22 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/34

  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem
   Kontrgerilla: İşçilerin, emekçilerin ve
Kürt halkının can düşmanıdır!
Emperyalist savaş Ankara’daki işbirlikçilerin açmazını derinleştiriyor!
17 Ağustos deprem yıkımının tek sorumlusu sermaye düzeni ve devletidir!

Sermaye hükümetinin bakanları yolsuzluk batağında…

Toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirmek için…
  Belediyelerde grev hazırlıkları...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tersanelerdeki işçi ölümlerine karşı mücadelenin durumu ve görevler
  Mamak Kültür-Sanat Festivali’nin 5. yılında bütünlüklü ve güçlü bir politik faaliyet…
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  Milletin parası...
Yüksel Akkaya
  Pakistan diktatörü general Pervez Müşerref çukura sürüldü
  Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi tamamlandı...
  Doğu Avrupa’ya “füze kalkanı” yeni savaşlara davetiye çıkarıyor!
  Dünyadan…
  Diyet öyküleri / 2...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist savaş Ankara’daki işbirlikçilerin açmazını derinleştiriyor!

ABD’nin Ortadoğu ve Kafkaslar’a dönük planları ile Türk burjuvazisinin dönemsel çıkarlarından kaynaklanan bazı çelişkiler, Gürcistan-Rusya savaşıyla daha da belirginleşti. İşbirlikçi burjuvazi ile onun sınıf çıkarlarını koruyan Türk sermaye devletinin açmazı, çıkarlarını koruyabilmek için, bağımlı oldukları emperyalist merkezle en azından belli noktalarda farklı tutum almak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunmalarıdır.

Aslında işbirlikçi burjuvazinin bu açmazı yeni sayılmaz. Ancak Kafkaslar’da oluşmakta olan yeni dengeler, bu açmazın tehlikeli boyutlara varmasına yol açabilecek çelişkiler barındırmaktadır. 

Son 30 yıllık süreç üzerinden bakıldığında, işbirlikçi burjuvaziye ilk kabarık faturanın, ‘91’de ABD öncülüğündeki gerici güçlerin Irak’a saldırısı vesilesiyle kesildiği görülür. Dönemin sermaye temsilcisi Turgut Özal’ın “bir koyup üç alacağız” zırvalarına rağmen, Irak’a saldırının Türkiye’yi milyarlarca dolar zarara uğrattığı, savaş sonrasında Amerikancı rejim şefleri tarafından da itiraf edilmiştir.

İşbirlikçi sermaye iktidarı, Irak’ı hedef alan emperyalist saldırı sonrasında uygulanan ambargoya destek verdiğinde de milyarlarca dolar zarara uğramıştı. Ancak ambargoya katılmanın asıl vahim sonucu, Türk devletinin bir milyona yakın Iraklı çocuğun ilaç ve gıdadan mahrum bırakılarak katledilmesine dolaysız suç ortaklığı yapmış olmasıdır. 

Körfez Savaşı, Irak’a ambargo, İran’la ilişkilerin sınırlandırılması, ABD baskısıyla Rusya’yı rahatsız eden bir takım projelere ortak olması vb., tüm bunlar Türk burjuvazisinin çıkarlarına ters düşmektedir. Ancak Washington’daki efendilerin basıncı, Ankara’daki işbirlikçileri kendi çıkarlarına ters işlere girişmek zorunda bırakmaktadır.

Kürt sorunu ve Kıbrıs konusunda da ABD planlarına uyum sağlamakta zorlanan gerici rejim, Washington ile stratejik ortaklık/stratejik uşaklık alanında işbirliğini pekiştiren adımlar atmaya devam etmiş, zarara girmek pahasına tetikçiliğe devam etmiştir. Irak işgalinin arifesinde tezkere kazasını önleyemediği için burnu iyice sürtülen Amerikancı rejim, bu hatayı telafi etmek için fazlasıyla çaba harcamıştır. Öyle ki, Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray kapısını aralamak için Kasap Şaron’un ayağına kadar gitmiştir.

Türk sermaye sınıfının son yıllarda keskinleşen iktidar ve rant uğruna çatışmaları, onları ABD’den gelecek desteğe daha da bağımlı kılmış, bu ise, emperyalist efendinin eline yeni kozlar vermiştir. Bu bağımlılık Türk egemenlerinin ikilemini daha da karmaşık hale getirmektedir.  

