8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Orduda nöbet değişimi…

Emperyalizme uşaklık, emekçi halklara düşmanlık generallerin değişmeyen çizgisidir!

TSK’nın yeni komuta kademesi ile birlikte haklarında soruşturma yürütülen askerler hakkında disiplin soruşturmalarını karara bağlamak üzere toplanan YAŞ’ın (Yüksek Askeri Şura) kararları belli oldu. Buna göre, Yaşar Büyükanıt’ın yerine İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı seçildi. İlker Başbuğ’un yerine ise Jandarma Genel Komutanlığı yapan Işık Koşaner Kara Kuvvetleri Komutanı olarak atandı. Böylece İlker Başbuğ’dan sonra Genelkurmay Başkanı olacak asker de şimdiden belirlenmiş oldu.

Atamaların böyle olacağı zaten biliniyordu. Zira ordunun atama ve terfide izlediği bazı kuralları var. Genelkurmay Başkanı’nın Kara Kuvvetleri’nden gelmesi gibi katı gelenekler de ayrıca buna eklenebilir. Ancak katı kural ve geleneklerinin olması ordunun tercihlerden ve mevki kavgalarından muaf olduğu anlamına gelmiyor. Gelmediği gibi tersine, bu katı kural ve gelenekler aslında uzun vadeli tercihlerin ürünüdür. Fakat stratejik belirleyiciler gözden kaçırıldığı için, ordunun kendinden menkul bir kurallar ve gelenekler bütünü tarafından yönetildiği gibi bir yanılsama oluşturuluyor.

Oysa düzenin koruyucu ve kollayıcısı olma misyonunu yüklenen ordu, aynı zamanda emperyalistlerin savaş örgütü NATO’nun bir parçasıdır. Dolayısıyla sadece ülkedeki egemen sınıfların değil, aynı zamanda emperyalistlerin de çıkar ve tercihlerine bağlıdır. Bu güçlerin çıkarlarına göre oluşturulan konseptlere uygun olarak çalıştırılıyor, yapılandırılıyor ve yönetiliyor. Bu olgu, orduyu kişilere bağlı olmaktan çıkardığı gibi, diğer taraftan sisteme uygun kişilerin seçilmesinde de son derece katı bir mekanizmaya sahip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ordunun üst kademesinde yer alan generallerin hemen hepsi, sistemin onayından geçmiş, dahası özenle seçilip eğitilip bu kademeler için hazırlanmış unsurlardan oluşuyor. Elbette bu sıkı mekanizmalara karşın bazı unsurlar zamanla sistemin kabul edemeyeceği bir çizgiye yönelebilir. “Avrasyacı” Şener Eruygur ve Hurşit Tolon gibi), ya da zamanla bazı unsurların elenmesi gerekebilir. İşte YAŞ’ın en önemli işlevlerinden biri de bu eleme işleminin tamamlanmasıdır. Böylelikle, ordu hiyerarşisinde sisteme en uygun ve sadık kadroların önü açılmaktadır.

Bu dönemin YAŞ’ı ise, içinden geçilen süreçten dolayı ayrı bir önem taşıyor, bir rejim krizi yaşayan düzen açısından oldukça önemseniyordu. Öyle ki, iç çatışmaya bağlı olarak yürütülen medya kampanyalarında YAŞ kararları çatışmaya bağlı olarak tartışılmakta ve daha günler öncesinden “müstakbel” Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un adı etrafında yoğun tartışmalar yapılmaktaydı. “Ulusalcı” çevreler cephesinden daha çok hayal kırıklığı yaratan Yaşar Büyükanıt’ın yerine gelecek olan İlker Başbuğ’un AKP karşısında daha kararlı bir mücadele yürütüp yürütmeyeceği tartışılmaktaydı. Dinci ve liberal çevreler cephesinde ise, en azından bir döneme kadar, İlker Başbuğ’u terbiye edecek tarzda yayınlar göze çarpmaktaydı.

Fakat, çatışmanın bir mutabakata vardırılmasıyla birlikte bu tür yayınlar kesildi ve daha çok ordudaki süreklilik vurgusu ön plana çıkarılmaya başlandı. Yanısıra İlker Başbuğ’un izlemeye alındığı, onun tutumuna göre davranılacağı yönünde kayıtlar düşüldü. İşte bu koşullarda ordu kademelerindeki değişiklikler daha çok İlker Başbuğ’un kişisel özellikleri olarak sıralanan vasıfları üzerinde yoğunlaşıyor. Böylece aslında, kişisel özelliklerden yola çıkılarak, ordunun düzen içi çatışmalarla yıpranan kimliği onarılmaya çalışılıyor.

