29 Mayıs'04
Sayı: 2004/21 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme ve siyonizme karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Barbarların NATO Zirvesi için İstanbul'da fiili sıkıyönetim...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO dağıtılsın!
  DİSK 12. Genel Kurulu'na doğru...
  DİSK Genel Kurulu öncesi sendika yöneticileriyle konuştuk...
  Sermaye işbirlikçisi sendika ağaları yeni saldırılar için mesaide!
  Erdoğan TOBB Genel Kurulu'nda işsizliğe çare buldu!
  Gericilerin Çağlayan mitingi ve EMEP
  Yaz dönemi çalışmasının çok yönlü gündemleri
  Ekim'in Mayıs 2004 tarihli 236. sayısı çıktı...
  Devlet-mafya-futbol üçgeni...
  Ebu Garib'ten Ulucanlar'a...
  "Pişmanlık yasası" yeni hazırlanan TCK ile süresiz hale getiriliyor...
  Siyonist cellatlar Filistin'de etnik temizlik yapıyor
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Irak'taki işkence vahşeti bakanlık onaylı!
  Arap Birliği Zirvesi...
  Uluslararası hareket...
  EMEP'ten düzenle barışmanın yeni adımları...
  Edirne şenliğinde polis terörü...
  YÜT 8. Geleneksel Bahar Şenlikleri...
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
EMEP’ten düzenle barışmanın yeni adımları...

Kemalist çizgide dolu dizgin

Bir süredir EMEP cephesinde sürdürülen cumhuriyet, bağımsızlık ve ulusal kurtuluş söylemleri dozu tırmandırılmış ve kaba bir şekilde devam ediyor. 19 Mayıs vesilesi ile çeşitli illerde yapılan bağımsızlık yürüyüşleri ise tam bir final havasındaydı. Aslında EMEP geleneğinin ideolojik ve örgütsel anlamda geldiği son nokta sürpriz olarak görülmemelidir. Komünistler ‘87 yılında bu gelenekten köklü kopuşu gerçekleştirirken derinleştirdikleri ideolojik hat ve bu harekete yönelik eleştirileri ile, bu geleneğin nasıl bir ideolojik duruşa sahip olduğunu kapsamlı bir şekilde ortaya koymuşlardı.

Son 20 gündür Evrensel gazetesinde yayınlanan makale ve demeçleri okurken Doğu Perinçek’i hatırlamadan edemedik. Sanki yazıların mimarları EMEP şefleri değil de Perinçekçi İP takımıydı.

Önce Ender İmrek 6 Mayıs’ı 23 Nisan ve 19 Mayıs’la her anlamda birleştirmekle işe koyuldu. Daha sonra Levent Tüzel’in 23 Nisan vesilesiyle yayınlanan demeci ile bu iş derinleştirildi ve en son olarak Evrensel gazetesinin başyazısı ve ikinci sayfadaki Levent başkanın demeci ise işin tuzu biberi oldu. Öyle görünüyor ki, Haziran’daki NATO Zirvesi’ne kadar böyle yazı ve beyanatlara daha çok tanık olacağız.

Peki üzerinde bunca fırtına koparılan kurtuluş savaşı ve bağımsızlık mücadelesi hangi sınıfsal karaktere sahipti? Kapsamı neydi ve toplamda Türkiye’de Kürt halkına ve emekçilere kazanımı neydi? Kurtuluş savaşı sanayi temelinden yoksun, tefeci tüccar özelliğinin ağırlıkta olduğu bir burjuvazinin önderliğinde başlatıldı. Doğal olarak karakteri ve kapsamı da bu çerçevedeydi. Ticaret burjuvazisinin önderlik ederek denetimi altına aldığı kurtuluş savaşı, aynı zamanda işgal ordularının sömürgeleştirme girişimine karşı bir direnmeydi. Bu yönüyle güdük de olsa anti-emperyalist bir karakter taşıyordu. Ancak bu, hiç de EMEP şeflerinin yere göğe sığdıramadığı gibi tam bağımsız, tam kurtuluş yolunu açan ve Sovyetler Birliği’nin tam desteği ile olmadı. Nitekim Kemalist liderlerin daha o günlerdeki demeçri ortadadır. Kemalistler emperyalizmin ülkedeki iktisadi ve mali varlığına karşı olmadıklarını, sadece kapitülasyonlarda ifadesini bulan özel ayrıcalıklara karşı olduklarını belirtmekte gecikmemişlerdir. Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşma bile EMEP şeflerinin abartılarını yalanlamaktadır.