Her şeye rağmen son döneme kadar bu dengeyi iyi-kötü koruyabilen Türk sermaye iktidarı, gelinen yerde zorlandığını gösteren tutumlar sergilemeye başladı. ABD’nin saldırgan Kafkas politikasının savaşa yol açması, Rusya’nın ABD merkezli batı kuşatmasına karşı artık savaşı göze alabilecek özgüvene kavuşmuş olduğunu göstermesi, sorunların farklı boyutlar almasına zemin hazırladı.

Rusya’nın ABD tetikçisi Gürcistan rejimini utanç verici bir duruma düşürmesi, Bush liderliğindeki neofaşist çeteyi çileden çıkarmış görünüyor. Tetikçisini yüzüstü bırakan ABD, küstahça tehditler savurarak, Rusya’yı savaş aygıtı NATO’nun hedefi haline getirmek için uğraşıyor. Nitekim NATO karargahında biraraya gelen üye devletlerin dışişleri bakanları, Brüksel’de yaptıkları olağanüstü toplantıda, Rusya’ya karşı alınacak caydırıcı önlemleri görüştüler.

Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Brüksel’e yolculuğu sırasında yaptığı açıklamada, üst perdeden tehditler savurdu. “NATO’nun, Rusya’nın, Gürcistan’daki stratejik amaçlarına ulaşmasına engel olacağını, Avrupa’da yeni bir demir perdeye izin vermeyeceğini” söyleyen Rice, Rusya’nın Gürcistan’da kazanmasına NATO tarafından izin verilemeyeceğini, bu ülkedeki işgalinden ötürü Rusya’yı cezalandıracağını iddia etti.

ABD’nin saldırgan tutumunu İngiltere, Kanada ve Doğu Avrupa ülkelerinin desteklediği, ancak Almanya-Fransa ikilisinin başını çektiği, çoğu Batı Avrupa ülkelerinden oluşan diğer grubun ise, Rusya’yla ilişkilerinin zedelenmemesi için daha ihtiyatlı davranılması gerektiğini savunduğu bildiriliyor.

Görünen o ki, Rusya ile girişilen çatışma, savaş aygıtı NATO’nun Kafkaslar konusunda ortak tutum belirlemesini zora sokmaktadır.

Buna karşın Rice’ın sözleri, emperyalist Amerikan rejiminin Kafkaslar’daki gidişattan rahatsız olduğunun, gerekirse yeni savaş cepheleri açmaktan geri durmayacağının bir ifadesi sayılmalıdır.

Rusya, bu küstah tehditlere anında yanıt verdi. Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, Rus ordusunun artık SSCB’nin dağılması onrasındaki gibi kriz hali içerisinde olmadığını, sorunlarını çözdüğünü ve operasyonlara hazır hale geldiğini söyledi.

Görüldüğü üzere, her iki tarafın tutumu da yeni gerici savaş cephelerinin açılma ihtimalini güçlendirecek cinstendir. 

Olası çatışmaların Gürcistan-Ukrayna merkezli olacağı konusunda farklı çevreler mutabıktır. Bu ise Karadeniz’in savaş alanına dönmesi riskini güçlendirmektedir. Böyle bir çatışmanın Türk burjuvazisinin çıkarlarına olmadığı açıktır. Zira olası bir çatışmada ABD’nin savaş gemilerini Karadeniz’e yerleştirmek isteyeceği kesindir. Savaş kundakçıları daha önce de İran’ı gerekçe göstererek böyle bir niyet taşıdıklarını dile getirmişlerdir.

Türk sermaye devletinin, uluslararası anlaşmalara da aykırı olan böyle bir talebi cepheden reddedebilmesi, Washington’daki efendilerin gazabını göze almasını gerektiriyor. Tersi bir durum ise, Rusya’nın tam karşısında konumlanmak anlamına gelir ki, böyle bir tercih vahim sonuçlar doğuracak bir felakete davetiye çıkarmaktan başka anlam taşımaz.

İşte Ankara’daki Amerikancı rejimin şefleri, böyle bir ikilemle karşı karşıya kalmamak için son günlerde girişimlerini arttırmış görünüyor.

