GATSa uyum sürüyor...
Yüksek öğrenim reformu ve
özel okullara destek kampanyası
Satacağız, herşeyi satacağız! Maliye Bakanı Kemal Unakıtanın pervasızca sarfettiği bu sözler neo-liberal ekonomi politikalarının esasını oluşturuyor. Kapitalizmin yapısal krizlerini hafifletme çabalarının ürünü olan ve dünya ölçüsünde onyıllardır uygulanan neo-liberal saldırı politikaları tüm kamu işletmelerinin ve sosyal hizmetlerin tasfiyesini öngörüyor.
Neo-liberalizm özellikle kapitalizmin krizinin derinleştiği 1970li yıllarla birlikte etkisini göstermiş, kapitalizmin temel argümanlarına yeni ideolojik yaklaşımlar getirilmiştir. Aradan geçen süreçte tüm dünyada neo-liberal ekonomi politikaları sistemli bir biçimde uygulanagelmiştir. 90lı yıllarda (Doğu Bloku ve Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından) dizginlerinden boşalan neo-liberal saldırılar özellikle kamu yararı esasına dayalı alanlarda yoğunlaşmıştır. Neo liberalizm kamu ya da toplum yerine bireyi esas almış, kamu yararı birey çıkarı haline getirilmiştir. Birey, bireyin tercihleri, bireysel özgürlükler gibi kavramlarla sosyal devlet anlayışının sonu ilan edilmiştir. Yeni liberal devlet anlayışında toplum yararına gerçekleştirilen tüm hizmetle özelleştirilerek kapitalizmin yeni pazarlarına dönüştürülür. Hizmet sektöründen el çektirilen devlete yalnız burjuva iktidarını koruma aygıtı, yani örgütlü zor aygıtı kalır.
Neo-liberal politikaların tüm dünya çapında uygulanabilmeleri, oluşturulan bir takım örgütler ve anlaşmalarla güvence altına alınmıştır. İMF, DB, DTÖ, OECD gibi örgütler, GATT, MAİ, MİGA, Uluslararası Tahkim, GATS gibi anlaşmalar vb... Burada son dönemde etkisini tüm dünyada hissettiren GATStan (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) sözedeceğiz.
GATS ve neo-liberal politikalar
Korkarım şu anda ne hükümetler neyin altına imza attıklarının, ne de şirketler neler kazandığının farkında değiller. Bu sözler Dünya Ticaret Örgütü eski Başkanı Renato Roggerioya ait.
Uluslararası mal ticaretini düzenleyen bir anlaşma olan GATT (Tarifeler ve Ticaret Genel Antlaşması) 1947 yılında 23 ülkenin katılımı ile oluşturulmuştur. 86da başlayan ve 15 Aralık 93te sonlanan Uruguay Roundunun ardından Nisan 95te Marakeşte imzalanan ve 1 Ocak 95te yürürlüğe giren anlaşma ile Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurulmuştur. GATS, GATTın 1986-1983 yılları arasında yapılan Uruguay Roundunda anlaşmaya dahil edilmiştir. 1995te DTÖnün kurulması ile birlikte GATS görüşmeleri DTÖ içerisinde devam etmektedir. 2000 Ocak ayından itibaren 15 günde bir yapılan GATS görüşmelerinin 2004 yılı sonlarında bitirilmesi ve 2005 başlarında yürürlüğe girmesi bekleniyor. 2 yılda bir yapılan DTÖ bakanlar toplantılarında anlaşmanın çerçevesi genişletilmektedir. Bir sonraki toplantı 9-14 Eylül 003 tarihleri arasında Meksikada yapılacak, bu toplantılar sırasında şimdiye kadar sürdürülen görüşmeler kapsamında yapılan değişiklikler onaylanacaktır.
GATSın genel olarak hizmet ticaretini düzenlediğini söyleyebiliriz. Anlaşma neo-liberalizmin ideolojik argümanları çerçevesinde tüm kamu hizmetlerini piyasa ekonomisi içerisinde tanımlıyor. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan turizme, enerjiden telekomünikasyona tüm hizmetleri çokuluslu şirketlerin müdahale alanına açan anlaşma şimdiye kadar hayata geçirilen saldırılar içerisinde belki de en önemlisi. Tüm hizmetlerin özelleştirilmesi sermayeye muazzam bir piyasa oluşturulması anlamına gelirken, işçi sınıfı ve ezilenler için tam bir sosyal yıkım anlamına gelmektedir.