Şimdi 19 Mayıs tarihli Evrensel gazetesinin başyazısına bakalım: “Bundan 85 yıl önce Anadolu’nun işgalden kurtuluşu için atılan ilk adımın sembolleştiği bayram. Ama bugün onu kutlayan egemenler için bu bayram bir spor ve gençlik gösterisi, tarihsel ve toplumsal köklerinden kopartılmış bir panayırdır. Çünkü onlar uğruna savaş verilen bağımsızlık, ulusal sanayi, ulusal tarım, ulusal ekonomi gibi kurtuluş savaşının temsil ettiği tüm değerleri büyük sermayenin, İMF’nin, Amerika’nın, yerli yabancı rant çevrelerinin, piyasanın çıkarı uğruna denize atmış bulunuyorlar.”

Görüldüğü gibi EMEP şefleri, kurtuluş savaşını gereğinden fazla abartma ve ona taşımadığı misyonlar atfetme konusunda kemalist Perinçek’ten pek de geri kalmıyorlar. Oysa daha savaş süreci içinde ve hemen ertesinde, emperyalist sermaye ile cömertçe anlaşmalar yapanlar kemalistlerdi. Ülkeye daha fazla yabancı sermaye çekmek için çeşitli tavizler ve teminatlar verenler de onlardı. Mustafa Kemal kalkınmak için bunun zorunlu olduğunu savunmuştur. Bu durumda ulusal sermayenin kendi dinamikleri ile gelişmesinden sözedilebilir mi?

Evrensel’den okumaya ve öğrenmeye devam ediyoruz: “Kurtuluş savaşı sadece içerde barışı sağlayarak değil, aynı zamanda emperyalist-kapitalist dünya karşısında sömürüsüz, baskısız, barış içinde bir dünya kurma mücadelesine girişen Sovyetler Birliği ile emperyalizme karşı mücadele eden diğer halklarla dostluğu, dayanışmayı da ön plana alan bir mücadele olarak örgütlendiği için başarıya ulaştı.”

Türkiye’deki kurtuluş savaşına Sovyetler Birliği’ne benzer misyonlar biçmek ve Kemalist burjuvazinin ideolojik felsefesini bunun üzerinden ifade etmek, tarihsel ve bilimsel açıdan saçmalığın ta kendisidir. Sahi kemalist burjuvazi emperyalizme karşı mücadele eden hangi halklarla dayanışma içerisine girmiştir? Peki sözü edilen “içerde barış” neyin nesidir ve nasıl sağlanmıştır? Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de hunharca katledilmesi, Kürtler’e karşı uygulanan inkar ve kıyım siyaseti, en ilkel işçi haklarının bile gaspedilmesi, komünistlere karşı sürekli koğuşturmalar, muhaliflerin her yol mübah sayılarak temizlenmesi, Dersim isyanının katliamla bastırılması vb., tüm bunları bu yeni Perinçekçiler bilmezler mi? İşçi sınıfı, köylülük ve Kürt halkı üzerinde kanlı bir diktatörlük kurmuş olanları “i&edil;erde barışı sağlamış” olmakla övenler, böylece bunu yapan sınıfın safında yer almış olmuyorlar mı?
Kemalistler’in Sovyetler Birliği ile kurduğu ilişkiler burjuva pragmatizmine dayalıydı ve zaman zaman aldatıcı, hatta sahtekarca biçimlere bürünmüştü. Türkiye’deki kurtuluş mücadelesinin karakterini ve amaçlarını Sovyetler Birliği’ne farklı gösterme çabası, Sovyet delegasyonu ile yazışmalarda yoldaşlık vb. hitapların öne çıkarılması, meclise kırmızı kalpakla gelinmesi gibi çabalar, bunun örnekleridir. Sovyetler Birliği ile bu tür ilişkilere girip cömertçe destek alanlar, aynı günlerde Mustafa Suphi ve yoldaşlarını en iğrenç komplolarla Karadeniz’de boğduruyorlardı.

