4 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/14

  Kızıl Bayrak'tan
  Dönemin yüklediği sorumluluk bilinciyle mücadeleye!
  Sendikal bürokrasi ve taban inisiyatifi
İşçi ve emekçiler mücadelenin,
Türk–İş ağaları sermayenin safında!
SSGSS yasa tasarısı karşıtı eylemlerden...
Dizginsiz devlet terörü sürüyor!
Emperyalistler Kıbrıs’ta iş başında…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizinde yeni safha - EKİM
  Direnen İşçilerle Dayanışma Etkinliği…
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Sefalete, sömürüye, köleliğe boyun eğme!
Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı’na katılalım!
Mücadeleye güç verelim!
  Çiğli Organize’de bulunan Kalmaksan önünde saldırıya uğrayan Çiğli İşçi Bülteni çalışanı ile konuştuk...
  Rice son ayda ikinci Ortadoğu gezisini gerçekleştirdi...
  İşgalci güçlerle Bağdat’taki kuklalarından ortak saldırı…
  Durum ve devrimci görevler… M Can Yüce
  Kapitalizm, Kriz: Olasılıklar ve
Olanaklar Sempozyumu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapatma davası Anayasa Mahkemesi’nde...

Düzenin çatlağını daha da büyütmek için mücadele ateşini körükleyelim!

Düzen cephesinde iktidar kavgası, en son, AKP hakkında açılan kapatma davasıyla bir kez daha kızışmış bulunuyor. Yargıtay Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianamenin, 31 Mart tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edilerek işleme konmasıyla birlikte dava süreci de hukuken başlamış durumda.

Düzen medyasındaki yorumlara göre, AKP, davaya iki koldan hazırlanıyor; hızlı bir anayasa değişikliğiyle davadan kurtulma ve eski yöntemle yeni bir parti kurarak devam etme… Ancak medya üzerinden yorumlar o raddeye ulaşmış bulunuyor ki, ilgili savcılık ve mahkemeden hiçbir açıklama olmadığı halde varmış gibi yapılan bu haber ve yorumlar üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı açıklamasıyla bir uyarıda bulunmuş oldu: “Siyasi partiler hakkında açılan kapatma davaları nedeniyle eleştiri sınırı dışında kalan, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve tehdit içeren veya yargılama sürecini etkileme niteliğinde bulunan söz ve yazılar ile ilgili olarak adli yargı mercilerince gerekli yasal işlemlerin yapılacağı ise muhakkaktır.”

Çatışma düzen güçleri arasında olduğuna göre işçi sınıfı ve emekçi kitleleri çok da ilgilendirmeyeceği düşünülebilir. Ancak durumun böyle olmadığı, bizzat düzen kalemşörlerinin çatışan taraflara uyarı niteliğindeki yazılarında da görülüyor. Bu çatışma bir iktidar zaafiyeti yaratıyor, örneğin SSGSS konusunda hükümet geri adım atabiliyor, bunun gibi başka reformları da aksatacaktır ve İMF ile, AB ile ilişkileri bozacaktır… mealinde akıl hocalığı yapıyorlar.

Kapatma davasına ilişkin ABD ve AB’den gelen eleştiriler de, emperyalist odakların henüz Erdoğan ve hükümetini ‘deliğe süpürme’yi gerekli bulmadığını, daha kullanılabileceğini düşündüklerini gösteriyor. Örneğin; Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, gelişmelerle ilgili, “Türkiye’de aşama aşama gerçekleştirilmek istenen parlamentonun alaşağı edilmek istenmesidir” derken, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, “Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da AB süreci açısından kayıp bir yıl olacak gibi gözüküyor“ yorumunu getiriyor. Kapatma davasına karşı ilk açıklama ise geçen hafta Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’den gelmişti; “AKP’ye açılan kapatma davası AB üyelik müzakerelerini etkiler.” Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde da, ‘hukuk darbesi olacak’ yorumuyla bu kervana dahil olmuş bulunuyor.

