29 Mayıs'04
Sayı: 2004/21 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme ve siyonizme karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Barbarların NATO Zirvesi için İstanbul'da fiili sıkıyönetim...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO dağıtılsın!
  DİSK 12. Genel Kurulu'na doğru...
  DİSK Genel Kurulu öncesi sendika yöneticileriyle konuştuk...
  Sermaye işbirlikçisi sendika ağaları yeni saldırılar için mesaide!
  Erdoğan TOBB Genel Kurulu'nda işsizliğe çare buldu!
  Gericilerin Çağlayan mitingi ve EMEP
  Yaz dönemi çalışmasının çok yönlü gündemleri
  Ekim'in Mayıs 2004 tarihli 236. sayısı çıktı...
  Devlet-mafya-futbol üçgeni...
  Ebu Garib'ten Ulucanlar'a...
  "Pişmanlık yasası" yeni hazırlanan TCK ile süresiz hale getiriliyor...
  Siyonist cellatlar Filistin'de etnik temizlik yapıyor
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Irak'taki işkence vahşeti bakanlık onaylı!
  Arap Birliği Zirvesi...
  Uluslararası hareket...
  EMEP'ten düzenle barışmanın yeni adımları...
  Edirne şenliğinde polis terörü...
  YÜT 8. Geleneksel Bahar Şenlikleri...
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Emperyalizme ve siyonizme karşı
mücadeleyi yükseltelim!

İsrail’in Filistin’e yönelik son katliam saldırıları tüm dünyada sözlü tepkilere konu oldu. Fakat yine ve hiç kimse bu soykırımı durdurmaya yönelik fiili bir tedbirden söz etmedi. Bu protesto kervanına Türk hükümeti de başbakanının ağzıyla katılmış oldu. Medyaya bakılırsa, T. Erdoğan bu kez İsrail’i “çok sert” eleştirdi. Erdoğan’ın ardından Dışişleri Bakanı, Meclis Başkanı gibi yine üst düzey yöneticilerin de eleştirileri geldi. Görünüşe göre, hükümet partisi Filistin halkı üzerindeki bu devlet terörüne pek öfkelenmişti.

Ancak aynı gündem üzerinden toplanacağı önden ilan edilen meclis oturumunda, bizzat bu çok öfkeli hükümet partisinin engellemesiyle, İsrail’e yönelik bir kınama metni çıkarılamadı. Yani övgülere konu edilen çok sert protestolar, Meclis nezdinde resmileştirilerek ilan edilmedi. Sadece bu kadarla da kalmadı. Saldırıların hemen ardından, yani daha Başbakan ortalıkta protesto sözleriyle gezinirken, İsrail Enerji Bakanı aynı hükümet tarafından Türkiye’de konuk edildi ve İsrail ile 1 milyar dolarlık bir iş anlaşması imzalandı. Beklenebileceği gibi düzen medyası, Tayyip’in İsrailli bakana karşı sergilediği sert tutum iddiasını öne çıkararak, sözkonusu kârlı iş ortaklığını gizleme yolunu tuttu. Filistin’de süregiden bir katliam ortamında imzalanan kârlı bir iş anlaşmasının üstü, böylece Tayyip’in “sertliği” ile örtülmüş oldu.

Bütün bu gelişmelerden geriye hafızalarda kalan, “Türkiye İsrail’e bu kez çok kızdı”, “Başbakan çok sert çıkıştı”, “Türkiye İsrail ile ortaklık anlaşmalarını bozabilir” gibi, gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tablo oldu. Medya bu kez öylesine başarılıydı ki, göründüğü kadarıyla sadece Türkiye kamuoyu değil, Arap kamuoyu da yanıltılabilmiştir. Sadece çevirilerden görülebildiği kadarıyla, Arap basınında kimi yorumcular, ciddi ciddi Türkiye’nin İsrail ile ortaklık anlaşmalarını iptal ettiğini yazabilmekte, bunun üzerinden yorumlar geliştirebilmektedirler. Hatta Türkiye’nin Arap Birliği’ne alınmasını önerenler bile çıkmaktadır. (Aynı Arap Birliği’nin, daha Filistin’deki katliam kurbanlarının cesetleri enkazlar altından çıkarılmayı beklerken yaptığı toplantıda, ne Fistin halkıyla elle tutulur bir dayanışma ve ne de İsrail’e yönelik yine elle tutulur bir yaptırımı gündeme getirmemiş olması ise ayrı bir konudur.)

