Adına kölelik yasası da dediğimiz iş yasası ile işçi sınıfının mevcut tüm temel hakları gaspediliyor. Bunlardan birisi de kıdem tazminatıdır. Bildiğimiz gibi kıdem tazminatı işçinin işten atılmasını kısmen de olsa engelleyici bir işleve sahiptir. Ayrıca işçi işten atıldığında eline toplu para geçtiğinden iş bulamasa da bir süre yaşamını sürdürebilmektedir. İşte patronlar bu hakkımıza göz diktiler ve sözde iş güvencesi getiriyoruz diyerek elimizdeki bu küçük kırıntıyı da gaspetmek istiyorlar. Kölelik yasasıyla kıdem tazminatı hakkının gaspı zamana yayıldı. Belli bir sürenin ardından artık kıdem tazminatı almak, emeklilik gibi mezara havale edilecek.
Yeni iş yasasıyla birlikte merkezi olarak bir kıdem tazminatı fonu oluşturuluyor ve işçinin ücretlerinden yapılacak belli bir kesintiyle birlikte işveren adına ödenecek kesintiler bu yeni fonda toplanıyor. Kıdem tazminatı, artık sadece ölüm, emeklilik ve malullük hallerinde ya da adına 15 yıl prim ödenen işçinin isteği üzerine bu fondan ödenecek. İşten atılan işçilere kıdem tazminatı ödenmeyecek.
Kölelik yasasına göre işçinin kendi isteğiyle kıdem tazminatını alabilmesi için 15 yıl prim ödenmesi şart. Ancak bizler biliyoruz ki patronlar sigortamızı yapmadıkları gibi, yaptıklarında dahi ödemeleri gereken pirimi ödemiyorlar. Eğer patron 15 yılın altında bir prim ödemesi yaparsa işçi tazminat alamayacak. Kıdem tazminatından yararlanmak için geriye ölmek, sakat kalmak ya da emekli olabilmek ki ancak mezarda emekli olabiliyoruz artık- kalıyor. Bu durumda ise yalnızca patronun ödediği prim yıl sayısına göre tazminat ödenecek.
Eğer işçi kıdem tazminatı almaya hak kazanabilirse kendisine prim ödenen her yıl için otuz günlük bir ödeme yapılacak. Oysa daha önce kıdem tazminatına esas olan gün sayısı toplu sözleşme ile arttırılabiliyordu. Fon, patronların istediği zaman işçi atmasını da kolaylaştırıyor. Artık işten atılan işçiye ne patronlar tarafından ne de fondan tazminat ödenecek. Böylece patronlar işçi çıkartırken ellerini ceplerine atmak zorunda kalmayacaklar.
Patronların her ay için fona aylık ücretin yüzde 3ü oranında prim ödemesi öngörülüyor, mali yükümlülükleri de düşürülüyor. İşverenlerin bir yılda ödeyecekleri prim bir aylık ücretin ancak üçte biri oranında oluyor. Bunlar da yetmiyor fon yönetimi işverenlere devrediliyor. Yönetimde işverenleri temsilen iki, hükümeti temsilen bir, işçileri temsilen bir kişi bulundurulacak. Yani kurulun dörtte üçünü işveren ve destekçileri oluşturuyor. Kısaca yasanın patronlara getirdiği en büyük yük, kağıt ve kalem masraflarının artması oluyor.
Yasanın öngördüğü bu değişiklikler zamana yayılmış bulunuyor. Şimdilik fon kuruldu, arkasından ise yeni yasa değişiklikleriyle kıdem tazminatı hakkının gaspı tamamlanacak.
İşte AKP hükümeti tarafından patronların çıkarı için biz işçilerin köleleştirilmesini sağlayan yeni iş kanununun hak gasplarından biri de bu. Biz işçiler suskun ve böylesine çıplak sınıf ve emekçi düşmanı bir partinin arkasından gider, kendi sınıf çıkarlarımız etrafında birleşip mücadele etmezsek haklarımız birer birer gaspedilir. Bu gidişi durdurmanın yolu sermayeye ve onun hükümetlerine karşı birleşip mücadele etmekten geçiyor.
Organizedeki çalışma koşullarının ağırlığını ve zorluğunu hepimiz biliyor, yaşıyoruz. Bu koşullarda iş güvenliği için alınması gereken tedbirlerin yetersizliğinden dolayı ölüyor ve sakatlanma tehlikesiyle yaşıyoruz. Patronlar daha fazla kâr elde etmek için üretimi artırıyor ve fazla üretim için işçiyi daha uzun sürelerde çalışmaya zorluyor. Bu da yorgunluk ve dikkatsizlik sonucu sakatlanmalara ve ölümlere yol açıyor.
