8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…

İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır! 

Haftalardır basınımızda Ergenekon operasyonu ve AKP’yi kapatma davası çerçevesinde yaşanan gelişmeleri ele alıyoruz. Tüm bu gelişmeler burjuva düzen gericiliğinin her iki kanadı arasında süren iç iktidar savaşının vardığı boyutları gözler önüne sererken, en son YAŞ toplantısından yansıyanlar ise, geçici uzlaşma üzerinden kurulan hassas dengenin gözetildiğini gösteriyor.

Burjuva düzen güçleri arasında birbirlerine karşı üstünlük sağlamayı amaçlayan it dalaşı, çürüyen ve çeteleşen devlet gerçeğini ortaya sermekte, kontralaşan devletin her geçen gün daha fazla teşhir olmasına yolaçmaktadır. Sermaye medyası da, düzen güçlerinin ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda, kendilerinin de bir parçası oldukları bu pislikleri manşetlere taşımaktadır.

Birbirine düşen düzen güçlerinin pisliklerinin ortalığa saçıldığı, “Ergenekon çetesi” ile sınırlanmaya çalışılsa da, sermaye devletinin devrimcilere, emekçilere ve Kürt halkına karşı işlediği suçların üstünün örtülemediği, sistemin krizle boğuştuğu böyle bir atmosferde, burjuva düzen gericiliğini ve kontralaşmış devlet gerçeğini emekçi kitlelere teşhir etmek, onları düzenin karşısına dikmek, düzene karşı devrim alternatifi temelinde saflaştırmak, bu konuda açık, net, tok ve ortak bir tutum almak, tüm ilerici ve devrimci güçler için ertelenemez bir sorumluluktur.

Böylesi kritik süreçlerde sol hareketin alması gereken temel tutum, burjuva gericiliğinin iç çatışmasında taraflardan birinin yedeğine düşmemek, emekçi kitlelerin de kendi aralarında dalaşan burjuva gericiliğinin taraflarından birine yedeklenmesinin önüne geçmek için kokuşmuş burjuva düzen gerçeğini ve onun çeteleşen devletini etkin bir biçimde teşhir etmek, bu temel üzerinde devrim mücadelesini güçlendirmek olmalıdır.

Geçen sayımızda, 28 Şubat’ta başarısız bir sınav veren sol hareketin bir kesiminin, Ergenekon sürecinde, sınırları olsa da burjuva gericiliğinin iç çatışmasına alet olmayı reddetmesini olumlamış ve şunları söylemiştik:

 Tüm kesimleriyle olmasa da, yeterli açıklık ve tokluktan yoksun olsa da, sol hareketin önemli bir bölümünün burjuva gericiliğinin iç çatışmasına alet olmayı reddetmesi, özellikle Amerikancı liberallerden buna yönelik olarak gelen gerici cereyana prim vermemesi önemlidir, buna ilişkin düşüncemizi yineliyoruz. Ama bu kendi başına hiçbir biçimde yeterli de değildir. Önemli olan, kendi aralarındaki dalaşmadan bile kitleleri sahte bir biçimde taraflaştırmak ve kontrol altında tutmak doğrultusunda yararlanmayı başaran burjuva gericiliğinin karşısına devrimci bir odak olarak çıkmayı başarabilmektir.” (Kızıl Bayrak, sayı: 31, 1 Ağustos ‘08)

Ancak sol hareketin yaşadığı yapısal zaaflar, böylesi bir sürecin örülmesinin, solun devrimci bir odak olarak emekçi kitlelerin karşısına çıkmasının güç ve imkanlarını sınırlamaktadır. Geçtiğimiz hafta solun önemli bir kesiminin altına imza attığı, emekçi halkları kontrgerilla düzeninden hesap sormaya çağıran ortak açıklamanın hazırlanmasında ve ardından örülen eylem sürecinde, tam da bu yapısal zaaflar nedeniyle zorluklarla yüzyüze kalınmıştır.

Düzenin karşısına devrim adına çıkmak asgari bir devrimci programı gerektirir!