Görüleceği gibi, Türk hükümeti yetkilileri nezdinde dile getirilen “çok sert” eleştiriler, ne Filistin halkını imha plan ve saldırılarını engelleme ve ne de bu saldırıları gerçekleştiren İsrail ve sırtını dayadığı ABD emperyalizmi ile suç ortaklıklarını sonlandırma hedeflidir. Dahası, Türk devleti bu ortaklıkları daha da ilerletme, daha da pekiştirme niyet ve çabalarını ortaya koyuyor. Haziran başında G-8, sonuna doğru NATO toplantılarının gündeminde, ABD’nin başlatmış bulunduğu Büyük Ortadoğu’ya haçlı seferleri kervanına Türkiye’nin de katılımı bulunuyor ve bugüne dek Türk devleti tarafından bu gündeme yönelik hiçbir itiraz ortaya konulmuş değil. Tersine, çıkarlarına uygun bir katılımı nasıl sağlayabileceğini kararlaştırmaya çalışıyor. Yeniden işgal edilip paylaşılması gündemde olan bu coğrafya Filistin de var. Ve Filistin’in, topraklarında bir İsrail devleti kurulmasına karar verildiği günden beri İsrail’in payı kabul edildiği çok açık. O tarihten beri İsrail’in Filistin halkına yönelik imha ve katliam saldırıları emperyalist dünyanın gözü önünde sürüyor. ABD başta olmak üzere, emperyalistlerin bu soykırım karşısındaki tutumu, kimi açık (ABD) kimi el altından (Avrupalı emperyalistler) İsrail?i siahlandırmak, cesaretlendirmek ve desteklemek oldu. Bu destek kampanyasına, Türk devleti de, ABD ile kölelik bağlarını geliştirdikçe daha fazla katıldı. ABD, Türkiye’nin sadece kendine bağlı olmasıyla yetinmedi, İsrail ile de iyi ilişkilere, askeri, siyasi, ticari ortaklık anlaşmalarına girmesini istedi. Türkiye’yi bölgedeki emellerine ulaşmada piyon olarak kullanabilmek, İsrail’den sonra ikinci bir ayağı yapabilmek için u&curre;raştı. Türk devleti ABD’nin bu çabaları karşısında en küçük bir direnme göstermediği gibi, başta ordusu olmak üzere (ki hep asıl karar mercii olmuştur) gelmiş geçmiş pek çok başbakanı, cumhurbaşkanı, açıkça Amerikancılık yaptı. Bugünkü başbakanın da, kendini iktidara getirecek seçimlerden, hatta bu seçimlere katılacağı partinin kuruluşundan bile önce ABD’ye icazet almaya gittiği biiniyor. İsrail’in son katliam saldırıları üzerine Türk ordusunun yorumdan kaçındığını da hatırlatalım.

Tablonun tamamı, Türk devletinin, çıkarlarını Filistin halkının değil, İsrail’in ve ABD emperyalizminin yanında olmakta gördüğünü anlatıyor. Maddi gerçeklerle bağını tümden koparmamış olan herkes, aslında bu tabloyu rahatlıkla görüp yorumlayabilecektir. Türk sermaye devleti, burnunun dibinde niçin bir çıban başı, bir devrim odağı istesin ki?! Filistin direnişinin ezilmesini, en az Kürt direnişinin ezilmesi kadar arzulayacak ve destekleyecektir. Ortadoğu’da bu direniş odağı varolduğu sürece, öncelikle Türkiye’nin egemenleri tedirgin olmaya devam edecektir. Çünkü Filistin direnişi, tüm dünyada olduğundan daha fazla, Türkiye’deki ezilen sınıflara ve halklara örnek teşkil ediyor. Türk devleti, daha dün Türkiye’den Filistin’e, hem de silah elde direnişe katılmak üzere gençler gidip geldiğini unutmadı. Fakat devrimcilerin hafızası da en az burjuvazininki kadar güçlüdür. Bir dönem boyunca, Filistin halkıyla halklarımız arasındaki kardeşlik ve dayanışma bağlarının devrimciler tarafından nasıl kurulup pekiştirildiğini çok iyi biliyoruz.

