Aylarca süren orta oyunu bitti...
Amerikan işbirlikçileri Irakta emperyalist efendilerinin hizmetinde!
Seni düşünüyorum Hasan oğlu Hüseyin.
Mangalardan birinin bilmem kaçıncı eri. Selam vermedin diye,
çipil teğmen, basıyor tokadı sana. Sen sımsıkı duruyorsun,
yüzünde beş parmağın yeri. Biliyorum Hasan oğlu Hüseyin
kaçacaksın, katletmeye gitmeyeceksin Korede kardeşlerini..
Nazım Hikmet
Tarih tekerrürden ibarettir derler. Statükonun bile değişerek kendini korumaya çalıştığı toplumumuzda, aslında yüzyıllardır aynı senaryolar oynanıp duruyor. Yine aynı Küçük Amerika olma ideali ve emperyalizme sorgusuz sualsiz, teslimiyet.
Elli yıl önce insanlarımızı kişi başı 23 sent karşılığında ve Kızıllarla Savaşma şiarıyla Koreye yollayan ve bu şekilde NATOya alınmak için emperyalistlerin gözüne girerek puan toplamaya çalışan iktidar, bugün de aynı misyonunu sürdürüyor. Sadece isimler değişiyor, Menderes gidiyor, Erdoğan geliyor. Bir de askerlerin fiyatı artıyor; bugün ABD, 10 bin asker karşılığında 8.5 milyar dolar veriyor (elbette yalnızca borç olarak!)
TC, NATOya girdiğinden beri uşaklık vazifesinden hiç taviz vermiyor. Tüm soğuk savaş boyunca ABDnin uydusu olarak Sovyetler Birliğinin güney kanadında adeta nöbet tutuyordu. SSCBnin dağılmasıyla beraber Güney Kafkasya, Hazar ve Orta Asya petrol bölgelerinde İran ve Rusyanın etkisine engel olmak ve Ortadoğuya gerektiğinde müdahale etmek için ABDnin en temel üssü haline geldi. Öyle ki iş sonunda, bütün aracıları kaldırarak Bill Clintonın direk TBMM kürsüsünden konuşmasına kadar varmıştı.
Bazen, kraldan çok kralcı olmayı öyle boyutlara vardırıyorlar ki Koreye gönderilen askeri birliğin komutanı Ali Kibar, savaşın 50. Yılı vesilesiyle düzenlenen anmada yaptığı konuşmada Demokratik bir ülke olarak, hayatta kalma savaşımı içindeki Güney Korelilerin yardımına, Amerika Birleşik Devletlerinin gelmesi, örnek olacak bir liderlikti diyebiliyor ve 741 şehit dahil, 2.959 kişilik zayiatıyla Türkiye, Kore Cumhuriyeti ve ABDden sonra en çok özveride bulunan üçüncü ülke olmuştur diye övünerek sürdürebiliyor sözlerini.
Bugün gelinen noktada ise işbirlikçi sermaye devleti tarihsel olarak görmeye alıştığımız bir uşaklıkla Iraka asker gönderme tezkeresini emekçilerin tüm tepkisine karşın meclisten geçirmiş bulunuyor.
ABD Genelkurmay Başkanı Myers, Yeni oluşacak çokuluslu tümenin başında Müslüman bir ülkenin askerlerinin bulunması iyi olur diye açıklama yaparken, bir yandan da Sam Amcanın meşhur I Want You (Seni İstiyorum) afişine gönderme yaparak parmağıyla adeta işçileri, emekçileri gösteriyordu. Çünkü ABD büyük umutlarla girdiği Irakta gün geçtikçe daha fazla yıpranıp bunalıyor. Ve bugün sermaye iktidarı tüm kurumları ile tam bir mutabakat halinde ABDnin çamura saplanmaya başlayan ayaklarının altına biz işçi ve emekçi çocuklarını koymanın hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyor.