Ayrıca işçi sağlığı ve güvenliğini sadece iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı korunma olarak anlamamak gerekiyor. İşçi sağlığı sosyal, ruhsal ve bedensel olarak bir bütündür. Köle gibi; çok ağır şartlarda yetersiz ücretlerle iş güvencesinden yoksun çalıştırılan bir işçinin sosyal, ruhsal ve bedensel olarak ne sağlığından ne de güvenliğinden bahsedilebilir.
Yapılan araştırmalara göre Türkiyede her gün 4 işçi iş kazası ve meslek hastalığı yüzünden hayatını kaybediyor. Her 6 dakikada bir işçi iş kazası geçiriyor. Bunlarla birlikte Türkiyede çalışanların yarıya yakını sosyal güvenceden yoksun, sigortasız çalışıyor. Yani kaza ve hastalıklara karşı çaresiz kalıyor, hiçbir hak iddiasında da bulunamıyor.
Uzun ve tempolu çalışma sonucu olarak yorgunluk, gerekli tedbirlerin alınmayışı kazalara davetiye çıkarıyor. Makineler celladımız, atölyeler mezarımız oluyor. Patronlarımızın daha fazla kâr etme amacı için ölüyor, sakat kalıyoruz.
Diğer sanayi bölgelerinde, fabrikalarda, atölyelerde olduğu gibi Sincan Organize Sanayiinde de iş kazaları her gün yaşanan sıradan bir olay gibi görülüyor. Olayların üstü kapatılıyor, dahası sakat kalan işçi kapı dışına atılıyor.
Patronlara işçi sağlığı ve güvenliğini sağlama zorunluluğu yükleyen (ama bunlar hep kağıt üzerinde kalıyorlardı) eski yasalar da ortadan kaldırılıyor. Artık biz işçiler tümüyle sermayenin insafına bırakılmış oluyoruz. Eski yasada zaten yetersiz olan işçi sağlığı ve güvenliği bölümü yeni çıkarılan kölelik yasasıyla çok daha sınırlı ve uygulaması zor bir hal aldı.
Yeni yasayla daha önceki yasada işçi sağlığı ve güvenliği başlığını taşıyan bölüm iş sağlığı ve güvenliği olarak değiştirildi. Anlaşılacağı üzere işçinin değil işin, işyerinin korunmasını amaçlayan bu yasada işveren tarafından yerine getirilmesi gereken çeşitli yükümlülükler bulunuyor. Elli kişi çalıştırılan işletmelerde ilk yardım ve acil durumlarda hizmet vermek üzere işyeri hekimi çalıştırmak, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olarak verilen kararı uygulamakla sorumlu iş sağlığı ve güvenliği kurulu oluşturmak ve ayrıca iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, meslek hastalıklarını önlemek amacıyla hizmet edecek teknik eleman ya da mühendis çalıştırmak bu yükümlülüklerin arasında.
İstatistikler Türkiyede iş kazalarının yaklaşık %75inin 50 işçiden az işçi çalıştırılan işyerlerinde olduğunu göstermektedir. Ayrıca uygulama kapsamına giren hemen her işyerinde önlemlerin ve hizmetlerin gerçekte olmadığını bizler biliyoruz. Hangimizin çalıştığı işyerinde işyeri hekimi var? Ya da biz bu hizmetten ne derece faydalanabiliyoruz? Buna karşın iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek amacıyla çıkarılan tüzük ve yönetmeliklere uymayan patrona verilecek ceza ise 50 milyon lira. Hekim, mühendis ya da teknik eleman çalıştırmamanın cezası ise 500 milyon lira. Bu gibi uygulamaların sağlanması halinde işverenin yükleneceği masraf karşısında komik denebilecek rakamlar.
Yasalar biz işçileri mi yoksa sermayedarların çıkarlarını mı koruyor, açık.
Demek ki, yaşananlar gerçekte bir kaza değil cinayettir. Sermayedarlar daha fazla kâr uğruna biz işçilerin sakatlanmasına, ölmesine neden olmaktadırlar. Bu cinayetlere son vermek için kıyasıya bir mücadele tek yoldur. Çünkü patronların bizlerin canı için kârlarından vazgeçmeyecekleri bellidir. Dolayısıyla haklarımızı söke söke almadan organizenin bizleri kıyan bir makine olarak çalışmasını durduramayız.