Bugün de, Filistin ve Irak halkının direnişleriyle dayanışma başta olmak üzere, bölge halkları arasında bir kardeşlik, bir mücadele birliği kurulacaksa eğer, hiç kuşkusuz bu, sadece devrimci dayanışma tarzında olabilir ve sadece devrimci bir sınıfın önderliğinde, devrimci bir mücadelenin gücüyle sağlanabilir. Bu, en azından devrimci hareket cephesinden çok açık ve net görülebilmelidir ki gerekleri yerine getirilebilsin.

Konuyla ilgili son bazı gelişmeler, öncelikle, emekçi kitleler nezdinde yaratılan kimi yanılsamaların ortadan kaldırılması gerektiğini göstermektedir. Başbakan’ın “sert” tepkileri, dinsel gerici çevrelerin kimi protesto gösterileri ve daha vahim olmak üzere, bu gösterilere katılmaktan hiçbir rahatsızlık duymadığı gibi işi teorileştirmeye vardıran kimi “sol” çevrelerin tutumu, emperyalizme ve onun desteğinde imha saldırılarını sürdüren siyonizme karşı mücadelenin yolunu fazlasıyla karartabilmektedir. Devrimci mücadelenin daha güçlü olduğu koşullarda bu derece etkili olamayacak bu tür gelişmelerin, bugünkü zayıflık koşullarında etkisi kendi gücünün de üstünde olabilir. Bu nedenle her zamankinden daha fazla önemsenmesi ve üstüne gidilmesi gerekiyor.

Terör eğitimini NATO’nun, CİA’nın terör okullarında tamamlamış kadrolarıyla, her ihtiyaç duyduğunda terör estirmekten kaçınmayan Türk devletinin, İsrail’in terör saldırılarına esastan itiraz etmesini hiç kimse beklememelidir. Egemenliğin sermaye sınıfında olduğu hiçbir ülkede devletten böyle bir tutum zaten beklenemez. Egemen sermayenin çıkarı her zaman, diğer ülkelerin egemen sınıflarıyla, ezilen halklara karşı işbirliğini gerektirir. Türkiye’de İsrail terörüne karşı ciddi bir muhalefeti ancak Türkiye’nin ezilen sınıfları yükselebilir. Tutarlı bir anti-emperyalist mücadele de bunu gerektirmektedir.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler, emperyalizme ve onun desteğinde soykırım sürdüren İsrail siyonizmine karşı Filistin ve Irak direnişleriyle dayanışmayı hedefleyen bir bilinçle donatılmalı, bu çerçevede formüle edilmiş devrimci şiarlarla harekete geçirilmelidirler.

Özellikle İsrail’e yönelik taleplerin başında, bu terör devletiyle tüm ikili ilişkilerin derhal kesilmesi, açık-gizli tüm anlaşmaların iptal edilmesi yer almalıdır. Kitleler üzerinde yaratılan yanılsamaları ortadan kaldırmanın en etkili yolu ise, onları devrimci talepler etrafında birleştirip savaştırmaktır. Devrimci taleplerle harekete geçen kitleler, dinsel gerici çevrelerin böyle bir mücadeleden nasıl kaçtığını, hükümetin bu mücadeleyi bastırmak için nasıl terör estirdiğini görecekler, gerçeklerle hayalleri birbirinden ayırt edebileceklerdir.