Böylesi dönemlerde doğru devrimci politik tutum almanın önemi yeterince açıktır. Bu yanıyla sol güçlerin her birinin aldığı tutum, durdukları yer ve konumlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Düzenin siyasal krizinin derinleştiği bu tür kritik süreçlerde devrim adına açık bir tutum alma zorunluluğu, sol hareketin gerçek konumunu ve kimliği de ortaya çıkarmaktadır. Devrimci hareket yapısal zaafları, devrim iddiasını çoktan yitiren reformist sol ise bağımsız bir siyasal çizgiden yoksunluğu nedeniyle yalpalamaktadır. Denilebilir ki böyle dönemler bir tür turnusol kağıdı işlevi görmektedir.

Oysa, özellikle içinden geçtiğimiz süreç, düzenin krizinden devrim adına ve devrim mücadelesini güçlendirmek doğrultusunda faydalanmak için oldukça önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu fırsatların değerlendirilerek güce dönüşmesi ise, düzenin karşısına asgari bir devrimci programla çıkmayı, buna uygun hedefler belirlemeyi, istemler ileri sürmeyi gerektirmektedir. Asgari planda bu tür bir ortaklığın sağlanamadığı koşullarda, düzenin siyasal krizini aşması çok da zor olmayacaktır.

Zira geniş emekçi kesimler, devrimci bir alternatif göremedikleri koşullarda, boğazına kadar pisliğe batan, her yanından irin saçan düzen gerçeğine rağmen, burjuva gericiliğinin bir kanadına yedeklenmektedirler. Bunda, siyasal bilinç geriliği kadar, sol hareketin sistemin karşısına devrimci bir alternatif olarak çıkma konusunda yaşadığı zaaflar önemli bir rol oynamaktadır.

Sürecin yüklediği görev ve sorumlulukların hakkını vermek, bu zaafların tartışılarak, ortak sürecin örülmesini zora sokan zaaf ve zayıflıklara karşı ilkeli bir yaklaşım sergilenmesiyle mümkündür. Zira sol hareket, asgari bir devrimci program temelinde işçi ve emekçi kitlelere yönelik etkin ve yaygın bir siyasal çalışma yürütmeden, tam bir çürüme ve kokuşmayı yaşayan düzeni ve devleti, tüm kesimleriyle birlikte somut ve güncel gelişmeler üzerinden etkili bir teşhirin konusu haline getirmeden, temel hak ve özgürlüklerin önündeki en temel engel olan burjuva düzene karşı devrim mücadelesini güçlendirmeye hizmet eden talepler etrafında kitleleri mücadeleye çağırmadan, önünde duran görev ve sorumlulukları yerine getiremeyecektir.

Düzenin çatlaklarına oynayan ve ona yedeklenen reformist solun tablosu…

Ergenekon süreciyle birlikte sol hareketin önemli bir kesiminin bir araya gelerek tartışma süreci başlatması anlamlı olmakla birlikte henüz ihtiyacı karşılamaktan oldukça uzaktır. Zira “egemenler arası hegemonya savaşının Ergenekon operasyonu ile yeni bir boyuta sıçraması üzerine gelişmeleri değerlendirmek ve nasıl bir ortak siyasal çalışma yürütülebileceğini tartışmak” üzere bir araya gelen sol hareket, bu konuda bırakalım asgari devrimci bir program oluşturmayı, politik tutum çerçevesinde oluşturduğu ortak iradenin arkasında durmakta dahi zorlanmaktadır.

Reformist sol sözkonusu olduğunda bu elbette şaşırtıcı değildir. Zira, bugüne kadar değişik vesilelerle vurguladığımız gibi, reformist sol bağımsız bir siyasal çizgi ve programdan yoksundur, tüm söylemlerine rağmen düzen zemininde ve düzen içi çatlaklarda politika yapmaktan öteye gidememektedir.

Nitekim, İstanbul’da gerçekleştirilen ilk toplantılarda, yapılacak “ortak işler”den öte alınacak ortak politik tutum üzerine yürütülen tartışmalar, yukarıda işaret ettiğimiz doğru devrimci tutumun alınması konusunda ilkesel sorunların varlığını ortaya koymuştur.

