8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...

Baskı, sömürü ve kölelikten kurtulmanın yolu anti-kapitalist/anti-emperyalist mücadeledir!

AKP’nin kapatma davasını “jet hızı”yla karara bağlayan Anayasa Mahkemesi, tüm dünyada ilgiyle izlenen orta oyununu, Washington’daki neofaşist çeteyi, işbirlikçi Türk burjuvazisini, iktidar ve rant kavgasına tutuşan laik-dinci düzen kuvvetlerini ve nihayet adı geçen tarafların her türden yardakçısını memnun eden “mutlu son”a ulaştırarak perdeyi kapattı.

Egemenler arası çatışmanın şiddetinin vardığı boyut itibarıyla geçici de olsa rejime soluk aldırabilecek yegâne kararı veren Anayasa Mahkemesi, yasalara olmasa da Amerikancı rejime bağlılığını ve tam bir sadakatle hizmet etme kararlılığını kanıtlamış oldu. Uzlaşmanın geçici, kılıçların bileniyor ve çatışmanın yakın gelecekte kaldığı yerden devam edecek olması ise, Anayasa Mahkemesi’nin inisiyatif alanı dışındadır.

Rejim kurumlarında “haber kaynağı” bulunan kalemşörler taifesi, günler öncesinden Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı köşelerinde açıklamışken, bunu “olgunlaşan Türk demokrasisinin başarılı sınavı” şeklinde değerlendirenler, eğer rejimin yalancı borazanları değillerse, derin bir aymazlık içinde olmalılar. Zira alınan kararın “olgunlaşmış demokrasi” bir yana, düzenin yasalarıyla bile alakası bulunmuyor. Anayasa Mahkemesi’nin hangi üyesinin ne yönde görüş bildireceği Washington patentli dayatma/uzlaşma sürecinde belirlenmişken, hukuktan ve demokrasiden bahsetmek abesle iştigaldir.

Amerikancı rejime dair yanılsama yaratmak amaçlı demagojik vaazlara değil de gerçek hayata bakılırsa, ortada demokrasiyle ilgili herhangi bir gelişmenin sözkonusu olmadığı rahatlıkla görülür.

Vurgulamak gerekiyor ki, demokrasinin veya demokratik hakların niteliği vaazlarla değil, emekçi sınıflar ile onlar adına politika yapan örgüt ve partilerin bu haklardan ne ölçüde yararlandığıyla ölçülür. Bu kıstaslar ışığında bakıldığında ise, sendikalı olma hakkını kullanan işçilerin jandarma/polis saldırısına maruz kaldığı, sınıfın ekonomik-demokratik hakkını savunan sendikacıların “çete kurmak” suçlamasıyla zindana atıldığı, akademik-demokratik talepler uğruna mücadele eden gençliğe “terörist” yaftası asıldığı bir rejim gerçekliği çıkar karşımıza. Dahası bu rejim, 1 Mayıs kutlamaları sırasında olduğu gibi, dünya kamuoyunun gözleri önünde demokratik haklarını kullanmaya çalışan işçileri, emekçileri ve devrimcileri azgın bir devlet terörüyle sindirmek için polis ordusunu seferber edebilmiştir.

Ve en önemlisi, Kürt halkına karşı ırkçı-inkârcı politikada ısrar eden bu rejimin nasıl yıllardır kirli bir savaş yürüttüğü, bu topraklarda yaşayan işçilerin, emekçilerin ve Kürt halkının mücadelesini boğabilmek için nasıl bir cinayet şebekesine dönüştüğü, karşımızda tepeden tırnağa çeteleşen bir devlet gerçeğinin durduğudur.

Buna rağmen Türk demokrasisinin olgunlaştığını iddia edenlerin görevi ancak şarlatanlık kategorisinde değerlendirilebilir.

“Rejim derin bir krize sürüklenmekten kurtuldu, herkes süreçten gerekli dersleri çıkararak yoluna devam etsin, patronlar sonuçtan memnun, borsalar yükseldi, artık asıl işimize dönelim” diyen düzenin efendilerinin gündeminde, öyle demokrasiyi olgunlaştırmak türünden “gereksiz” uğraşlar bulunmuyor. Onlar, “bir süreç vardı, onu geride bıraktık, o halde asıl işimize bakalım” diyorlar. Yani egemenlerin gündeminde emperyalist-siyonist güçlerin bölge politikalarının hayata geçirilmesi için daha etkin suç ortaklığı, işçi sınıfı ve emekçileri hedef alan neoliberal saldırıların dozunun arttırılarak sürdürülmesi ile Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş öncelikli yerini koruyor.