Amerikanın bu savaşı dünya barışını korumak için yapmadığını bütün dünya daha ilk günden itibaren biliyordu. Hatta Irakta kitle imha silahları bulunduğu iddiasının, Amerika gibi Vietnamı napalm kullanarak dümdüz etmiş bir ülke tarafından savaş nedeni olarak görülmesi fikri bile başlı başına komikti. Ancak hiçbir meşruluk sorunu emperyalizmi yolundan döndüremedi. Saddamın direnecek gücü/isteği olmadığını bilen Amerika, Iraka girmek için hiç tereddüt etmedi. Televizyonlar, Irakın kısa sürede ve oldukça az kayıp verilerek alındığını, Irak halkının, Amerikan askerleriyle beraber Saddam heykelini nasıl yıktığını anlattı günlerce.
Gerçekten çok kolay olmuştu! Fakat Amerikanın hesaplamadığı bir şey vardı: Kolay yıkılan rejimin ardından Irak halkının göstereceği direniş! Amerikan askerleri her gün birer-ikişer ölmeye başladı. Irak çapında yapılan kitlesel eylemler ise şu anki çatışmaların daha da büyüyeceğini gösteriyor. ABD bir yandan da kitle imha silahı namına bir şey bulamamış olmanın yıpranışını yaşıyor dünya karşısında. Bu koşullarda Irakta içine düştüğü çıkmazdan kurtulmak için yeni yollara başvuruyor, yeni çözümler arıyor.
Bu cendereden kurtulmak için de en iyi çözüm tüm dünyadan, özellikle de Müslüman ülkelerden yardım istemek. ABD her zamanki özgürlük savunucusu tutumunu takınarak tüm dünya devletlerini, tüm müslüman devletleri Irakın yeniden yapılandırılması ve düzenin sağlanması için biraraya gelmeye ve güçlerini birleştirmeye çağırıyor. Tabii bu çağrıyı yaparken Güçlü Amerika imajına zarar vermemeye de özel bir gayret gösteriyor. Örneğin yapılan her üç açıklamadan biri, Biz aslında başka ülkelerin askerlerine ihtiyaç duymuyoruz ama... şeklinde oluyor.
Türkiyede de süreç aynı yönde işliyor. Türk askerleri kafalarına çuval geçirilerek gözaltına alındığında gıkını çıkaramayan hükümet, ardından Amerikanın asker talebini büyük bir heyecan ile karşılıyor. Çünkü asker göndermek demek, efendimize kölece bağlılığımızı kanıtlayıp bunun karşılığında kredi almak demek. Nitekim öyle de oldu. Amerika 8.5 milyar dolarlık bir kredi rüşvetini Türkiyeye sundu. Tabii yine halkı aptal yerine koyan kamuflajı hazırdı. Siz asker göndermeseniz de biz bu parayı vereceğiz tarzı açıklamalar birbirini izledi. Üstelik Tayyip Erdoğan bu paranın rüşvet olduğunu söyleyenlere, Bunların kafaları basmıyor. Hayatlarında iki koyun gütmemişler gibi bayağı sözlerle güya yanıt vermeye çalıştı.
Gelinen yerde alanda memnun satanda. Bu satış sözleşmesinden bir tek işçi ve emekçilerin bir kazancı olmayacak. Alınan kredi dış borç yükünü arttırarak tekrar işçi ve emekçilerin sırtına binerken, bu para batık bankaları kurtarmada vb. kullanılacak ve sermayedarların ceplerini dolduracaktır. Hükümetin ve ordunun tam bir mutabakata ulaşmasına hatta hangi bölgelerden birliklerin yola çıkarak hangi bölgede jandarmalığa başlayacağına kadar antlaşma net bir şekilde yapılmış olmasına karşılık, tezkerenin kesin bir şekilde çıkarılacağını hiçbir sermaye kurumu ortaya koyamamıştı. Bugün bunun sermayenin bildik oyalama taktiği olduğu ortaya çıkmış bulunmakta. Meclis açılıncaya kadar susuldu, ancak alttan alta tüm kirli ve kanlı pazarlıklar tamamlandı ve meclis açılır açılmaz hızlı bir şekilde tezkere mecliten geçirildi.
