8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…

Küresel kasaplar yerel kasabı yargılıyor!

Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karaciç’in Belgrad’da yakalanması batılı emperyalistler safında sevinç dalgasına yol açmış görünüyor. Günlerdir medya tekellerinin hem görsel hem yazılı yayınlarında öne çıkan haberlerde, Radovan Karaciç’in yargılanması sürecinin başlaması, adaletin yerini bulmasını sağlayacak bir gelişme şeklinde yutturulmaya çalışılıyor.

13 yıllık kaçak hayatından sonra geçen hafta Belgrad’da yakalanan Karaciç, Saraybosna’nın 43 ay süren kuşatması sırasındaki olaylar ve 1995’te Srebrenitsa’da 7 bin 500 Boşnak erkeğin ölümüyle ilgili olarak soykırımla suçlanıyor.

Savaş suçu işlemekle itham edilen Karaciç, Lahey’e getirildikten sonra uluslararası savaş suçları mahkemesine teslim edildi.

Karaciç’in teslim edilmesinden sonra bir basın toplantısı düzenleyen mahkemenin başsavcısı Serge Brammertz, bu davanın yıllardır adaletin yerine gelmesini bekleyen mağdurlar açısından çok büyük önem taşıdığını iddia etti.

Lahey’deki mahkemede yapılan ilk duruşmada konuşan Karaciç ise, “Burada adil bir yargılamanın gerçekleşmesi düşünülemez. Şimdiden dünya medyası beni ‘savaş suçlusu’ diye etiketledi” dedi.

Batılı emperyalistlerin ikiyüzlülük seremonisi

Eski Yugoslavya’yı ABD ile Avrupalı suç ortaklarının parçaladığı, bu parçaları sömürgeleştirebilmek için de halkları birbirine boğazlattıkları tüm dünyanın malumudur. Nitekim Bosna-Hersek’teki boğazlaşma da, eski Yugoslavya’nın bu bölgesinin, batılı emperyalistlerin girişimiyle “bağımsız devlet” ilan edilmesinden sonra başlamıştır.

Batılı emperyalistlerin Bosna-Hersek’te kukla devlet kurmasına tepki gösteren Radovan Karaciç liderliğindeki Sırpların, “Bosna Hersek Bağımsız Sırp Cumhuriyeti”ni ilan etmeleri, emperyalistleri hedefine ulaştıracak olan halklar arası boğazlaşmanın zeminini pekiştirmiştir.

Olaya buradan bakıldığında her iki tarafın, ama daha çok Radovan Karaciç’e bağlı güçlerin tetikçilikten suçlu oldukları görülür. Ancak onlarca yıl kardeşçe yaşayan bu halkları birbirine kırdıran ortamı hazırlayan emperyalistlerin esas suçlu oldukları da tartışmasızdır. Washington’un da Brüksel’in de Karaciç’in yakalanmasına gösterdikleri tepkide suçluların sevincini görmek mümkündür.

Olayın resmiyet kazanmasından kısa süre sonra açıklamalarda bulunan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, dış ilişkiler sorumlusu Javier Solana ve genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Olli Rehn Sırbistan hükümetini hararetle tebrik ettiler. AB dönem başkanlığı yapan Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner ise, Karaciç’in Lahey’e gönderilmesi ile AB kapısında bekleyen Sırbistan’ın üyeliğinin önündeki önemli bir engelin ortadan kalktığını söyledi.

Bu arada AB’nin, Sırbistan’ı üyeliğe kabul etmek için, Karaciç’i Lahey’e teslim etmesini şart koştuğunu belirtelim. Göründüğü kadarıyla Belgrad’daki Sırp egemenlerinin Karaciç’i teslim etmeleri, AB’ye giriş önündeki engelleri kaldırmakla bağlantılı.

Washington’dan gelen tepkiler ise, Brüksel’dekinden de iğrençtir.

1995 yılında Bosna için dayatılan Dayton “Barış” Anlaşması’nın mimarlarından biri olan dönemin ABD’li diplomatı Richard Holbrooke, konuyla ilgili açıklamasında şunları söyledi: “Bu tarihi bir gün. Dünyadaki en kötü adamlardan biri, Avrupa’nın Usame Bin Ladin’i sonunda yakalandı. NATO’nun başarısızlıkları devam ederken Sırpların onu yakalaması dikkat çekicidir. Büyük, çok büyük bir cani kamusal alandan silinmiştir...”

