24 Temmuz'04
Sayı: 2004/29 (21)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçiler bu yağma ve peşkeşe dur demelidir!
  “Kamu Yönetimi Reformu” adlı kapsamlı saldırı programı
  Aydoslu emekçiler yıkıma karşı örgütleniyor
  Kölelik yasası meclisten geçti... Sırada işgüvencesinin gaspı var...
  Eğitimde sözde devrim ya da gericiliğin sınır tanımazlığı
  Özelleştirme saldırısına, kölelik dayatmasına karşı
  Metal ve tekstilde TİS süreci yaklaşıyor...
  Direnişteki Socotab işçileriyle konuştuk...
  İşgal karşıtı direnişte yeni gelişmeler...
  Filistin direnişi engelleri aşacaktır!
  Üçlü şer ittifakını dağıtmak bölge halklarının görevidir
  Direnişçi Castleblair işçileri DİSK Tekstil yöneticilerini yanıtlıyor!..
  Sarsan ve saflaştıran direniş!..
  Castleblair’de bugün olup bitenlerin ışığında ibretle okunsun!..
  Beybi’de sendikalaşma ve reformizmin gericiliği
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Daimler-Chrysler işçisi kölelik dayatmasına karşı mücadelede kararlı
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Kapitalizmde spor
  Semt gençliği ve kültürel dejenerasyon
  Mamak İşçi Kültür Evi ve Mamak İşçi-Gençlik Kültür Evi’nin yaz dönemi kampanyası...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Direnişçi Castleblair işçileri DİSK Tekstil yöneticilerini yanıtlıyor!..

Yalanlar ve gerçekler

DİSK-Tekstil Sendikası Genel Merkezi, 1 Temmuz’dan beri yaptığımız çağrılara rağmen tam iki hafta boyunca hiçbir açıklama yapmadı. Bizlerle bağ kurmak için hiçbir girişimde bulunmadı. Böyle bir girişimde bulunmak bir yana, bizim buna yönelik tüm girişimlerimizi boşa çıkardı, hiç bir karşılık vermedi. Sendika yöneticileri daha ilk günden itibaren telefonlarımıza dahi çıkmayarak bizleri yanıtsız ve sendika cephesinden sahipsiz bıraktılar. Castleblair’de yaşanan keyfi işten atmalara ve kendilerince sergilenen ihanete karşı mücadelemizi ve direnişimizi suskunluk fesadıyla boğacaklarını sandılar.

Ama çok geçmeden yanıldıklarını gördüler ve anladılar. Direnişimiz kamuoyuna ve işçi hareketine malolunca, ihanetleri her yerde konuşulmaya başlayınca nihayet bir açıklama yapmak zorunda kaldılar. Elbette ki en rezil türden yalanlara sığınırak, basit gerçekleri bile yüzsüzce çarpıtarak... Sicilli işçi satıcılarından başka ne beklenirdi ki!

Sendika yöneticileri, 15 Temmuz günü DİSK Tekstil Sendikası Genel Merkezi önünde gerçekleştirdiğimiz basın açıklamasından bir gün sonra sendikalara ve basın-yayın organlarına yolladıkları bir metinle, Castleblair’de yaşananları çarpıtarak kendilerini kurtarmaya ve aklamaya çalışıyorlar. Yazanlar adına yüz kızartıcı ifadelerle dolu açıklamadaki yalanlara geçmeden önce, DİSK Tekstil’i açıklama yapmaya zorlayan 15 Temmuz görüşmesine dair bazı gerçekleri açıklamak istiyoruz.

Çevik kuvvetle karşıladılar, polis eşliğinde görüştüler!
Olgusal iddialarımıza ise tek kelime yanıt veremediler...