Kamuoyuna türlü türlü gerekçeler sunuluyor, açıklamalar yapılıyordu. Yapılan ilk açıklama Irak halkı müslümanları istiyor şeklinde oldu. Müslümanlar olarak gidip Irak halkına yardım edecektik ve orada düzeni sağlayacaktık. Zaten Irak halkı bizi çağırıyordu. İşgal edilmiş bir ülkeye yardım etmek isteyen bir ordunun gidip işgal edenlerle birlikte hareket ederek bunu yapmayı düşünmesi ne kadar komikse bu açıklama da o kadar komikti. Bunun üzerine. Geçici Hükümet Konseyinin lideri Ahmet Çelebi Irakta güvenliği ancak Iraklılar sağlar diye bir açıklama yaptı. Ayrıca Iraktaki birçok direnişçi grup, İşgalciler ister Hıristiyan Amerikalılar olsun, ister Müslüman Türkler, biz hepsine düşman gözüyle bakarız benzeri açıklamalar yaptılar.
Bu müslüman kardeşliği masalı tutmayınca Devletin gizli silahı devreye girdi. PKK ve Kuzey Irak sorunu bir kez daha gündeme geldi. Hemen Amerikayla PKK hakkında çeşitli görüşmeler yapıldı, garantiler istendi. Iraktaki düzeni sağladığımız taktirde Güney Kürdistana müdahale ve PKK ile savaş şansımız artar yönlü açıklamaları değişik çevrelerden birbiri ardına geldi . Irakta merkezi bir otorite hâkim kılınırsa, Türkmenlerin hakları ve güvenliği de daha kolay güvence altına alınır. Irakta yaşanacak kaos, Türkiyenin iç güvenliği ve istikrarı bakımından büyük tehlike olur gibi söylemler günlerce kamuoyunu meşgul etti.
Herkes asker göndermeye bu kadar hevesli olmasına ve bunun kararının çoktan alınmış olmasına karşın hiç kimse bir türlü gerekli açılamayı yapamadı. Önceleri BMden onay bekleyen konuşmalar yerini gittikçe BM kararı onayı olmasa da olur! söylemlerine bıraktı. Ve nihayet aylardır tartışılan sorun yeni tezkereyle ve ABDnin isteği doğrultusunda bir sonuca bağlandı. Onlarca ülke direnişin etkisi karşısında ABDye uşaklığı göze alamazken birçok ülke Polonya, Japonya, Hindistan vb asker gönderme vaatlerini temsili düzeye indirmişken, Türk sermaye devleti ipleri ABDnin elinde kafasında çuval en büyük uşak benim nidalarıyla 10 bin askeri direnişin en yoğun yaşandığı Bağdat, Feluce ve Tikrit bölgesine göndermeyi amaçlıyor.
Bugün Irak direniyor. Irakın birçok bölgesine ABD askerleri hala giremiyor. Onbinlerce kişi işgal karşıtı eylemler, mitingler yapıyor. Ve Vietnamda neden kaybettiğini anlamayan Amerika, aynı şeyi burada da yaşamanın kabuslarını görüyor. Son çırpınışlarını yaşıyor ve sağdan soldan yardım istiyor.
Bugün işgal altındaki Irak topraklarından bir direniş yükseliyor. Ve tüm dünya işçi, emekçi ve gençliği kendi konumunu ve tutumunu bu direnişe göre belirlemelidir. Önümüzde iki seçenek var: Ya Irak topraklarında emperyalistler için kardeş bir ulusa kurşun sıkarken öleceğiz ya da büyüyen direnişin safında yer alıp Irakta işgalci olmayacağımızı haykıracağız. Biz tercihimizi yaptık. Safımız direnen Irak halklarının safıdır. Safımız onuruyla, dişiyle, tırnağıyla işgalcileri ülkesinden atmaya çalışan direnişçilerin safıdır. Safımız emperyalizme diz çöktürecek olan direnişin safıdır.
Bugün ülkesinin gençliği üzerinden kirli pazarlıkları tamamlamış bulunanlar şundan emin olmalıdır: İşleri hiç de düşündükleri kadar kolay olmayacaktır. Nasıl ki ABD herşey bitti derken bataklığa saplandıysa, uşaklarının da harcayacağı çabalar bu kaçınılmaz sonu efendileriyle birlikte yaşamak dışında bir yol bırakmayacaktır.
İşgalciler ve işbirlikçileri yenilecek, zafer direnen halkların olacaktır!
|