İlk duruşmada konuşan Karaciç ise gerçeğin farklı bir boyutuna dikkat çekti. Bosna savaşını sona erdiren Dayton Anlaşması için müzakereleri yöneten Richard Holbrooke’ın, gözden uzaklaşıp ortadan kaybolması durumunda kendisine yargılanmayacağı güvencesi verdiğini ifade eden Karaciç, “Holbrooke hala ölmemi istiyorsa ve bu mahkemede ölüm cezası olmadığına hayıflanıyorsa, kolunun bana burada ulaşabilecek kadar uzun olup olmadığını bilmek istiyorum” dedi.

Holbrooke ise “Kendisiyle böyle bir anlaşma yapmam ahlak dışı olurdu, etik olmazdı. Kesinlikle böyle bir şey yok” dedi. Ancak bu reddiyeyi pek ciddiye alan olmadı. Zira emperyalist zorbalar adına diplomasi yürütenlerin “etik olmayan” anlaşmalar yapmaları kuraldır. Bu yönüyle Holbrooke’ın tepkisini “suçun ikrarı” saymak gerek.


Esas suçlulardan işçi sınıfı ve ezilen halklar hesap soracaktır!

Yerel kasaplar olgusu 20. yüzyılın karakteristik özelliklerindendir. Ancak Karaciç de dahil her kasabın arkasında emperyalist güç odaklarının olduğu da bir sır değildir. Faşist cunta şeflerinden kirli savaş organizasyonlarına, Afrika’daki kabile reislerinden ortaçağ kalıntısı diktatörlüklere kadar bu böyledir. Kapitalizmin en vahşi görünümlerinden biri olan bu olgunun emperyalist güç odaklarından bağımsız gelişmesi mümkün değildir.

Yerel ya da bölgesel kasapların ötesinde, insanlığa karşı en büyük suçları işleyenler, kapitalist-emperyalist düzenin efendileri olan küresel kasaplardır. İnsanlığın başına iki emperyalist paylaşım savaşını musallat eden bu kasaplar, dünyanın dört bir yanındaki kirli savaşların, faşist terörün, bölgesel savaşların, yıkıcı işgallerin de baş sorumlularıdır. Türkiye’den Arjantin’e, Şili’den Cezayir’e, Vietnam’dan Afganistan’a, Irak’tan Endonezya’ya kadar... Bu ağır suçları uşaklarının etkin katılımıyla işlemiş olmaları, başka bir ifadeyle işbirlikçilerin tetikçisi olması, küresel kasapların suçunu zerre kadar hafifletemez.

Lahey’de sergilenen iğrenç bir mizansendir. Orada adil bir yargılama yapılabilseydi eğer, Karaciç’e sıra gelene kadar dönemin ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, NATO, AB şeflerinden hesap sorulurdu.

Cellâdın kendini mahkûm edip cezalandırdığı elbette görülmüş şey değildir. Lahey’deki mahkeme de küresel kasapların taşeronundan başka bir şey olmadığına göre, halklar şahsında insanlığa karşı ağır suç işleyenleri yargılayamaz. Küresel kasaplardan da, onlara tetikçilik yapan yerel kasaplardan da hesabı yalnızca örgütlü mücadeleyi yükselten işçi sınıfı ve ezilen halklar sorabilir.

 

Gazze’ye kayık eylemi...

17 ülkeden 40 insan hakları savunucusu iki kayıkla Kıbrıs’tan yola çıkıp, İsrail barikatını aşarak ilaç ve temel ihtiyaç malzemelerini Gazze’ye ulaştırmak istiyorlar. “Free Gaza Movement” örgütlenmesi temsilcileri, Atina’da yaptıkları basın açıklamasıyla, 1 Ağustos’ta Atina’dan ayrılacaklarını ve bu eylemle mağdur durumda olan 1.5 milyon Filistinli’ye yardım etmek ve kamuoyu oluşturmak istediklerini duyurdular.

Eyleme yaklaşık yüz enternasyonal insan hakları derneği destek veriyor.


Lufthansa grevi bitti!

Almanya’da 28 Temmuz tarihinde greve çıkan Lufthansa çalışanları Lufthansa yetkilileri ile anlaşmaya vardılar. Yapılan anlaşmaya göre, 34 bin yer personeli 1 Temmuz’dan itibaren geriye dönük olarak %5.1 ve 1 Temmuz 2009’dan itibaren de % 2.3 fazla ücret alacak. Anlaşma 21 ayı kapsıyor. Ver-di sendikası greve giderken % 9.8 zam talep etmiş, Lufthansa yetkilileri ise % 4.2 üstüne çıkmayacaklarını açıklamıştı.

