8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Şah ve pat

M. Can Yüce

Satrançta yapılan her ŞAH hamlesi, MAT ile sonuçlanmayabilir. Oyun kimi zaman PATA, yenememe durumuyla da sonuçlanabilir. Aslında satranç oyunu henüz sonuçlanmış değil, oyunun bir bölümü, bir aşaması tamamlandı, bu bölümün sonucu patadır. Bir denge durumu, tam anlamıyla üstünlük kuramama, yenilgiye uğratamama durumu söz konusudur. Bu, bir geçici uzlaşma mı, ateşkes mi, geçici soluklanma mı, yoksa ortaya çıkabilecek politik ve ekonomik sonuçları göğüsleyememe durumunun getirdiği zorunlu pata durumu mudur?

Bilindiği gibi, egemenler cephesinde öteden beri yaşanan ve çeşitli araç ve hamlelerle sürdürülen iktidar çekişmesi, Anayasa Mahkemesi’nin AKP Kapatma Davasında verdiği kararla yeni bir noktaya geldi. Mahkeme, verdiği kararla AKP’yi kapatmadı, ama “Laikliğe karşı bir odak haline geldiği” yönünde bir mahkûmiyet kararı verdi. Yani, AKP, bu rejime karşı bir suç odağı haline gelmiştir, dedi. Ancak kapatılmasının yaratacağı kaotik boşluğu dolduracak bir seçeneği olmadığı için bunu göze alamadı ve mahkûm ettiği suçu daha hafif bir yaptırımla cezalandırma yoluna gitti. Bu pata, denge, yenememe durumu, var olan güç ilişkisi ve dengelerinin bir yansımasından başka bir şey değildir. Ancak bu, aynı zamanda geçici bir durumu da ifade eder. Satranç oyunu devam ediyor, bundan sonraki aşamalarda başka yöntem ve araçlarla, başka hamlelerle devam edeceği kesin gibidir…

Anayasa Mahkemesi kararı, bir dengeyi, bir pata durumunu ifade etse de bir inisiyatifi, bir hâkim durumu anlatmaktadır. Verilmek istenen mesaj açıktır: “Gerçek iktidar gücü biziz, ancak belirlenen çerçevede ve sınırlar içinde bu oyuna dahil olabilirsiniz. Bu sınırları aştığınızda Cumhuriyetin koruyucu refleksleriyle karşılaşırsınız. Söylem ve eylemlerinizle laiklik karşıtı bir odak haline geldiniz, bu ağır bir suçtur, ancak bunu kapatma yaptırımıyla cezalandırmak yerine daha hafif bir yaptırımla cezalandıracağız. Bunu ciddi bir uyarı, ders çıkarılması gereken bir tehdit olarak algılamalısınız. Ayağınızı denk atın, yoksa…”

Anılan mahkeme kararı başka bir duruma da işaret etmektedir. Evet, geleneksel iktidar güçleri, hala esas iktidar odağı konumundadırlar, ama bu, aşınmış, etkisi ve yaptırım gücü zayıflatılmış bir konumdur. Nisan 2007 Muhtırası, 22 Temmuz seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonuçları, Ergenekon operasyonu ve diğer noktalar yeniden gözden geçirildiğinde, bu yıpranma ve yaptırım gücündeki zayıflama çok daha iyi anlaşılacaktır. Zaten pata durumunun, mutlak üstünlük sağlayamamanın temel nedeni de budur. Yıpranma ve yaptırım gücündeki zayıflamayı tamamlayan başka bir unsur da bu cephenin, siyaset cephesinde AKP’ye karşı bir alternatifinin olmayışı, yaratılmamış olmasıdır. CHP ve MHP birer seçenek olamayacaklarını kanıtlamışlardır. Kısa vadede yeni bir parti kurma şansları da hemen hemen yok gibidir. Dolayısıyla AKP’yi kapatmak politik olarak büyük bir boşluk doğuracaktı, bunu da her iki taraf ve onların arkasındaki iç ve dış güçler istemezdi. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararını verirken, hem içinden geçilmekte olunan krizi bir kaosa dönüştürmek istememiş, hem de AKP’nin tepesine “Demoklesin kılıcı”nı asmayı ihmal etmemiştir. Aslında bu, krizin çözümü değil, zamana yaydırılması, hesaplaşmayı başka aşamalara aktarmayı kararlaştırmaktan başka bir şey değildir…

Kuşkusuz bunu, tek başına Anayasa Mahkemesi Kararı olarak okumak da eksik ve bu nedenle yanlıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce yaşanan pazarlıkları ve bir dizi uzlaşma-çatışma çabalarını da hiçbir biçimde gözden ırak tutmamak gerekir. Karar açıklanmadan 6’ya 5 formülü basında tartışıldı ve kararın bu yönde çıkacağı yazıldı, konuşuldu. Bu, rastlantı değil, yaşanan çatışmayı bir dengeye oturtarak yönetme isteğinin bir sonucuydu. Hem AKP mahkûm edildi, “hafif bir cezaya” çarpıtıldı, hem de rejim açısından “yönetememe krizinin” bir çıkmaza girmesinin önüne geçildi. Bu, bir bakıma bir pata durumudur; ama hamle üstünlüğü geleneksel iktidar odaklarının elinde kalmak koşuluyla…

Bu noktada kısa bir süre önce kabul edilip açıklanan Ergenekon İddianamesi, AKP ve temsil ettiği güçlerin bir hamlesi ve güç gösterisi olarak kabul ediliyor. Ancak bunun sınırları anılan iddianameyle ortaya çıktı. Bunu başka bir yazımızda değerlendireceğiz.