Kemalist burjuvazinin devleti yönetme anlayışı ise Osmanlı devlet geleneği ve onun felsefesini taşıyordu. Bunun daha açık ifadesi kanlı bir diktatörlük, ülke çapında birçok entrika ve ayak oyunudur.

Burada kurtuluş savaşının taşıdığı kısmi ilerici, anti-emperyalist muhtevayı yok sayma çabasında değiliz. Ancak onu gereğinden fazla abartma ve kurtuluş savaşının ruhunu bugün Türkiye halkının önüne bir kurtuluş reçetesi olarak sunma girişimlerine de sessiz kalınamaz. Hele hele bunu bugün “devrim ve sosyalizm” söylemlerini ağızlarından eksik etmeyen oportünistler dillendiriyorsa. Aynı adamlar geçmişte Kurtuluş savaşının sınırlı anti-emperyalist karakteri ile işçi-köylü düşmanı karakterini, Stalin ve Komintern kaynakları üzerinden de olsa iyi kötü biliyorlardı. Ne var ki o zaman devrimci idiler. Şimdi artık devrim dönekleri oldukları için tarihe de bir başka gözle bakıyorlar. Burjuva düzen safında kendine yer edinenler, tarihimize de artık burjuva bir yorumla yaklaşıyorlar. Bu, düzenle bütünleşme sürecinin yeni bir halkası sayılmalıdır.

EMEP geleneğinin tarihsel köklerinde hep gizli bir Kemalizm hayranlığı olagelmiştir. Ancak bugüne kadar bunu açıkça dillendirme ve sahiplenmede, devrimci basınçtan dolayı rahat davranamıyorlardı. Fakat uzağa gitmeye gerek yok, daha ‘90’lı yılların başından ortalarına kadar Özgürlük Dünyası dergisinin çeşitli sayılarına gözatan herkes, EMEP’in kemalist burjuvazi karşısındaki ikili tutumunu kolayca görebilir. Bu dergide TKP’nin tarihi incelenirken, aynı zamanda Mustafa Kemaller’in devrim ve sosyalizm fikrine karşı ne denli tahammülsüz oldukları da dile getiriliyordu. Tabii o dönem tabanda küçümsenmeyecek bir devrimci hassasiyet vardı. Oysa bugün EMEP tabanında devrimci hassasiyeti olan bir kitle yok. Varolan parti kitlesi büyük ölçüde geçmişin döküntü ve kalıntılarıdır ya da EMEP’in bugünkü düzeiçi reformist duruşu üzerinden partiye katılanlardır. İşte bundan dolayıdır ki, geçmişte alttan alta utangaçça savunulan görüşler, bugün artık aleni bir şekilde dillendiriliyor.

‘90’ların başında Doğu Perinçek, kendileri ile EMEP geleneğinin (ki o zamanlar henüz TDKP’ydi sözkonusu olan) aynı ideolojik duruşa sahip olduğunu ifade ederken, küfür ve hakarete varacak ithamlara, eleştiriye maruz kalmıştı. Ancak bugün aynı Perinçek’le aynı kulvarda bulunmakta herhangi bir sakınca görmüyorlar.

Bu noktada komünistler ve devrimci demokrat kesimler daha duyarlı olmalıdırlar. Politik planda hiç değilse dünün İP’i karşısında nasıl bir tutum sergileniyorduysa, aynı tutumu bugün EMEP’e karşı da almak durumundadırlar.

Herkes kendi bayrağı altına!

E. Yılmaz