2 Ağustos sabahı bitirilen grevin seyri, sonraki bir tarihte yapılacak oylamayla karara bağlanacak.

UFO Sendikası (Bağımsız hostes örgütlenmesi) bu sözleşmeyi geri ve kabul edilmemesi gereken bir anlaşma olarak değerlendiriyor.


Pakistan’da Unilever işçileri direniyor…

Dünya çapındaki 54 işletmesiyle gıda ve kozmetik sektörlerinde her geçen gün büyüme gösteren Unilever’in ‘prestiji’ Türkiye’de kendine bağlı taşeron firmalarda yaşanan direnişle ‘zedelenirken’, benzer bir süreç Pakistan Unilever fabrikasında yaşanıyor.

“Blue Band” margarini Pakistan’da Unilever’in Dalda fabrikasında üretilen “milyar dolarlık” markalarından biri. Fakat bu “milyar dolarlık” markanın fabrika yönetimi, işçilerin en doğal hakkı olan sendikalaşma hakkına karşı yoğun bir saldırı başlatmış durumda.

Blue Band margarini Pakistan’da daha önce Unilever’e ait olan şimdi ise eski Unilever yöneticilerine ait bir taşeron firma tarafından üretiliyor. Fabrikanın işçiler üzerinde uyguladığı politika, dünyanın birçok yerinde kadrolu işçi alımını terkeden ve yerine taşeronluk sistemini getiren Unilever’in politikalarının bir yansımasıdır. Dalda fabrikasında çalışan işçilerin çoğu sözleşmeli olarak çalışmakta ve işçi kiralama firmaları tarafından işe alınmaktadır.

Örgütlenmenin sonu işten atılma!

Nisan ve Mayıs aylarında Dalda fabrikasında çalışan işçiler örgütlenmeye başladı ve 13 Mayıs’ta 430 işçi Gıda İşçileri Sendikası’na üye oldu. Sendikalaşma girişiminde bulunan işçilerin işten atılması Pakistan’da oldukça yaygın olduğundan Gıda İşçileri Sendikası, Unilever işçilerinin sendikalaştığı süreçte işten atılmaları engellemek için “askı kararı” başvurusunda bulundu. Buna rağmen Dalda Fabrikası yönetimi 24 Mayıs’ta 266 işçiyi işten çıkardı.

Sendika, fabrika önünde işçilerin her gün düzenli olarak görüştüğü, tartışmalar yaptığı ve diğer sendikalarla dayanışma eylemleri düzenlediği bir kamp örgütledi.

2 Haziran’da Çalışma Bakanlığı Gıda İşçileri Sendikası’nı yasal olarak tanıdığını bildirdi ve sendika, Uluslararası Gıda İşçileri Federasyonu’nun (IUF) yardımıyla toplu sözleşme hakkını kazanmaya çalıştı. Fabrika yönetimi ise işçilerin aslında Dalda fabrikasının değil taşeron firmaların çalışanı olduğunu öne sürerek toplu sözleşmeyi engellemeye çalıştı.

Unilever patronu komplo kuruyor…

Sendika haklarına aykırı tüm bu taktiklere ek olarak fabrika yönetimi şimdi de sendikayı şiddet kullanmakla suçlayıp tuzağa düşürmek için çeşitli kirli oyunlar oynamaya başladı. 30 Temmuz’da fabrikadaki bir inşaat işçisi kamp alanına yaklaştı, sendika üyeleri işçiyi gördü ve oradan gitmesini söyledi, sonrasında da inşaat işçisi fabrikaya geri döndü. Fabrika içerisindeki bazı işçiler bekleyişlerini sürdüren işçileri patronun komplolarına karşı uyardı.

30 Temmuz’da gerçekleşen bu olay sonrasında sendika, olayla ilgili araştırma yapması için Sindh İçişleri Bakanlığı’na başvurdu. 4 Ağustos’ta Sindh Yüksek Mahkemesi, sendikanın tanınmasını reddeden Dalda fabrikası yönetiminin verdiği dilekçeyi kabul etmedi.

Bu tür olaylar Pakistanlı işçilerin her gün karşılaştığı sendika karşıtı baskılardan biri olurken iş güvencesinden yoksun biçimde Unilever’in “milyar dolarlık markaları”nı üreten işçilerin işe alınma koşullarının iç yüzünü görmelerini sağlayan olaylar olma özelliğini taşıyor.

Kaynak: asianfoodworker.net