İlk dikkat çekici açıklama, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı İstanbul’da ağırlamadan önce İngiliz The Guardian’dan Stephen Kinzer’le söyleşi yapan Abdullah Gül’den geldi. Gürcistan’daki çatışmanın ABD’nin küresel çapta politikaları daha uzun süre sadece kendi çıkarları üzerinden şekillendiremeyeceğinin ispatı olduğunu savunan Abdullah Gül, şöyle konuştu: “Tüm dünyayı tek bir merkezden kontrol edebileceğinizi sanmıyorum. Büyük uluslar var. Devasa nüfuslar var. Dünyanın bazı bölgelerinde inanılmaz ekonomik kalkınma var. Bu yüzden yapmamız gereken tek taraflı eylemlere girişmek yerine birlikte hareket etmek, ortak kararlar almak ve dünyayla danışmak. Şöyle söylenebilirse eğer yeni dünya düzeni ortaya çıkmalı.”

Gürcistan-Rusya arasındaki çatışmanın bitiminden hemen sonra Moskova’ya, ardından Tiflis’e giden Tayyip Erdoğan ise, Kafkaslar’da kalıcı bir barış sağlanması için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve AB’nin üzerinde çalıştıkları barış planını desteklediklerini belirtti. Bu açıklamada, Amerikancı Tayyip’in ABD-NATO planlarından söz etmemesi dikkat çekiciydi.

Medvedev ile görüşmesinin ardından Rusya Başbakanı Vladimir Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un hazır bulunduğu çalışma yemeğine katılan Tayyip Erdoğan, Kafkasya’da İstikrar ve İşbirliği Platformu kurmayı önerdiklerini söyledi.

Türkiye’nin önerdiği Kafkasya’da İstikrar ve İşbirliği Platformu’nun iki ülke dışişleri bakanları arasında üzerinde çalışılarak süratle geliştirileceğini vurgulayan Erdoğan, bölgesel sorunlara bu platform aracılığıyla çözüm üretilebileceğini savundu.

Tiflis’te de benzer ifadeler kullanan Erdoğan, gezi dönüşünde yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Önümüzdeki hafta içinde bir Azerbaycan ziyareti planlıyoruz. Azerbaycan ziyaretini gerçekleştirdikten sonra Azerbaycan’ın da bu oluşumun içerisinde yer almasını istiyoruz. Çünkü coğrafya esaslı hareket edeceğiz. Bir taraftan da Ermenistan’ın da bu oluşumun içerisinde olması inanıyorum ki bölge barışına ciddi manada katkıda bulunacaktır.”

ABD ile yardakçılarının tehditlerine maruz kalan Rusya’nın Tayyip Erdoğan’ın ziyaretine önem verdiği gözleniyor. Görünen o ki, Ankara’daki işbirlikçilerin ABD’nin olası dayatmalarından kaçınabilmek için aradığı çözüm, Rusya’nın dönemsel politikalarıyla da çakışmaktadır. Rus ordusu Gürcistan’a karşı saldırıya geçtiğinde Tayyip Erdoğan’ın ısrarlı aramalarına rağmen telefonlara cevap vermeyen Vladimir Putin’in Moskova’da gösterdiği ilgi, söz konusu çakışmanın göstergesi sayılıyor.

İşbirlikçi egemenlerin arayışı, ABD-NATO tetikçiliğinden vazgeçmek ya da şimdiye kadar yerine getirdikleri bu uğursuz rolden rahatsız olmakla ilgili değil. Onlar, yarım asırlık işbirlikçiliğin mükafatı olarak efendileri tarafından uçuruma sürüklenme ihtimalini ortadan kaldırmanın derdindeler. Böyle bir riskle karşı karşıya bulunmasalardı, Washington’daki efendiye aykırı tek söz etmeleri sözkonusu bile olmazdı.

İşbirlikçilerin talihsizlikleri şurdadır ki, onlar kapitalist-emperyalist düzenin egemenlerine bağımlı olmaya mahkumdurlar. Bu mahkumiyetin ise ne zaman felakete yol açacağı belli olmaz.

Emperyalist güçlerin dünyadaki zenginliklerin yağmalanmasından daha büyük paylar almak için kışkırttıkları gerici savaşlara karşı mücadele edebilecek tek tutarlı güç işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklardır. Emperyalist güçlerin savaş tamtamları çaldığı şu günlerde bu mücadelenin yükseltilmesi hayati bir önem taşımaktadır.