GATS ve eğitim
GATS çerçevesinde piyasa ekonomisine açılan hizmet alanlarından biri de eğitimdir. Dünya ölçeğinde eğitim alanında dolaşıma giren 2 trilyon doların, dünya mal ticareti hacminin 5,47 dolar (1997 rakamları ile) olduğu düşünülürse, burjuvazi için oldukça çekici olduğu görülecektir. Böylesine geniş bir pazar GATS müzakerelerinin temel ilgi alanı olmuştur. Müzakerelere katılan üye ülkelerden eğitim alanını anlaşmaya dahil etmeyen üyelerin sayısı yok denecek kadar azdır. Eğitim alanını bir süre bu anlaşmanın dışında tutmaya çalışan ülkeler, ABD ve AB tarafından yoğun baskı altında tutulmaktadır.
ABDnin eğitim alanında anlaşmanın genişletilmesine yönelik olarak tüm üye ülkelerden ve özel olarak bazı ülkelerden talepleri söz konusu. ABD tüm üye ülkelerden başta yüksek öğrenim olmak üzere, yetişkin eğitimi, orta öğrenim ve diğer öğrenim alanlarında tam liberalizasyon istiyor. Bu taleplere kısaca bakalım:
Çin: Yabancı şirketlerin ve örgütlerin uydu yayınları aracılığı ile eğitim hizmeti vermeleri yasağını kaldırmalıdır. Yabancı eğitim kurumlarının Çin üniversiteleri ile ortaklık kurmalarındaki şartları kaldırması gerekir. Eğitim ve kurs hizmetlerinde kâr için işleyiş yasağını kaldırması gerekir.
Yunanistan: Diplomaların verilmesi hakkının yalnızca Yunan kurumlarına verilmiş olması kısıtlamasını kaldırması gerekir.
İtalya: Yabancı kurumların sadece ülke vatandaşı olmayan öğrencilere eğitim verebilmeleri şartını kaldırmalıdır.
İspanya: Yüksek öğrenim ve eğitimle ilgili lisans verme ve akreditasyon politikasında saydamlık politikasını benimsemesi gerekir.
Mısır, Hindistan, Meksika, Filipinler, Tayland, Arjantin, Brezilya, Kanada, Şile, Kosta Rica, Çek Cumhuriyeti, Malezya, Polonya, Tunus, Uruguay, Hong Kong, Macaristan, Endonezya, Kore, Fas, Pakistan, Venezuella: Yüksek öğrenim ve kurs hizmetlerinde, yetişkin eğitiminde ve diğer eğitimde ve ölçüm-test hizmetlerinde piyasa girişi ve ulusal muamele için tam taahhütler yapmalıdır. (ABDnin talepleri orijinal metinden kısaltılarak alınmıştır. Buradaki talepler ve ülkeler listenin yalnızca bir kısmıdır/EG)
ABD ve eğitimin bütünüyle piyasaya açılmasının destekleyicisi diğer ülkeler 1995 yılından beri süren GATS müzakerelerinde büyük bir başarı elde ettiler. GATSa üye birçok ülke -özellikle OECDye üye ülkeler- daha ilk görüşmelerde eğitim alanında büyük taahhütlerde bulundular. Bu cömert ülkelerden biri de Türkiye.
Ve Türkiye...
Hazine Müsteşarlığının (GATS müzakerelerinde görevli olan kurumlardan biridir) kendi belgelerinde, Türkiyenin GATS kapsamında sunduğu hizmetler taahhüt listesi gelişmekte olan ülkeler tarafından sunulan tekliflerin en kapsamlısı ve en ilerilerinden olup, bazı gelişmiş ülke teklifleri ile boy ölçüşecek düzeydedir denilmektedir. Gerçekten de Türkiye 155 hizmet alanından 72sini taahhütler listesine almıştır. %46.6 ortalama ile gelişmekte olan ülke ortalaması olan %18in hayli üzerinde kalarak bu anlaşma için ne denli hevesli olduğunu ortaya koymuştur. Türkiyenin listeye almadığı hizmet alanları arasında; meslek hizmetleri, AR-GE hizmetleri, gayrimenkul kiralama hizmetleri, dağıtım hizmetleri yeralmaktadır. Bu alanların anlaşmaya dahil edilememesinin nedeni Türkiyenin isteksizliği değil, bu alanlardaki hizmetlere ilişki mevzuatın henüz tamamlanamamış olmasıdır.