Bütün bu gelişmelerin sınıf cephesinden bir tek değerlendirmesi olabilir; düzendeki bu çatlağa yüklenmek…

Emperyalistinden ‘yerli’sine, sermaye cephesini bir telaş aldıysa, sebepsiz değildir. Zaten sebebini de açıklıyorlar. Onların işçi ve emekçilerle alay edercesine “reform” adını verdiği saldırı yasaları gecikecek. Tabii, elbette işçi ve emekçiler bu kavgayı sadece seyretmekle yetinirse. Oysa düzen içi kavgadan en iyi yararlanmanın, bu vesileyle saldırıları geri püskürtmenin yolu, sınıf kavgasını yükseltmekten geçiyor. Sendikal cepheden de artık büyük oranda açıktan desteklenen ‘aynı gemideyiz’ masalına hala inanan varsa, onlara, belki aynı denizde olduğumuz, ama onların yatlarla işçi ve emekçilerinse sallarla gezindiğini anlatmanın zamanıdır. Ya da, diyelim ki aynı gemideyiz; geminin tayfaları olarak…

İşçi sınıfının mücadelesinin hedefi bu gemiyi batırmak değil, dümeni ele geçirmek, böylece de tam tersine batırılmasını engellemektir.

Sınıf mücadelesi giderek daha fazla iktidar hedefine yöneltilmek zorundadır.


Su hakkı için İstanbul deklarasyonu yayınlandı...

Suyumuzu kapitalizmin kıskacından kurtaralım!

22-23 Mart 2008’de İstanbul’da toplanan, “Kapitalizmin Kıskacında SU” başlıklı Uluslararası Konferans’ın ardından yayınlanan, ‘Su Hakkı İçin İstanbul Deklerasyonu’, bir gerçeği kendi cephesinden ve bir kez daha teyit etmiş oldu: Dünyayı işçi sınıfı kurtaracak, onun iktidar mücadelesiyle başlayacak her şey…

Deklarasyon imzacıları hemen hemen tümüyle DİSK ve KESK’e bağlı sendikalar. Türk-İş’in işçi sınıfı, işçi sınıfının idealleri, dünyanın geleceği gibi konularda hiçbir kaygısı bulunmadığı halde onun bünyesinden birkaç sendika da bu kervana katılmış durumda. Tıpkı SSGSS karşıtı mücadelede olduğu gibi. Onları meslek odaları izliyor. Böylece, sermaye iktidarının gerçek muhalifleri de görülmüş oluyor. Sermayedarlar su yağmasına girişmiş, ‘allahın suyu’ndan para basmaya başlamışken ve Allahçı hükümet bu yağma yetmezmiş gibi uluslararası sermayeye de ‘gel, gel’ ederken, işçi ve emekçi sendikaları, meslek örgütleri bu gidişe dur demek için el ele veriyor. Halkın suyunu yağmalatmayız, diyebiliyorlar.

Sınıfı temsil, sınıf çıkarlarını koruma konusunda sergiledikleri zaafa rağmen, bu örgütlerin böyle bir çıkışta bulunabilmelerini önemsemek gerekiyor. Sendikaların salt iktisadi sorunlara sıkışarak boğulmasına ve sınıf mücadelesini de boğmasına izin vermemek gerekiyor. Unutulmamalıdır ki, bu tür çıkışlar ekonomik mücadeleyi de güçlendirecek bir etkiye sahiptir. Sermaye cephesinin her fırsatta kullanmaya çalıştığı, salt kendi ceplerini düşünüyorlar, saçmalığı da böyle tüm toplumu ilgilendiren konuların sahiplenilmesi, öncülük edilmesiyle altedilebilir.

Salt kendi cebini düşünen asalak sermaye sınıfıdır. Salt kendi çıkarları peşinde koşan sermayedarlardır. 3 kuruşluk altın için toprağımızı, suyumuzu siyanürlemeye kalkanlar da, kâr hırsı uğruna nükleer santral peşinde koşarak geleceğimizi büyük bir risk altına sokanlar da, yaşadığımız toprağı, içtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı kirletenler de onlardır. Sermaye sahiplerine çanak tutan da sermaye devletleri, hükümetleri...

İşçi sınıfının sosyalizm programı, yani gelecekte, iktidara geçtiğinde yaşam alanlarını tüm insanlık için nasıl koruyacağı önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Şimdi, bugünden, sermayenin bu alanlara yönelik tahribatının da karşısında durarak toplumsal devrimdeki öncülüğünü kurması ve pekiştirmesi gerekiyor.