12 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Mücadele sertleşirken...
  “Ekonomik teşvik ve istihdam paketi”nin özü özeti
Kürt sorununun “çözüm”üne yönelik yeni ekonomi paketi...
Kent AŞ direnişi
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kapitalizmin krizine karşı 15-16 Haziran Direnişi'nden öğrenilmesi gerekenler
  Tersaneler cehennem,
işçiler köle kalmayacak!
AKP’nin sözde Alevi açılımı...
  Eğitimde fırsat eşitliğinden ve seçme özgürlüğünden bahsedenler sermayenin sözcüleridir...
  ÖSS mitinglerinden...
  Kapitalizm doğanın ve insanlığın geleceğini yok ediyor!
  Dünya Emekçi Kadınlar
Konferansı’na doğru
  Obama’nın Kahire vaazı…
  Pakistan’da iç savaşın perde arkası - Knut Mellenthin
  Taraf’ın Taraf’ı...
  Engin Çeber davası sürüyor...
  Bir kitap tanıtımı ve
yazarının okura çağrısı...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eğitimde fırsat eşitliğinden ve seçme özgürlüğünden bahsedenler sermayenin sözcüleridir...

Eşit, bilimsel ve anadilde eğitim sosyalizmle mümkündür!

Son haftalarda Sabancı Üniversitesi’ndeki uygulamadan kaynaklı, eğitim sisteminin sıkıntıları gündemde kendine yer buldu. Tabii bu tartışmalar düzen sözcüleri etrafında döndüğü için konunun ele alınışı ve eğitim sistemine bakış da düzen sınırları içinde kaldı. YÖK ve Sabancı Üniversitesi arasındaki çekişmeye birçok rektör, köşe yazarı da taraf oldu. Bu gündem öylesine ilgi gördü ki, birçok köşe yazarı da kendi sayfalarından bu tartışmaya yanıt üretmeye çalıştı.

Buna göre, Sabancı Üniversitesi, ikisi eşit ağırlıklı biri sayısal olmak üzere iki puan türünden öğrenci alan üç temel eğitim programına sahip. Bu okula giren öğrenciler, ilk iki yıl hangi puan türünden üniversiteyi kazanmış olduklarına bakılmaksızın ortak dersler görüyorlar. İkinci yılın sonunda ise program değiştirebiliyor, mesela iktisattan mühendislik bölümüne (ya da tam tersi yönde) geçebiliyorlar.

Tartışmalardaki taraflar ise şöyle şekilleniyor: Sabancı Üniversitesi’nde 10 yıldan beri uygulanan bu yöntemin, aslında öğrencilerine yeniden seçme özgürlüğü vermek olduğunu savunanlar ile bu sistemin ‘eşitliğe aykırı’ olduğu görüşünde olanlar.

Fakat yineleyelim ki, yapılan özgürlük ve eşitlik tartışmaları burjuvazinin sözlüğündeki anlamlarıyla kullanıldığından, bizim için bir şey ifade etmiyor. Eğitim sistemindeki eşitsizlik gün gibi ortadayken, üniversiteye giriş sınavı olan ÖSS, sınıfsal ayrımın bir yansıması iken, onların bahsettiği eşitlik ve özgürlük işçi ve emekçileri hiçbir biçimde kesmiyor.

Sabancı Üniversitesi’ndeki uygulamayı, öğrencilerin ilgi alanlarına ve isteklerine göre eğitim alabilme olanağı olarak görenler ve öğrencilerin seçme özgürlüğünden dem vuranlar, nedense bu sorunun kaynağına işaret etmekten kaçınıyorlar.

Evet, eğitim sisteminin niteliksizliğinin ve anti-bilimselliğinin bir ürünü olarak milyonlarca öğrencinin istemedikleri bölümlerde okudukları doğrudur. Fakat “seçme özgürlüğüne” sadece Sabancı Üniversitesi’ne girebilen şanslı azınlığın, yani parası olanın sahip olabilmesinin savunulacak bir yanı yoktur. Kapitalist sistem, onun eğitim sistemi üzerindeki yansımaları zaten milyonlarca öğrencinin elinden eğitim alma hakkını dahi almışken, özgürlüklerden bahsetmek bir yere oturmuyor.

İsmet Berkan konuyla ilgili yazısında, üniversitelerde okuyan toplam öğrenci sayısı ile kıyaslandığında Sabancı Üniversitesi’ndeki öğrencilerin çok sınırlı kaldığından, tabiri caizse onların okyanustaki birer damla olduğundan ve herkes için geçerli olabilmesi gereken seçme özgürlüğünün sadece bu öğrencilere uygulanmasının herkese zaten ‘mükemmel’ bir fırsat eşitliği sunan üniversite düzeninde eşitliği bozmadığından bahsediyor. Sınırlı sayıdaki öğrencinin seçme özgürlüğünün bulunmasının, eşitliği bozduğu düşünülüyorsa, o zaman eşitliğin özgürlüğün budanması yoluyla değil tam tersine herkesin o özgürlüğe sahip olmasına çalışılması yoluyla sağlanması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor:

“Burada benim gibi düşünenlerle Sabancı’nın uygulamasının eşitliği bozduğunu öne sürenler arasında aslında uzlaşmaz bir çelişki var. Türkiye’de ‘eşitlik’ farklılıklara tahammülsüzlük, herkesin aynı tornadan çıkmış gibi olması, herkesin birbirine benzemesi olarak görüldükçe; ‘eşitlik’ denen şeyin en iyi uygulamada değil de en zayıf uygulamada sağlanması kolaycılığından vazgeçilmedikçe bu uzlaşmaz çelişkinin biteceği de yok.”