Türkiye eğitimin bütün aşamalarına dair taahhütlerde bulunmuştur. Bu taahhüt listesi anlaşma henüz gündeme gelmişken, 1995 yılı ve hemen sonrasında verilmiştir. Bu yıldan itibaren eğitimin özelleştirilmesi ya da eğitimde piyasa koşullarının yaratılmasına dönük birçok uygulama hayata geçirildi, geçirilmeye çalışılıyor. Eğitim alanındaki her reform söylemi GATSa uyum yasaları anlamına geliyor.
Bu reformlara ve bazı uygulamalara ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce ABDnin Türkiyeden eğitim alanındaki taleplerine bakalım. ABDnin en önemli taleplerini şöyle özetleyebiliriz:
* Yabancı kurumların sadece ülke vatandaşı olmayan öğrencilere eğitim verebilmeleri şartı kaldırılmalıdır.
* Yüksek öğrenim ve kurs hizmetlerinde, yetişkin eğitiminde ve diğer eğitimde ve ölçüm-test hizmetlerinde piyasa girişi ve ulusal muamele için tam taahhütler yapılmalıdır.
ABD Türkiyeden eğitim alanında yabancı sermayenin yatırım yapmasının önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmektedir. Burada eğitim alanından kasıt yalnızca ilk, orta ve yüksek öğretim değil fakat aynı zamanda yetişkin eğitimi (çeşitli kurslar, sertifika programları), staj ve sınav hizmetleri ve iş eğitimi ile ilgili tüm hizmet alanlarıdır. Bunların yanı sıra ABD hükümetlerden ve tabii Türkiyeden kamu okullarına sağladıkları mali katkıyı aynı oranda yabancı özel öğretim şirketlerine de sağlamalarını istemektedir.
Türkiyede eğitim politikaları
Eğitimin piyasa ekonomisine açılması yalnızca eğitimin özelleştirilmesi olarak algılanmamalıdır. Elbette eğitimin piyasaya açılmasının bir yolu varolan eğitim kurumlarının ve tüm eğitim hizmetlerinin özelleştirilerek kapitalistlere doğrudan devridir. Ama bir başka yol daha vardır. Bugün özellikle yüksek öğrenimde uygulanmaya çalışılan da esas olarak bu ikinci yöntemdir. Bu yöntem, kamu eğitim kurumlarının serbest piyasa koşullarına uygun hareket etmesidir. Buna göre kamu eğitim kurumları verdikleri hizmeti, yararlanan öder mantığından hareketle, ücretlendireceklerdir. Bu ücretlendirme verilen hizmetin kalitesine uygun olmak zorundadır. Yani özel okullar ile kamu okulları arasında tercih yapmak durumunda olan bir öğrenci, ücretleri açısından bu iki tercih arasında bir fark görmemelidir. Böylelikle özelokulların kamu okulları ile rekabet etme şansı doğacaktır. Ücretlendirme dışında, kamu eğitim kurumlarında çalışan emekçilerin bir takım sosyal hakları da alınmak durumundadır. Bunun nedeni de yine serbest rekabet koşullarının yaratılması gereğidir.
Yüksek öğrenim reformu çalışmaları
Yukarıda çizdiğimiz çerçeve içerisinde birkaç yıldır sürekli gündemde tutulan yüksek öğrenim reformu çalışmalarına bakalım. Geçtiğimiz sene yeni yüksek öğrenim yasa tasarısı ile gündeme gelen tartışmalar sırasında sorun Ekim Gençliğinde enine boyuna tartışılmıştı. Gereksiz yinelemelere girmemek için, burada bu dönem yeniden gündeme getirilen ve YÖK-YEK gölgesi altında sürdürülen yüksek öğrenim reformu tartışmalarına değineceğiz.