15 Temmuz günü DİSK-Tekstil Sendikası Genel Merkezi önünde yaptığımız basın açıklamasıyla sendikacıları görev ve sorumluluğa davet ettik. Toplusözleşmede satışı gerçekleştiren ve patronla el ele vererek öncü işçi kıyımını tezgahlayan M. Kılıçlar ve S. Çelebiler ortalıkta yoktu, ama sendikanın önü onların çağrısıyla çevik kuvvet yığınağıyla tutulmuştu. Basın açıklamasının ardından DİSK Tekstil yöneticisi Sebahattin Eruyanık’la sivil-resmi polisler eşliğinde bir görüşme yaptık. Bugüne kadar kamuoyu önünde defalarca söylediklerimizi olup bitenden habersizmiş görünen bu sendika ağasına yeniden tekrarladık. Sendikasının üyesi olan bizlerle görüşmesinin polis eşliğinde yapılmasında herhangi bir sakınca görmeyen Eruyanık, saldırgan bir tutum gösterdi ve canalıcı sorularımıza yanıt vedi, veremedi. Sağda solda sarfettikleri “biz görüşme talep ettik, görüşmediler” iddiasının kaba bir yalan olduğu bu vesileyle bir kez daha açığa çıktı.

Görüşmede Eruyanık’a, satış sözleşmesini kabul etmedikleri için 29-30 Haziran tarihinde 20 işçinin işine son verildiğini, 29 Haziran’da bizzat M. Kılıç ve S. Çelebi’nin konudan haberdar edildiğini, S. Çelebi’nin 29 Haziran akşamı geç olduğu için 30 Haziran sabahı gelip olayla ilgileneceğini söylediğini, oysa ertesi gün, üstelik işçi kıyımının hala sürmekte olduğu saatlerde, “satış sözleşmesinin” imzalandığı gerçeğini tekrar hatırlattık. Öncü işçi kıyımının ve satış sözleşmesinin ardından ise Süleyman Çelebi ve Muharrem Kılıç’ın telofonlara dahi çıkmadığını söyledik. Bize karşı saldırgan bir tutum içerisinde olan Eruyanık’ın bütün bu olgusal gerçekler karşısında doğal olarak söyleyecek tek kelimesi yoktu.

Ancak sıraladığımız olgular ve iddialarla ilgili olarak yüzümüze karşı söz söyleyemeyen DİSK-Tekstil Sendikası Genel Merkez yöneticileri, 16 Temmuz’da yalanlarla dolu yazılı bir açıklama yaptılar. Sadece bize değil aynı zamanda sol basına da saldırı mahiyeti taşıyan bu açıklamayı doğal olarak biz kendi cephemizden yanıtlayacağız.

Patrona karşı işçinin hakkını aramak ve ihanete karşı direnmek
“kendini dayatmak” mıdır?

Sözkonusu açıklamada Castleblair’de örgütlenme sürecinden söz ediliyor. Ama genel ve yuvarlak lafların arasında buna kendilerinin iğne ucu kadar bir katkısı olup olmadığı konusunda açık bir şey söylemekten kaçınılıyor. Elbette boşuna değil. Bu işçi satıcılarına sendikal örgütlenme hazır halde sunulmuştur. Onlar ise bunu patronla elele öncü işçi kıyımı yaparak ve satış sözleşmesi imzalayarak karşılamışlardır. Tıpkı daha önceleri Sun Tekstil’de, Beybi Çuval’da, Reha Tekstil’de ve daha bir çok yerde yaptıkları gibi...

Açıklamada ardından bu süreçte bizlerin aldığı tutumlar, sözleşme ve temsilcilik seçimleri gibi birçok konu çarpıtılarak, kamuoyu yanlış bilgilendirilmek isteniyor. DİSK Tekstil Sendikası bizleri başından itibaren kendini dayatmakla suçluyor. Sendikayı işyerine sokan biz işçiler değilmişiz gibi sendikayı rakip olarak gördüğümüz gibi saçma ve asılsız iddialara başvuruyor.

Bugüne kadar defalarca Castleblair örgütlenme sürecini ve bu süreçte yaşanan gelişmeleri aktardık. Tekstil Sendikası yöneticilerinin kamuoyunu yanıltma çabasından dolayı bir kez daha yaşananları özetlemeyi gerekli görüyoruz.

Atılan işçilerin örgütlenmenin başından beri kendilerini dayattığı söylemi kaba bir yalandır. İşçiler örgütlülüğün sağlanması, Kıraç bölgesinde bir örnek işyeri yaratılması için her türlü fedakarlığı göstermiş, bu sorumluluk ve bilinçle hareket etmişlerdir. Sendikal örgütlülüğü patron karşısında kıskançlıkla korumuş, baskılara karşı atılmayı defalarca göze alarak her seferinde tüm saldırılara karşı durmuşlardır. Sendikacıların karalamaya çalıştığı öncü işçiler patron karşısında sendikal örgütlülüğü ve işçileri en üst düzeyden savunurken, Muharrem Kılıç tarafından kendilerine, “gereksizdi, kendinizi riske atmayın” uyarısı dahi yapılmıştır.