Elbette, çatışmalı bir dönemin geçici bir mutabakat dönemine yerini bıraktığı, düzenin yönetici güçlerinin ordunun hem siyasi hem de askeri gücüne dayalı hesaplar yaptığı bugünkü şartlarda göreve gelen yeni Genelkurmay Başkanı da bu yeni koşullara yanıt vermek zorunda olacaktır. Dahası, Ergenekon operasyonuyla ordunun denetim dışına çıkmış anti-amerikancı ayak bağlarından temizlenmesi, ordunun yeni komuta heyetinin elini kolunu daha da serbestleştirmiş olacaktır. Dolayısıyla yenilik aranacaksa burada aranmalıdır. Bu koşullarda, ordunun yeni komuta kademesi Amerikan emperyalizminin politikaları konusunda çok daha tereddütsüz ve sakınmasız biçimde hareket edecek, gerek içeride ve gerek dışarıda işçilere, emekçilere ve kardeş halklara karşı tam bir NATO ordusu gibi harekete geçirilecektir. Nitekim, İlker Başbuğ ile onun yerini alacağı söylenen Işık Koşaner’in sicilleri durumun tam olarak böyle olduğunu net biçimde ortaya koymakta ve bundan sonra ordunun izleyeceği çizgi hakkında yeterince fikir vermektedir.

İlker Başbuğ’un geçmişine bakıldığında, onun askerlik yaşamının büyük bölümünü NATO karargahlarında geçirdiği görülmektedir. Belçika’da NATO Uluslararası Askeri Karargahı’nda Cari İstihbarat Plan Subaylığı yapan İlker Başbuğ, NATO Savunma Koleji’ni ve İngiltere Kraliyet Harp Akademisi’ni bitirmiş. Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargahı’nda Enformasyon Daire Başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş. Demek ki, emperyalistlerin askeri eğitim süreçlerinden geçen ve NATO kademelerinde bağlılığını kanıtlamış bir askerdir kendisi. Bu haliyle de NATO’nun vurucu gücü, ABD emperyalizminin ülkedeki stratejik dayanağı olan ordunun başında bulunmasında şaşırtıcı bir yan yoktur. NATO’cu ve amerikancı kimliği son derece berrak olan İlker Başbuğ, içeride ve dışarıda emperyalistlere hizmette sınır tanımayacak özellikte bir askerdir.

İlker Başbuğ’un ardılı olan Işık Koşaner’in sicili de oldukça dikkat çekici. Bir NATO askeri olarak Işık Koşaner de bir süre Güney Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Dairesi’nde çalışmış. Daha sonra ise Genelkurmay Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunmuş. Yani bugün döküntüleri Ergenekon operasyonuyla temizlenen ve aklanıp gözlerden saklanan kontrgerilla aygıtının başında bulunmuş bir askerdir kendisi. NATO ve doğrudan NATO’ya bağlı olarak çalışan kontrgerillanın merkezinde duran bir isim olarak Genelkurmay Başkanlığı’na hazırlanması ordunun terfi ve tayin kurallarına tamamen uygundur.

Demek ki, ordu cephesinde işler olağan biçimde yürümektedir. Emperyalizmin vurucu gücü, ülke üzerindeki egemenliğinin dayanağı ve emekçi halka karşı bir iç savaş aygıtı olan ordu, bu özelliğini safralarından da kurtulmuş olduğu bir dönemin ardından sağlamlaştırarak sürdürecektir.

Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, bu ülkede işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarları doğrultusunda emperyalist-kapitalist kölelik sistemine yönelen her çaba generalleri özel bir tarzda hedef almak durumundadır. Çünkü, kurulu düzenin koruyucusu ve kollayıcısı olma misyonunu taşıyan generaller her türden toplumsal ilerlemenin en azılı düşmanıdır. 12 Eylül gündeminin ısındığı bu günlerde bu gerçeği döne döne işlemek, hem kontrgerilla operasyonlarıyla hesaplaşmak hem de önümüzdeki dönemi kazanmak açısından önemlidir.