Günümüzde reformizm tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlı ve güçlü biçimde örgütleniyor. Doğu Blokunun çözülmesinin yarattığı moral çöküntünün ürünü ideolojik tahribat bu çevreleri sarmaya devam ediyor. Özellikle de aydın, bilim adamı tabir edilenleri... Dünün marksistleri, bugün yumuşak ve kısa vadeli çözümlerden bahsediyorlar en ateşli şekilde. Bu marksist aydın tanımına en uygun oluşum olan ÖDP de, bir yandan bu görüşleri yaymak, bir yandan ilim ve irfana katkı sağlamak gibi bir niyetle olsa gerek, Neo Liberalizme Karşı Ortak Savunma şiarıyla 2122 Şubat tarihlerinde Bilgi Üniversitesinde bir sempozyum düzenledi.
Latin Amerika Çıkmaz Sokakta mı?, Ağır Borç Yükü Altında Alternatif Politikalar, Emperyal Neo-liberalizmi Aşmak gibi iddialı başlıkların yeraldığı sempozyum, LiberalPost Marksist çevrelerin önde gelen simalarına evsahipliği yapıyordu. Sempozyuma hakim olan görüşler ise tam anlamıyla oportünizmin ifadesiydi.
Massachusetts Üniversitesinden gelen Arthur MacEwan, Ağır Borç Yükü Altında Alternatif Politikalar isimli sunumuna, Dünyada devrim olması gibi bir ihtimal bugün için söz konusu değil, bu yüzden de kısa dönemli çözümler üzerinde durmalıyız diye başlayarak, aslında sempozyumun genel havasını yansıtmış oldu. Daha sonra da neo-liberalizm denilen şeye çare olarak çeşitli çözümler üretmeye başladı. Bunlar tabii ki kapitalizmin sınırlarını aşmayan, refah devleti/burjuva demokrasisi kalıntısı görüşlerdi. Genel eksen kapitalizmi nasıl daha az zararsız hale getiririz olduğu için, çözümler basit iktisadi manevralardan ibaret olmaktan öteye geçemiyordu. Vergi sisteminde yapılabilecek reformlardan moratoryuma kadar uzanan bir yelpazede gezinen çözümler kapitalizmin temel yasalarıyla y&uum;zdeyüz uyum içindeydi.
Aydınımız, herhalde kapitalizmi restore etme ve güçlendirme işlemini kapitalist think tanklara bırakmamış olmanın verdiği gizli bir burukluk ve savunma psikolojisiyle söylediği son sözlerinde, Ben devrim olana kadar kapitalizmi daha yaşanır bir hale getirmeye çalışıyorum, devrim olmazsa da en azından iyi bir şeyler yapmış olurum dedi. Kendinden bu kadar emin konuşan bu burjuva iktisatçı nedense izleyiciler arasında bulunan Nail Satlıgan hocanın kendisine yönelttiği soruya hiçbir cevap veremedi. Konuşmacıya, devrimin önceden kestirilemeyeceğini ve Ekim Devriminden kısa bir süre önce Leninin Krupskayaya devrimi göremeyeceklerini söylemesini hatırlattı ve siz devrimin gündemde olmadığını neye dayanarak söylüyorsunuz, hangi devrim ben geliyorum diye haber vermiştir? diye sordu. Konuşmacı, önerilen çözümlerin korkak vekapitalizmi güçlendirmeye yönelik çözümler olduğunu aktaran Nail Satlıgan karşısında birkaç cümle daha söylemeye çalıştıysa da bir cevap veremedi ve sunumunu bitirdi.
Bir başka ilginç konuşma ise Neo Liberalizme Karşı Mücadele Konusunda Bazı Saptamalar isimli bir sunum yapan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Ahmet Çakmakın konuşmasıydı. Ahmet Çakmak bilgiç bir tavırla solun sorunlarının Doğum Kontrolü ve Teknoloji Rantından Çıkar Sağlama ile çözüleceğini söyledi. İşçi sınıfına teknoloji ile gidilmesi gerekir, biz bunu ülkemizde hiç denemedik gibi kimsenin anlam veremediği şeyler söyleyen Ahmet Çakmak, genel liberal ilkelerden bahsederek bitirdi konuşmasını.
Birkaç bireysel çaba dışında bütün sunumlara aynı reformist hava hakimdi. Hiçbir sunumda neo-liberalizmin kapitalizmin bir sonucu ve parçası olduğu ve esas sorunun neo-liberalizmden öte kapitalizm olduğu vurgulanmadı. Ya da işçi sınıfının devrimci rolünü Nail Satlıgan dışında hiçbir konuşmacı dile getirmedi. Zaten işçi sınıfından kopuk bu elit aydın çevreden de daha fazlası beklenemezdi. Bu elitist havanın sonucunda ise bütün konuşmacılar ve organizasyonda yer alan ÖDPliler adeta neo-liberalizme karşı zafer kazanmış gibi bir ruhhali içindeydiler.