Süreç boyunca bir grup işçi sürekli karmaşa çıkarmış, bizler hakkında asılsız ithamlarda bulunarak örgütlenme sürecini sabote etmiştir. Bunlar sınıf bilincinden uzak, patronla kolayca elele verebilecek kimlikte ve karakterde kişilerdir. Bu kişilerin davranışlarının örgütlülüğü bozduğunu sendika yönetimi de bilmektedir. Hatta bu şahıslar kendileri tarafından birkaç kez uyarılmış, fakat tutumları değişmemiştir. Tüm bu süreç boyunca bizim serinkanlı ve yapıcı tutumumuz ise takdir edilmiştir.

Fakat her ne olduysa sendika yönetiminin son açıklamasında bizler “başından beri uyumsuz, kendini dayatan, başkalarının düşüncelerini yok sayan” kişiler olarak ilan ediliyoruz. Bu ikiyüzlülüğün mutlaka bir açıklaması olmalıdır ve DİSK-Tekstil yönetiminden bunu bekliyoruz. DİSK Tekstil yönetimi genel geçer söylemleri bir yana bırakmalıdır. Bizi itham edecekse somut konuşmalıdır. Castleblair’e sendika nasıl girmiştir? Şu anda işten çıkarılanların bu süreçte oynadıkları rol nedir? Geride kalan bir yıl boyunca neyi dayatmışlardır? İşten atılan arkadaşlarımızın geri alınması için mücadele etmeyi mi? Daha iyi bir toplusözleşme yapmayı mı? Toplusözleşme sürecine tüm işçilerin katılımını mı? Daha örgütsüzken patronun saldırılarını boşa düşüren, kendi iç birliğini sağlayabilen işçilerin saldırılara karşı koyabilece&curen;ine duyduğumuz inancı mı?

Eğer DİSK Tekstil yöneticileri bunlardan bahsediyorlarsa, evet bizler bunlar için mücadele ettik ve bu anlamda kendimizi dayattık. Ne yapsaydık peki? DİSK Tekstil yöneticileri ve Süleyman Çelebi gibi, neredeyse tüm işçilerin katıldığı tümüyle haklı ve meşru bir eylemin karşısına çıkıp, “bu eylemi bitirin, yoksa biz sizi terkederiz” mi deseydik! Böylelikle işçinin direnme ve kazanma gücünü ve iradesini mi kırsaydık! Fırsat kollayan patrona saldırması için cesaret verip zemin mi hazırlasaydık! Sendika ağaları sendikal hareketi bugün bitme noktasına getiren kendi hain anlayış ve davranışlarını neye göre bizden bekliyorlar ki? Ve buna karşı direnen biz işçileri hangi yüzle kendini dayatmakla itham ediyorlar ki?

DİSK Tekstil yöneticileri bizleri sendikayı rakip olarak görmekle de itham ediyorlar. Rakip olarak görüyorduk da onun için mi gece-gündüz demeden sendikal örgütlenme için çalıştık. Mesai bitimlerinde ev ev dolaşarak çalışan kimlerdir? Bizzat Muharrem Kılıç, bugünün bu işçi satıcısı, bizlere, “Ben sizin gibisini görmedim, hiçbir grupsal kaygı gözetmiyorsunuz” demiştir. Sendikayı rakip olarak görmek ne demektir? Burayı DİSK Tekstil gelip kendisi mi örgütlemiştir? Sendikayı rakip olarak görsek neden onu kendi çabamızla işyerine sokalım ki? Biz sendikayı değil ama sarı sendikacılığı, DİSK Tekstil yönetiminin değişmez bir davranış çizgisi haline getirdiği sendikal ihaneti kendimize rakip olarak gördük ve görmeye de devam edeceğiz.

Satışa aktif muhalefet eden işçiler saptanıp atıldıktan yalnızca bir gün sonra sözleşme imzalandı!

