.

Özetle sendikal harekette tepe yönetimlerle taban arasında bir süredir yaşanan yabancılaşma ve kopuşma giderek yeni bir biçim kazanmaktadır. Düne kadar ihanet çetelerine tepkisini susarak, sendikadan koparak, sendikal örgütlenmeye uzak durarak gösteren işçi ve emekçiler arasında mücadele eğiliminin geliştiği, örgütlenme ve inisiyatif alma noktasında da eskiye göre çok daha belirgin bir tutum içine girebildikleri görülmektedir.

Şüphesiz ki, bu sınıf hareketi açısından oldukça olumlu bir gelişme çizgisine işaret etmektedir. Çünkü tabanda yaşanan bu gelişme giderek “ayağını sağlam biçimde fabrikalara, işyerlerine, yerellere basan, gerçekleşen saldırılara karşı günbegün mücadele içerisinde pekişen güç ve eylem birlikleri”nin yolunu döşemeye adaydır. Şu an süren SSGSS karşıtı mücadelenin en özgün yanlarından biri budur. Şu ana kadar elde edilmiş kısmi başarısını da önemli oranda buna borçludur.