Kısaca özetlersek;

DTP için, sürece ilişkin yürütülecek çalışmada “politik muhteva”dan öte, solun tüm güçlerinin ortaklığı önem taşımaktadır. Kuşkusuz, onun “politik muhtava”yı önemsemeyen, “yeter ki birlikte iş yapalım”a dayanan yaklaşımı, yerel seçimlere kadar uzanan Çatı Partisi tartışmalarından bağımsız değildir.

 “Ortak davranış sergilemeyi” önemsediğini ifade eden EMEP ise, “Emperyalizme, kontrgerillaya ve AKP’ye karşı ‘gerçek demokrasi’” talebiyle yol yürünmesi gerektiğini ifade etmektedir.

SDP, Kürt sorununun önemine vurgu yaparak, demokratik çözümünün öne çıkarılması gerektiğini dile getirmekte, kuyrukçu konumunu bu gelişme üzerinden de sürdürmektedir.

Darbeye Dur De Girişimi’nde gericilerle birlikte yeralan EHP de, ortak tutumun öncelikle darbecileri hedeflemesi gerektiğini, bunu savunmanın kimseyi bir kanada yedeklemeyeceğini, darbecilerin yargılanmasına yüklenmek gerektiğini ifade etmektedir.

ÖDP’ye gelince; darbecilerin es geçilerek bir karşı duruş sergilenemeyeceğini, somut olarak Ergenekon’un teşhir edilmesi, darbecilerin yargılanması, burjuva reform taleplerinin savunulması gerektiğini söyleyerek, işi savcıların desteklemesine kadar vardırmaktadır.

Yaşanan tüm bu tartışmalara rağmen ortak bir metin kaleme alınabilmiş, ardından Taksim’de güncel gelişmeleri de içeren bir ilk eylem gerçekleştirilmiştir. 

Reformistler “devrim” kelimesinden dahi rahatsızlık duyuyorlar!

İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına, onları düzene yedekleyen liberal söylemlerle değil, emperyalizmi, işbirlikçi sermaye iktidarını ve kontrgerilla devletini teşhir eden, demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki en temel engel olan sermaye düzenini yıkmaya çağıran bir söylem ve şiarlarla çıkmak gerekmektedir.

Peşpeşe gerçekleştirilen toplantıların ardından ortaya çıkan metin, reformistlerin tüm geri tutumlarına rağmen, komünistler de dahil olmak üzere devrimci ve ilerici güçlerin müdahalesiyle, nispeten devrimci bir içerik kazandı. Ancak, ortak metnin bir eylemle kamuoyuna duyurulmasının ardından, belirlenen ortak çerçevenin reformist sol için pek bir şey ifade etmediği açığa çıktı. Zira reformistler, kendilerinin de katıldıkları ortak tartışmaların ardından kabul edilen şiarlardan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler.

Ortak olarak belirlenen ve eylemde açılan pankartta yeralan “Bu pisliği devrim temizler!” şiarı üzerinden rahatsızlık açıkça ortaya konuldu. Şiarın doğru olmadığı, güncel bir şiarın kullanılması gerektiği, eylemle uyumlu olmadığı, taleplerin öne çıkmadığı vb. bahane ve söylemlerle, bu şiarın kullanılmasına karşı çıkıldı. Ciddiyetten yoksun bu tutum doğal olarak devrimci güçler tarafından eleştirildi.

Reformistlerin derdi Çatı Partisi ve seçimler!

Eylemin değerlendirilmesi ve ana pankart şiarından duyulan rahatsızlığın dile getirilmesinin ardından, reformistler bundan sonrası için de düşüncelerini ortaya koydular. Toplantıda sundukları önerilerle, bizzat ön süreçte tartışılan, “kontrgerilla düzenini hedef alan, kontrgerillayı suçlayan ve teşhir eden, geniş emekçi kesimlerini bu amaçla bilgilendiren” çerçevede fazla bir şey yapmaya niyetlerinin olmadığını göstermiş oldular.