DİSK Tekstil yönetimi açıklamasında, toplusözleşmenin imzalanmasına ilişkin olarak herkesin gözü önünüde yaşananlar çarpıtılmakta, yalan söylenmektedir. Toplusözleşme taslağı işçilere gösterilmemiştir. Bu talep her seferinde geçiştirilmiştir. İşçiler hangi maddelerin geçtiğini, hangilerinde görüşmelerin devam etiğini patrondan öğrenmiştir. DİSK Tekstil’in açıklamasında “atılan her adım DİSK’in ilkeleri çerçevesinde atılmıştır” dediği işleyiş bu olmuştur. Bu mudur DİSK’in ilkeleri? İşçiler toplusözleşmenin nasıl gittiğini patrondan mı öğrenmelidirler?

“Bu sözleşmeyle yeni haklar sağlanmıştır. Bu haklar sadece ekonomik haklar değil, sosyal ve hatta demokratik hakları da içermektedir” deniliyor açıklamada. Neden o zaman toplusözleşme üzerinden somut konuşmuyorlar? DİSK Tekstil yöneticileri açıklasın neymiş bu haklar? İşçiler yüzde 30 istiyordu. Sendika her zaman bildiğimiz “mevcut şartlar” diye söze başlayarak, “yüzde 20’ye ineceğini” söyledi. “En fazla yüzde 18, bunun altına kesinlikle inmeyeceğiz” dedi. 28 Haziran Pazartesi günü ise Muharrem Kılıç işyerinde toplantı yaptı. Sözleşme görüşmelerinde gelinen noktayı bir parça anlattıktan sonra işçilerden bu sözleşmeye onay vermelerini istedi. “Biz bunu kabul ediyoruz, size de kabul edip etmediğinizi sormaya geldik” diyerek güya ne kadar demokrat olduğunu göstermek istedi. Ancau toplantı sendikada değil de işyerinin yemekhanesinde, patron ve adamlarının gözleri önünde yapılıyordu. Dolayısıyla işçi arkadaşlar üzerinde çok büyük bir basınç vardı. Buna rağmen bazı arkadaşlarımız söz alıp bu sözleşmenin kabul edilebilecek bir sözleşme olmadığını söylediler, gerekçelerini açıkladılar. Bunun üzerine Muharrem Kılıç “siz kabul etmeseniz de bizim DİSK olarak bu s&oul;zleşmeyi imzalama yetkimiz var” diyerek işçilerin müdahalesinin önünü kesti. Bu mudur DİSK’in geleneği? Kendini dayatmamak, sendikayı rakip olarak görmemek, bu mantığa bu zihniyete onay verip alkış mı tutmaktır? Böylesi bizden uzak olsun!

Aynı toplantıda söz alıp sözleşme aleyhinde konuşan işçiler ise 29-30 Haziran günlerinde işten atılanların başında geliyordu. Muharrem Kılıçlar’ın sözde işçiye danışmalarının somut sonucu, buna gerçek amacı da diyebiliriz, gerçekte işte buydu. Nitekim sözleşme tam da aktif muhalefet eden işçiler saptanıp aynı gün atıldıktan hemen sonra, yalnızca bir gün sonra imzalandı!

DİSK-Tekstil ağalarının işçinin “iradesiyle” imzaladıkları sözleşmenin gerçek hikayesi budur.

1 Temmuz’da imzalanan sözleşmeyi patron işyerinde kutlamış, işçilere de birer dilim pasta dağıtmıştır. Fakat DİSK-Tekstil yönetimi, özel olarak da Muharrem Kılıç bu kutlamaya katılmamış, aradan geçen 20 güne rağmen sendika bu konuda üyelerine herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu açıklamayı işçiler halen beklemektedir. Sendika hazırladığı taslakta işçilerin talebi olan yüzde 30’u yüzde 20’ye indirmiştir. İşçiler “bari bu taleplere sahip çıkın!” dediğinde ise, yüzde 20’den ve hemen hemen tek sosyal hak olan 4 ikramiyeden asla vazgeçmeyeceklerini söyleyen Muharrem Kılıç bugün işçilere, imzalanan sözleşmede yer alan yüzde 8 zammı, 6 ayda bir verilecek sadakayı ve ikramiye ve primlerin performansa bağlanmasını açıklamak zorundadır. Bunları açıklamaktan kaçındıkları sürece, yaptıklarn bir satış sözleşmesi olduğunu da tescil etmiş olacaklardır. Sendikanın denetiminde ve güdümündeki temsilciler dışında, işçilerin hemen hepsi sözleşmeden şikayetçidir ve sendikanın kendilerini sattığını düşünmektedir.