Son olarak bir kez daha yöntem konusunda birkaç söz söylememiz gerekir. Bu çatışma, bir askeri despotizm ile demokrasi mücadelesi değildir. AKP’nin ve temsil etiği sermaye çevrelerinin, dayandığı dış güçlerin böyle bir programı ve pratik çizgisi yok… Sorun, ABD’nin ılımlı İslam projesi, AB’nin kendi çizgisini dayatma hesapları ile içerde yükselen “Anadolu sermayesi”nin iktidardan daha fazla pay kapma, kaptıklarını kalıcılaştırma sorunudur. Sorun, buna karşı geleneksel iktidar güçlerinin, ordu, yargı ve diğer bürokrasinin resmi iktidar ilişkilerini koruma, TÜSİAD gibi büyük tekellerin konumlarını koruma kaygısının, bu iki politik hesabın çatışmasından başka bir şey değildir.

Hiç kuşku yok ki, bu çatışmada devrimcilerin tavrı açıktır: Her iki tarafın politik hesaplarını, kirli oyunlarını ve bağlantılarını, bunların üzerinden devleti ve düzeni teşhir etmek, gerçek demokratikleşmenin gerçek anlamda devrimden geçeceğini sabırla anlatmak, bunun çeşitli yollarını ve araçlarını geliştirmek ve kullanmak...

2 Ağustos 2008


 

Seyit Rızalar emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesinde yaşıyor!

Dersim isyanına öncülük ettiği için idam edilen Seyid Rıza’nın mezarının bulunması için, Tunceli Dernekleri Federasyonu ile Avrupa Tunceli Dernekleri Federasyonu’nun başlattığı imza kampanyası çerçevesinde Dersim kent merkezine Seyid Rıza posteri asıldı. Poster, kolluk güçleri tarafından “Suçu ve suçluyu övmek” kapsamına girdiği gerekçesiyle indirildi.

Yeraltı Çarşısı önünde bir araya gelen Dersim’liler, basın açıklaması yaparak kolluk güçlerinin tutumunu protesto ettiler. Seyit Rıza ve Dersim isyanına katılan diğer kişilerin posterleriyle Kışla Meydanı’na kadar yürüdüler ve “Seyid’ler onurdur, onuruna sahip çık!” sloganını attılar.

***

Burjuva cumhuriyeti daha yolun başında Kürt halkına düşmanlık yapma noktasında kararlılığını ortaya koydu. Kürt halkı çok geçmeden yeni kurulan cumhuriyetin Kürt sorununa ilişkin hiçbir olumlu adım atmayacağını kavradı. Kürt halkına isyan etmekten, ulusal kurtuluş mücadelesine girişmekten başka çaresi kalmamıştı.

Burjuva devlet ilk önce Kürt halkının 1925’te Şeyh Sait ve 1928’de Ağrı dağında verdiği özgürlük mücadelesini bastırdı. 25 Aralık 1935’te ise Dersim Kürtlerini ortadan kaldırmak için “Tunceli Kanunu”nu çıkardı.

Seyit Rıza önderliğinde toplanan Alevi Kürtleri, Kürt halkının topyekün imha edilmesi anlamına gelen “Tunceli Kanunu”nu asla kabul etmeyeceklerini ilan ederek, Kürdistan için özerk bir yönetim talebiyle direnişe başladılar.

Tüten her Kürt ocağını söndürmek amacıyla, Türk ordusu 1937 yılında Dersim’e karşı savaş ilan etti. Çocuk, yaşlı, kadın ayrımı yapılmadan onbinlerce Kürt katledildi. Bu şanlı Kürt isyanının cesur önderleri tutuklandı. Başta Seyit Rıza olmak üzere, Resık Hüseyin, Yusufan’lı Fındık, Seyit Husen, Kureşan’lı Hasan, Mirza Ali, Deman’lı Hasan, Xarput’ta kurulan darağaçlarına gönderildiler.

Kürt halkının isyan geleneğine yeni bir halka ekleyen Seyit Rıza ve arkadaşları cellatlarının karşısında bir an bile sendelemediler. Kurulan darağaçlarında inançlarını haykırdılar. Bu öylesine güçlü bir iradeydi ki, katliama tanıklık eden askerleri bile etkilemişti. Askerin ağzından dökülen şu cümleler direnişçi tutuma duyulan hayranlığın ifadesiydi:

“Seyit Rıza’yı Meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza Meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa hitabetti. ‘Evladı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazı yaptı.”

Sömürgeci sermaye devleti, ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin önderlerini katletmiş, ancak emekçilerin hafızasından silememiştir. Seyit Rıza ve arkadaşlarının katledilmelerine onay verenler tarihin utanç sayfalarında unutulurken, Seyit Rıza ve arkadaşları ölümsüzleşmişlerdir.

Kutu deresinde, Tujik dağının eteklerinde ve İksor vadisindeki katliamlardan artakalan, acılar içinde büyüyen Seyit Rıza’nın torunları, onun son sözlerini doğrularcasına, her yerde, dimdik ayakta, işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelesi için dövüşmeye devam etmektedir. “Sizin yalan ve hileleriniz ile baş edemedim, bu bana sorun oldu. Karşınızda eğilip, diz çökmedim ya, bu da sizlere sorun olsun” diyen Seyit Rıza’nın duruşu hala günümüze ışık tutmaktadır.

15 Kasım 1937, Seyit Rıza ve arkadaşlarının darağacında asılarak ölümsüzleştikleri gündür. Onlar kendilerini Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesine adadılar. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin düşmanı olan sömürgeci devlet önünde diz çökmediler. Böylece geleceğe onurlu bir miras bıraktılar.

H. Yağmur