DTP kendi programı dahilinde 1 Eylül’de, Barış Meclisi ile birlikte 1 Haziran benzeri bir miting gerçekleştirmeyi düşündüğünü, ayrıca çalışmanın 12 Eylül’de güçlü bir mitingi hedeflemesi gerektiğini dile getirdi. SDP ve EMEP 12 Eylül mitingi yapılarak darbecilerin yargılanmasının öne çıkarılması gerektiğini belirtti. EMEP darbecilerin yargılanması talebiyle birlikte “demokrasi mücadelesini” büyütmekten söz ederken, ÖDP ise aynı zamanda Ufuk Uras’ın önergesini destekleyecek bir çalışma önerdi.

Özcesi reformistler, tutumlarının arkasında durmayarak, önümüzdeki sürecin politik çerçevesini de belirleyecek olan ortak tutumun yerine “yeni” bir çerçeve önerisiyle çıkmış oldular.

İstanbul’da bunlar yaşanırken, İzmir’de yaşanan süreç reformistler payına tam bir ciddiyetsizlik ve samimiyetsizlik örneği oldu. Burada da önce “Ergenekon ile ilgili bir şeyler yapalım” diyen ve bu gündemli toplantıya çağrı yapan metnin altına imza attılar. İkinci toplantıya ise katılma zahmetinde dahi bulunmadılar. 1 Eylül’e yönelik olarak, “Barış Platformu” adı altında devrimcilerden bağımsız bir süreci örgütlemeye giriştiler. Ergenekon’un “öncelikli gündemleri olmadığı”nı söylediler, vb...

DTP’nin merkezinde durduğu, politik çerçevesini belirlediği blok,1 Eylül’ü, Çatı Partisi’nin gündemleştirildiği, demokrasi ve barış söyleminin öne çıkarıldığı bir süreç olarak örgütlemeyi hedefliyor. Zira seçimler yaklaşıyor. 1 Eylül’ün gündemini belirleyen ve devrimci güçlere dayatan reformist blok, işçi ve emekçi kitleler içerisinde ise parlamentarist hayaller yaymanın planlarını yapıyor.

 “Reformist sol bu parlamentarist hayallere bağlılığını sürdürdükçe, yaşadığımız kriz ortamında solun ortak tutumuna ve eylemine dayalı devrimci bir alternatif boş bir söz olarak kalmaya mahkumdur. Oysa günümüzün nesnel ve acil devrimci ihtiyacı budur.” (Kızıl Bayrak, sayı: 31, 1 Ağustos ‘08)

Devrimci güçler düzene karşı devrimci bir odak olarak kitlelerin karşısına çıkmalıdır!

Sürece yanıt olabilmenin yolu, devrimci güçlerin ortak politik tutuma ve eyleme dayalı devrimci bir alternatif yaratmasından geçmektedir. İşçi ve emekçi kitleler devrimci bir temelde taraflaştırılmaya çalışılmalı, düzenin krizinden devrim mücadelesini güçlendirmek için faydalanılmalıdır.

Önümüzdeki süreci, 1 ve 12 Eylüller’i, sermaye düzenini ve onun çeteleşmiş devletini mahkum eden, devletin tüm kirli odaklarının dağıtılmasını isteyen bir temelde ele almalı, somut talepler ve eylemli tepkilerle kitleleri devrimci mücadeleye çağırmalıyız.

Devrimci güçler, kitlelerin devrimci bilincinin ve eyleminin gelişmesinin önünde engel teşkil eden liberal ve reformist anlayış ve tutumlara karşı mücadele etmeyi de ihmal etmemelidirler. Zira, düzene karşı devrim alternatifine dayalı bir çizgi, düzen hakkında boş ve aldatıcı hayaller yayan her türden oportünist tutum ve çabaya karşı mücadele ile birleştirilmediği koşullarda devrimci bir odak ve alternatif olunamaz, kitlelere güven ve umut aşılanamaz