İşte işçilerin geleceklerini garantiye alan sözleşme masalının içyüzü budur!

Bizim sınıf hareketine, birlikte çalıştığımız işçilerin haklarına ve sendikal örgütlenmeye karşı sorumluluklarımız var. Bir işçi sendikalı olduktan sonra daha kötü şartlarda, daha düşük ücrete çalışacaksa niye sendikalı olsun? Açıklamanın başında tekstil sektöründe örgütlenmenin zorluklarından dem vuran DİSK Tekstil yöneticileri bunu hiç düşünmüşler midir? Mesele sadece toplusözleşme imzalamak mıdır? İşçi yüzde 30 isteyecek, sen “şartlar belli ama yüzde 20’nin altına inmem” diyeceksin, sonra da yüzde 8’e evet diyeceksin! Sonra da buna karşı çıkan işçileri önce işten attıracaksın, ardından yüzsüzce “kendini dayatmak”la suçlayacaksın! Patronun gözden çıkardığı karşı çıkan işçileri, sen de gözden çıkaracaksın, atılmalarına ses çıkarmak bir yana biz çanak tutacaksın! Sonra da kalkıp sınıf sendikacılığından, DİSK’in geleneklerinden, toplusözleşmeye 1 Mayıs’ın tatil günü olarak geçtiğinden dem vuracaksın!

DİSK Tekstil işçi sınıfı ve devrimci kamuoyu önünde somut konuşmalıdır. Toplusözleşme nasıl imzalanmıştır, buna ilişkin gerçekleri tek tek anlatmalıdır.

Temsilcilik pazarlığı sorunu ya da
yalanın dipsiz kuyusu!

Açıklamanın arsızca çarpıttığı bir başka konu ise temsilcilik meselesidir.
Temsilcilik üzerinden kendileriyle pazarlık yapıldığı, bunun kabul edilmediği, kendilerinin seçim önerdiklerini söylüyorlar ve ekliyorlar: “ama sendikamız her işyerinde olduğu gibi kendilerine sandığı göstermiştir.” Bir gerçek ancak bu kadar çarpıtılabilir, olgular ancak bu denli kaba ve çirkin bir biçimde tersyüz edilebilir. Hiçbir şey bu asılsız iddia kadar bu adamların karakter yoksunluğuna açık bir gösterge olamaz.

Açıklamadaki iddianın tam tersine, temsilcileri atamayı ya da seçime gitmeden pazarlıkla uzlaşmayı öneren tam da kendileri olmuştur. Bunu da “biz öncü işçiyi korumak zorundayız”, “sandıktan yanlış irade çıkarsa bizim temsiliyetimiz boşa düşer, bizi zora sokar” diye gerekçelendirmişlerdir. Bugün çıban başı olarak görülen bir arkadaşımızı baştemsilci, hatta ileride yönetim kurulu üyesi yapmak istediklerini söylemişlerdir. Baştan beri asılsız ithamlarla işyerindeki mücadeleye zarar veren ve patronun ekmeğine yağ süren birilerini kastederek, “kirli yöntemleri çok, riske girmeyin, uzlaşın” demek, bu noktada güya bizi uyarmak yoluna gitmişlerdir. Özetle şu anda bizi “baştan beri uyumsuz” davranmakla suçlayan aynı yöneticiler, bir arkadaşımızın baştemsilci olması için seçim yerine atama yapmayı teklif etmişlerdir. Aa veya seçime gitmeden uzlaşma yöntemi kendileri tarafından dayatılmış, fakat bizler tarafından kesin olarak reddedilmiştir. Çünkü biz temsilcilik seçimine, tabanın iradesinin alındığı, işçinin seçme ve seçilme hak ve özgürlüğünü kullandığı, böylece gerçek demokrasiyi öğrendiği bir yöntem ve uygulama olarak yaklaştık. Bunu sendikanın tüm rüşvetlerine, gelece&crren;e dönük baştan çıkarıcı önerilerine karşı tüm gücümüzle savunduk. Bunu böyle savunmak için işçi satıcısı ağaların iddia ettiği gibi bir takım “siyasi büyükler”e sahip olmak gerekmiyor. Biraz bilinçli ve de namuslu bir işçi olmak fazlasıyla yeterli.