Çin yönetimi, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan 2003 Uluslararası İnsan Hakları Raporuna raporla yanıt vererek, bu ülkedeki insan hakları ihlalleri sıralandı. Çin yönetimi tarafından 5 yıldır yayımlanan tutanakta, ABDnin dünyanın insan hakları polisi gibi davrandığı ifade edildi.
Amerikan kaynaklarından çeşitli istatistiklere ve olaylara yer verilen tutanakta, Amerikan Federal Araştırma Bürosu FBIın verilerine göre, 2002 yılında ABDde 11.9 milyon cinayet, tecavüz, gasp ve hırsızlık olayı meydana geldiği hatırlatıldı.
Şahıslara ait silah sayısında dünyada birinci sırada olan ABDde silahla işlenen suçların arttığına işaret edilen tutanakta, 2002 yılında ABDde intihar edenlerin yüzde 56.5inin silahla canına kıydığı kaydedildi.
ABDde uyuşturucuyla ilgili suçların arttığına işaret edilen tutanakta, Amerikan kuruluşlarının araştırmasına göre 600 bin nüfuslu başkent Washington D.Cde 60 bin kişinin uyuşturucu kullandığı, alkol bağımlısı olduğu ve bunun yılda 1.2 milyar dolarlık ekonomik kayba yolaçtığı belirtildi.
Tutanakta 11 Eylül 2001 terör darbesinden sonra çıkarılan yasayla ülke güvenliği ve terörle mücadele gerekçesiyle ABDde insanların telefonlarının dinlendiği, özel mektup ve mesajlarının okunduğu, hatta FBIın, kütüphanelerden hangi kitapları aldığı konusunda insanları izlediği hatırlatıldı.
ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ HAPİSHANELERİ BİRİNCİ
Tutanakta ABDnin kendisini özgürlükler ülkesi olarak nitelemesine rağmen, bu ülkede hapishanelerde bulunan insan sayısının yılda yüzde 2.6 artarak, 2002 yılında 2.1 milyona ulaştığı ve bu konuda dünyada birinci sırada olduğu kaydedildi.
Hapishanelerde mahkumların insanlık dışı uygulamalara maruz kaldığı ifade edilen tutanakta, International Herald Tribune gazetesi kaynak gösterilerek, bütçedeki açıktan dolayı bazı eyaletlerde mahkumlara standardın altında yemek verildiği ve hapishanelerde tecavüzlerin çok yaygın olduğu belirtildi.
BAŞKANLIK YARIŞI DEĞİL, ZENGİNLERİN YARIŞI
Çin Devlet Konseyinin tutanağında, ABDde demokrasinin sembolü olarak gösterilen başkanlık seçimlerinin gerçekte zengin insanlar arasındaki bir oyun ve yarış olduğu ifade edildi.
Tutanakta, Başkan George Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheneyin 2000 yılındaki başkanlık seçimi kampanyasında harcanmak üzere büyük şirketlerden ve zengin kişilerden 113 milyon dolar topladıkları hatırlatıldı.
Tutanakta kampanyaya 10.6 milyon dolarla en fazla bağışı yapan şirketin, ülkenin en büyük silah satıcısı Locheed Martin olduğuna işaret edildi.
Amerikan yönetiminin basın üzerinde yoğun baskı uyguladığı belirtilen tutanakta, bunun Irak savaşı sırasında en üst noktaya çıktığı görüşü dile getirildi.
Iraktaki ABD makamlarının geçen ocak ayında El Cezire televizyonuna Irak Geçici Yönetim Konseyi üyelerinin faaliyetleriyle ilgili haberleri yayınlamasını yasakladığı kaydedilen tutanakta, bazı gazetecilerin kara listeye alındığı hatırlatıldı.
ZENGİN VE YOKSUL ARASINDAKİ UÇURUM BÜYÜYOR
ABDnin dünyanın en gelişmiş ülkesi olmasına rağmen Amerikan yönetiminin Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşmasını onaylamadığına işaret edilen tutanakta, bu ülkede resmi rakamlara göre zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun 1998-2001 yılları arasında yüzde 70 büyüdüğü ve yoksul nüfusun 2002de 34.6 milyona ulaşarak, toplam nüfusun yüzde 12.1ini oluşturduğu kaydedildi.
Tutanakta yine resmi rakamlara göre, ABDde 3.8 milyon ailenin ciddi açlık çektiği ve 3 milyon kişinin evsiz olduğu ifade edildi.
Tutanakta, ABDde işsizlerin sayısı artarken, çalışma ve sağlık koşullarının da kötüleştiği belirtildi.
ABDde ırk ayrımcılığının devam ettiği kaydedilen tutanakta, işsizler, mahkumlar ve uyuşturucu bağımlıları arasında siyahların sayılarının fazla olmasına dikkat çekildi.
Kadınların koşullarının da olumsuz olduğu ifade edilen tutanakta, ABDde her 3 kadından birinin yetişkinliklerinde en az bir kere fiziki tacize, 7 kadından birinin de şiddete maruz kaldığı belirtildi.
ABDnin Çocuk Hakları Anlaşmasını onaylamayan 2 ülkeden biri olduğu hatırlatılan tutanakta, bu ülkede çocukların korunmasıyla uygulamaların uluslararası standartların altında olduğu vurgulandı.