Bir önceki eğitim bakanı Erkan Mumcu tarafından başlatılan ve laiklik eksenine sıkışan tartışmalarda arka planda kalan yine mali özerklik adı altında devlet üniversitelerinin serbest piyasa koşullarına uyumlulaştırılması çabaları oldu. Tartışmanın taraflarından olan K. Gürüz ve onun şahsında YÖK, yasa tasarısının irticai kadrolaşmaya yol açacağını ve yasanın tek derdinin bu olduğunu iddia ettiler. Ancak hazırlanan yasa tasarısı bir önceki dönem hazırlanan ve hazırlanmasında bizzat K. Gürüzün etkin olduğu yasa tasarısından çok da farklı değildi. Özellikle üniversiteye getirilen yeni tanımlamalar, mali özerklik, girişimci üniversite kavramları hep K. Gürüzün isteklerini yansıtıyordu.
Bu tartışmanın dışına çıkarak yasa tasarılarının sürekli değişiyormuş gibi görünen, aslında hiç değiştirilmeyen bölümlerine göz atalım. Taslakta uzun uzun gerekçelendirilen mali özerklik elbette üniversitelerde özgürlük ortamı değil, fakat bütünüyle bir ticari kurum ortamı yaratmak amacındadır. Üniversiteleri bir ticari işletme formatına sokacak olan mali özerklik yukarıda bahsettiğimiz serbest piyasa koşullarının yaratılmasını sağlayacak temel bir önlemdir. Halihazırda özel üniversitelerin yaşadıkları kontenjan sıkıntıları ile birlikte ele alındığında, kaliteli eğitim verdiği düşünülen bazı devlet üniversitelerinin uygun bir biçimde fiyatlandırılmaları piyasadaki rekabet ortamının tesisinde önemli bir adım olacaktır.
Tasarılarda hiç değişmeyen bir başka madde de öğretim elemanlarının özel ticari işletmeler ile çalışabilmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu yasal engellerin kaldırılması ile üniversitedeki öğretim elemanının şirket elemanı olması sağlanacaktır. Beraberinde ek düzenlemelerle üniversitelerin teknik olanaklarının (laboratuvar, altyapı olanakları vb.) özel işletmelere açılması sağlanacak ve üniversite ile sermaye arasında tam bir işbirliğinin önündeki yasal engeller de ortadan kaldırılmış olacaktır.
Özel okullara destek kampanyası
Eğitim Bakanı olan Hüseyin Çelik tarafından ortaya atılan ve toplumun birçok kesiminin tepkisine yol açan özel okullara destek kampanyası, eğitimde serbest piyasa koşullarının sağlanması tartışmalarına iyi bir örnek oluşturuyor. Sınavla seçilen 10 bin öğrencinin özel eğitim kurumlarında okutulması önerisi fakir öğrenciye eğitim olanağı, devlet okullarının sınıf mevcudu yoğunluğunun azaltılması yaftası altında öne sürüldü. Ancak kampanyanın bakanlık tarafından konulan adı bile ek söz söylemeyi gereksiz kılıyor. Bakanlık gerçek hedefini ne denli gizlemeye çalışırsa çalışsın, kampanyanın müşteri sıkıntısı çeken özel okullara devlet tarafından kaynak aktarmak amacı ile gündeme getirildiği gün gibi ortadadır.
Özel okullara sağlanan bütçeler, %50 oranındaki katkı ve vergi indirimleri zaten devletin sürekli bir özel okullara destek kampanyası içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Ama buna rağmen özel okulların yaşadıkları müşteri sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır. Özel okullarının doluluk oranı %50yi bile bulamıyor. Oysa devlet okullarında, özellikle büyük kentlerde, sınıf mevcudu 70i aşıyor. Bu tabloyu değiştirebilmek, piyasada serbestliği sağlayabilmek ve özgür bir rekabet ortamı yaratabilmek için hükümet hemen kollarını sıvıyor. GATS kapsamında verilen taahhütlerin hayata geçirilmesi için yoğunlaşan baskılar da hesaba katıldığında, bahsettiğimiz türden kampanyalar örgütleniyor. Ancak açık ki bu türden kampanyalar ne serbest piyasa koşullarını yaratabilir, ne de özel okullara devlet okulları le rekabet edebilme şansı verebilir. Yapılması gereken, tıpkı yüksek öğrenimde olduğu gibi, devlet okullarını ücretlendirmektir. Sermaye iktidarı, altına imzasını attığı GATSın gereklerini yerine getirmek anlamına gelecek olan bu önlemi en kısa sürede hayata geçirecektir. Devlet okullarında öğrencilerden harç ya da katkı adı altında alınan paralar bu geçişin sağlanmasında önemi bir basamak oluşturuyor. Üniversitelerdeki harç uygulamasının çok cüzi miktarlarla başladığı, fakat şimdilerde yüz milyonları bulan rakamlara ulaştığı düşünülürse, bu söylediklerimizin gerçekleşmesi için öyle onyıllara gerek olmadığı anlaşılacaktır.