Bu düşüncemiz ve tutumumuz DİSK Tekstil yöneticilerini korkutmuştur. Onlar her denileni yapan, çarka ayak uyduran işçiler istemektedir. Baştemsilcilik teklif ettikleri işçi arkadaşımız teklif edilen rüşvetlere karşılık olarak, “ben seçimle geleceğim” demiş, işçinin iradesine dayanmayı tercih etmiştir.

Taslağın kaçırılmasını ve değiştirilmesini içine sindiremeyen bizlere karşı güdülen büyük kin, gerçekte daha Mart ayının başından itibaren başlamıştır. Pazarlıklar ve rüşvetler reddedilince düşmanlıklar da böylece başlamıştır. Baştemsilcilikte görmek istediği, örgütlenmede düşünsel ve pratik olarak büyük katkısı olan ve o güne kadar takdir edilen öncü işçiler işte bu nedenlerle gözden çıkartılmıştır.

DİSK Tekstil ağaları güya ince göndermeler de yapmaktadır. Madem öncü işçilersiniz, neden seçilemediniz demektedir. Ama önce dürüst olmalıdırlar. Hiç değilse herkes tarafından bilinen somut konularda çarpıtma yapmamalıdırlar. Ağalar bizlerin gıyabında binbir dolap ve dümenle yaptıkları seçimlere karıştırdıkları hileler yetmiyormuş gibi, daha bir de zamanında kendileri tarafından açıklanan rakamları tutup yazılı açıklamalarında çarpıtıyorlar. Zamanında 165’e 61 olarak açıklanan rakamlar, bugün yaptıkları yazılı açıklamada 195’e 30 oluvermiş! Bu rakkam hokkabazlığı bile onların kimliğine ve iddialarının değerine çarpıcı bir göstergedir.

Ağalar gıyabımızda ustası oldukları sandık hilelerini keyiflerince yapmakla kalmamışlar, önden de işçinin geri bilincine seslenmişler, aday arkadaşın siyasi kimliği üzerinden olmadık iddia ve dedikodulara en rezil bir biçimde başvurmuşlardır.

Seçimler de usulüne uygun yapılmamıştır. Seçime 6 adayla gidilmiştir. Seçim tarzı hiç tartışılmadan ilk üç sıraya kendilerinin ve patronun istediği üçlü sanki blok girmiş gibi yazılmıştır. Diğer üç sıraya ise diğer iki bayan aday ve aday olan bir başka erkek arkadaş blok girilmiş gibi büyük bir aralıkla ikinci kısma koyulmuşur. Sandık başı görevlileri ise bizzat patron tarafından görevlendirilmiş ve yönlendirilmiştir. Patron ve sendikanın bütün bu usülsüzlüklerine ve oyunlarına rağmen de 61 oy alınmıştır.

Seçimlerin ardından biz işçinin ileride gerçek temsiliyeti göreceğine inandık ve işyerindeki birliğin devam etmesi için özenli bir tutum içinde hareket ettik. Sonraki bütün gelişmelerde örgütlülüğün savunulmasında gene en önde yeraldık. Sorumluluklarımızı hiçbir zaman unutmadan bu bilinçle hareket ettik.

DİSK Tekstil ağaları yokken işçi atamayan Castleblair patronu artık onlar sayesinde sürekli işçi kıyımı yapmaktadır!

Sendikanın açıklaması nedense son bir yılda gerçekleşen işten çıkarmalara hiç değinmiyor. Yüzsüzce işçinin çalışma hakkının korunmasından sözedenler, işten atılmaya set çekebilecek iş durdurma eylemi sırasında aldıkları eylem kırıcı tutumlara hiç değinmiyorlar. Kendileri yokken tek işçi atamayan, attıklarını direniş karşısında geri almak zorunda kalan Castleblair patronunun kendileri sayesinde bugüne kadar kaç işçiyi keyfi biçimde işten attığından tek kelimeyle söz etmiyorlar.