Benzer nitelikte bir açıklama da Hasan Cemal’den geliyor. Cemal şunları söylüyor:

Tektipçi zihniyetinin öteki dirilişleri de yükseköğretim alanında yaşanıyor.

“Yükseköğretim sisteminin, 12 Eylül askeri diktatörlüğünün dayattığı YÖK tipi, tektip üniversite dayatmasından kurtulmakta olduğuna; çağdaş toplumun gereklerine uygun çoğulcu bir yükseköğretim sistemine geçmekte olduğumuza inandığımız; en azından vakıf üniversiteleri için farklı eğitim programları ve sistemlerini deneme imkânının genişlediğini sandığımız bir dönemde, başta Sabancı Üniversitesi olmak üzere çeşitli vakıf üniversitelerine yeniden YÖK’ün dar yeleğini giydirme girişimleriyle karşı karşıyayız.

“Bu dayatmadan kesinlikle vazgeçilmeli.”

YÖK başkanlığından yapılan açıklamada ise tersinden fırsat eşitliğine dem vuruluyor. Açıklamada şunlar söyleniyor: “Türkiye’deki mevcut yükseköğretime giriş sistemine bütünüyle aykırı bu uygulama, fırsat eşitliğini ortadan kaldırmaktadır.” Özellikle YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan her konuşmasında bu uygulamanın fırsat eşitsizliğine yol açtığına vurgu yapıyor.

Üniversitelerin paralı olması gerektiği üzerine açıklamalar yapan bu kişinin eşitlikten bahsediyor olmasının hiçbir inandırıcılığının olmaması bir yana YÖK’ün gerçekleştirdiği icraatlar söylemlerinin nereye oturduğunu gösteriyor.

Seçme özgürlüğünden, eşitliğin en geniş alanda uygulanması gerektiğinden bahsedip, vakıf üniversitelerine övgüler düzenler ve çözümü yine sermayenin insafına bırakanlar acaba gerçekten bilmiyorlar mı ki, eşitsizliği yaratan temel neden bu sistemin kendisidir.

Eğitimin piyasaya açılması, eğitim masraflarının öğrencilerin üzerine yıkılması eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin nedenlerindendir. Bu noktada, YÖK bu uygulamaların gerçekleşmesinde, gerek eğitim hizmetlerinin ticarileştirilmesinde gerekse üniversite sermaye işbirliğinin pekiştirilmesinde ana rolü üstlenirken, ifade edilen sözlerin kulakları tırmalıyor olması normaldir. İşçi ve emekçi çocuklarının yüzlerine üniversite kapıları en sert biçimde kapanıyorken, ellerinden eğitim hakkı alınıyorken kim eşitlikten bahsedebilir ki?

ÖSS’ye girecek olan milyonlarca işçi ve emekçi çocuğu devlet okullarında niteliksiz eğitime mahkûm ediliyorken, eğitime ayrılan bütçenin hiç eşitsizliğin ana nedenlerinden biri olduğu düşünüldü mü acaba? İlköğretimden üniversiteye eğitime ayrılan bütçenin aslan payını zaten özel okullar alıyorken, bu tartışmalar, tartışmaların tarafları yalnızca içinde bulunduğumuz eğitim sistemini meşrulaştırıyor.

Üniversiteyi kazanabilmenin tek yolu bugün dershanelere milyonlar dökmekse, kimse dershane taksitlerini denkleştiremeyenlere ne fırsat eşitliğinden ne de seçme özgürlüğünden bahsetsin.

Kapitalizm, özellikle içinde bulunduğumuz kriz koşullarında, çok büyük bir pazar alanı olan eğitim alanını piyasaya daha fazla açmaya mecburdur. Bu da eğitimin ticarileşmesinin daha da derinleşmesi demektir. Yani paran kadar oku demektir. Kapitalizmin temel mantığı burada da işlemektedir. Paran kadar özgürsündür.

Yani ifade edilen seçme özgürlüğü de, fırsat eşitliği de sadece Koçlara, Sabancılara vb. vakıf üniversitelerine gidebilenlere bahşedilmiştir. Bu tartışmalar bilinç bulandırmaktan öte bir yere hizmet etmemektedir.

Eşit, parasız, bilimsel, anadilde ve herkesin yeteneklerine göre yönlendirildiği bir eğitim sistemi ancak sosyalizmde mümkündür.