Görünen o ki, dinci-gerici hükümet ile Çankaya’nın tepesindeki yol göstericisi, AB ile ilgili masalları yeniden anlatmaya başlayacaklar. Dikkat edilirse, bir dönem AB üyelik süreci üzerinde koparılan yaygaralar uzun süredir gündemin dışına düşmüş durumda. Zira, ABD’nin bölgeye dönük kirli planlarına hizmet etmek için harcanan çabalar, emekçileri hedef alan kesintisiz saldırılar, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş, egemenler arası çatışma koşullarında demokrasi masalları anlatmayı sürdürmek kolay değildi.

Şimdi geçici bir uzlaşma sağladığımıza göre “toplumu AB hayalleri ile yeniden oyalamaya başlayabiliriz” diyor Amerikancı rejimin şefleri. Bu arada Ankara’ya gönderdikleri etkili isimlerle Anayasa Mahkemesi’nin kararının şekillenme sürecine fiilen katılan Washington’daki savaş kundakçılarının, “AB reformlarına kaldığınız yerden devam edin” talimatı verdiklerini belirtelim.

Birbiriyle çatışan tarafların Washington’dan gelecek desteğe bağımlı olmaları, her iki tarafı da ABD’ye uşaklık konusunda daha bir hevesli kılıyor. Denilebilir ki, sağlanan geçici uzlaşmanın en belirgin sonuçlarından biri, tüm kesimleriyle Türk sermaye iktidarının ABD’nin bölge halklarına karşı yürüttüğü saldırıda daha aktif bir rol üstlenmeye hazır hale gelmesidir.

Sermaye iktidarı bir yandan “reform” adı altında neoliberal saldırıları yoğunlaştırıp ABD-İsrail hizmetinde aktif taşeronluk rolünü yerine getirirken, öte yandan toplumu sahte söylemlerle sersemletme hazırlığı içinde görünüyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararını açıklamasından sonra medya görevlilerine konuşan dinci-gericiliğin başı Tayyip Erdoğan’ın, “Taze bir başlangıç için gelin umutlarımızı, hayallerimizi, kardeşlik bağlarımızı, vatandaşlık şuurumuzu bir kez daha tazeleyelim” türünden lafları, sözkonusu hazırlık çerçevesinde ele alınmalıdır.

ABD’nin yönlendirmesi ve işbirlikçi burjuvazinin isteği ile sağlanan geçici uzlaşma, bir süreliğine de olsa uzatılabilir. Ancak bu olasılık gerçekleşse bile bunun işçi sınıfına, emekçilere, ezilen Kürt halkına, ilerici ve devrimci harekete sağlayacağı hiçbir kazanım olamaz. Tersine, onlar birlik olunca daha pervasızca saldırma yoluna gideceklerdir. Kaldı ki, birbirleriyle çatışırken bile emekçilere saldırmak sözkonusu olduğunda ortak hareket etmekte en ufak bir sıkıntı yaşamıyorlar.

İşçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının sahte vaatlerle oyalanacak zamanı olmamalıdır. Laikiyle-dincisiyle Amerikancı sermaye güçlerinin gündemi de, emperyalist-siyonist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik planları da emekçilerin ve ezilen halkların geleceğini karartmaktan başka bir şey vaad edemez. Onlar, sınıfsal çıkarları gereği halkları demokrasi veya özgürlüğe değil, köleliğe sürükleyebilirler ancak.

İşçi sınıfı ve ezilen halklar sınıfsal, ulusal, mezhepsel baskı ve sömürüden kurtulmak için düzenin şu veya bu kurumu ya da temsilcisinden medet umamazlar. Hem çalışma ve yaşam koşullarının demokratikleştirilmesinin, hem de her tür sömürü, baskı ve kölelikten kurtulmanın yolu, meşru-militan zeminde yükseltilecek anti-kapitalist/anti-emperyalist mücadeleden geçmektedir.