Haziran ortalarında 50 işçinin atılacağını bildiren ve Muharrem Kılıç’ın pazarlığını çoktan yaptığı tensikat haberi, anında bütün işçilerin öfkesini uyandırdı. İşten atmalar başladığında ise yüzde yüz katılımla eyleme geçti. Patronun imdadına yetişen ise sendika yönetimi ve Muharrem Kılıç oldu. Muharrem Kılıç eylemin bitirilmesi gerektiğini, atılan işçilerin asla geri alınmayacağını, bundan sonra yeni işçi atılmayacağı sözü aldıklarını ifade ederek eylemi kırmak istedi, fakat başaramadı. O işçiyi yüzüstü bırakıp fabrikadan ayrıldıktan sonra işçi kıyımı devam etti, bu ise daha büyük bir öfkeye neden oldu. İki vardiyanın işçileri sendikada toplanarak saldırılar ve işten atmalara son verilene kadar eyleme devam edileceği kararını aldılar. Ardından eylem üç gün sürdü ve bu &ul;ç gün içinde sendikacılar tarafından işçilere, hem de patron önünde, büyük baskılar yapıldı, tehditler savuruldu, işçinin iradesini kırmak için herşey yapıldı. Niyahet üçüncü gün direniş bizzat Süleyman Çelebi’nin devreye girmesiyle kırıldı. Böylece kırılan sadece eylem değildi, işçinin birliği, kendine güveni, direnme azmi de kırılmış oldu.

Bugün çalışan arkadaşlarımızın bize gereken desteği verememesinin altında yatan gerçek de budur. Patron sendikayı arkasına almanın güveni içerisindedir. Bu durum işçide derin bir güvensizlik yaratmaktadır. Bu çok bilinen bir yorma ve yıldırma yöntemidir. Öncü işçilerin tam da bu eylemlerden sonra atılması, satış sözleşmesinin bundan sonra imzalanması elbette tesadüf değildir. Bizzat sendikası tarafından eylemi tehditle kırılan işçilerin tekrar eyleme geçmesi elbette kolay değildir. Bunu patron da iyi bildiği için başından itibaren gözüne kestirdiği, defalarca tehdit ettiği öncü işçileri işten atma cesaretini kendinde bulmuştur. Bunu DİSK Tekstil yöneticileri de çok iyi bilmektedir.

Şu an kıyım bir parça durmuşsa eğer, bu da direnişimizin yarattığı basınçtan dolayıdır yalnızca. Patron yeni kıyımlar ve giderek sendikanın tasfiyesi için ortalığın durulmasını beklemektedir.

İhanetin hesabı sorulacak!

İçerdeki işçiler atılanlar konusunda sendikadan hala da bir açıklama beklemektedir. Birçoğu atılanların listesinin sendika yöneticileriyle birlikte hazırlandığını haklı olarak düşünmekte ve sıranın kendilerine de geleceğini bilmekte, bu kaygıyı ve korkuyu taşımaktadırlar. İşçilerin birliği, güveni, direnme gücü ve iradesi işte böylece felç edilmiş durumdadır. Ve sendika yönetimi bu marifetiyle şimdi arsızca övünebilmektedir; çalışan işçinin atılan işçi kardeşine sahip çıkmamasından keyifle sözedebilmektedir. İhanet dediğimiz aynı zamanda budur ve tüm bunların hesabı bu işçi satıcılarından elbette sorulacaktır.

Gerçekler ortadadır. Biz bunlara tüm Castleblair işçilerinin, sınıf hareketinin ve ilerici kamuoyunun önünde DİSK Tekstil yöneticileriyle tartışmaya hazırız. Bu kadar açık bir ihanet karşısında kimse sessiz kalmamızı beklemesin. Bu açık ihanete karşı çıkmak kendimize olduğu kadar sınıfımıza ve sendikal harekete namus borcumuzudur. Tüm kamuoyunu bu gerçekler karşısında bir kez daha haklı ve meşru direnişimize destek vermeye ve Casleblair’deki ihanete karşı tutum almaya çağırıyoruz.

19 Temmuz 2004
Direnişçi Castleblair işçileri