Devlet okullarının ihtiyaçları söz konusu olduğunda hep kaynak sıkıntısından bahsedenler, söz konusu olan özel okullar olunca büyük bir cömertlikle hareket ediyorlar. Sermayeye karşı bu cömertliklerinin faturasını ise her zamanki gibi emekçilere fatura ediyorlar. H. Çelik bu kampanya tartışmaları sırasında verdiği bir demeçte, bazı değerli arsalar üzerine kurulu okulların satılacağından söz ediyor. Buradan elde edilecek gelirle yeni okullar yapılacağını söyleyen bakana inanacak kimsenin olduğunu sanmıyoruz. Açık ki satışlardan elde edilecek gelir yine özel okullara ya da genelde burjuvaziye kaynak aktarımından başka bir anlama gelmeyecektir. Elbette arazileri satılan okullardaki binlerce öğrencinin eğitim hakkının elinden alınması pahasına.
***
Sermaye iktidarı bu yıl 9-14 Eylül tarihleri arasında Meksikanın Cancun kentinde toplanacak olan DTÖ 5. Bakanlar toplantısı öncesinde önemli adımlar atma çabası içerisindedir. Yalnızca eğitim alanında değil diğer alanlarda da sürdürülen özelleştirme çalışmaları, yeni iş yasası, maden yasası, orman yasası gibi yasalar ve düzenlemeler hükümetin GATSa uyum çalışmalarına hız verdiğini gösteriyor. ABye uyum yasaları da bu çerçevede ele alınmalıdır. ABnin de GATSın taraflarından biri olduğu düşünülürse bu son derece doğaldır.
Bugün ülkemizde GATSa uyum yasalarına karşı belli bir mücadele yürütülse de, bu mücadele topyekûn saldırı programını karşılamaktan henüz uzaktır. AB ülkelerinde gerçekleşen grevler ve öğrencilerin birkaç yıldır süren mücadeleleri ise GATS saldırılarının o kadar kolay hayata geçirilemeyeceğini ortaya koymaktadır.
Türkiyenin verdiği taahhütler listesinde
yeralan hizmet alanları
1- Mesleki hizmetler
a) Uzmanlık gerektiren hizmetler
b) Bilgisayar ve ilgili hizmetler
c) Diğer mesleki hizmetler
2- Haberleşme hizmetleri
a) Posta hizmetleri
b) Kurye hizmetleri
c) Telekomünikasyon hizmetleri
3- Müteahhitlik ve ilgili mühendislik-mimarlık hizmetleri
4- Eğitim hizmetleri
a) İlk, orta ve diğer öğretim hizmetleri
b) Yüksek öğretim hizmetleri
5) Çevre hizmetleri
a) Kanalizasyon hizmetleri
b) Çöplerin kaldırılması hizmetleri
c) Sağlık-çevre ve benzeri hizmetler
6- Mali hizmetler
a) Sigortacılık ve sigortacılık ile ilgili hizmetler
b) Bankacılık ve diğer mali hizmetler
7- Sağlık ile ilgili ve sosyal hizmetler
a) Hastane hizmetleri
8- Turizm ve seyahat ile ilgili hizmetler
a) Oteller ve lokantalar
b) Seyahat acentaları ve tur operatörü hizmetleri
9- Ulaştırma hizmetleri
a) Deniz taşımacılığı hizmetleri
b) Hava taşımacılığı hizmetleri
c) Demiryolu taşımacılığı hizmetleri
d) Kara taşımacılığı hizmetleri
|