24 Temmuz'04
Sayı: 2004/29 (21)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçiler bu yağma ve peşkeşe dur demelidir!
  “Kamu Yönetimi Reformu” adlı kapsamlı saldırı programı
  Aydoslu emekçiler yıkıma karşı örgütleniyor
  Kölelik yasası meclisten geçti... Sırada işgüvencesinin gaspı var...
  Eğitimde sözde devrim ya da gericiliğin sınır tanımazlığı
  Özelleştirme saldırısına, kölelik dayatmasına karşı
  Metal ve tekstilde TİS süreci yaklaşıyor...
  Direnişteki Socotab işçileriyle konuştuk...
  İşgal karşıtı direnişte yeni gelişmeler...
  Filistin direnişi engelleri aşacaktır!
  Üçlü şer ittifakını dağıtmak bölge halklarının görevidir
  Direnişçi Castleblair işçileri DİSK Tekstil yöneticilerini yanıtlıyor!..
  Sarsan ve saflaştıran direniş!..
  Castleblair’de bugün olup bitenlerin ışığında ibretle okunsun!..
  Beybi’de sendikalaşma ve reformizmin gericiliği
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Daimler-Chrysler işçisi kölelik dayatmasına karşı mücadelede kararlı
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Kapitalizmde spor
  Semt gençliği ve kültürel dejenerasyon
  Mamak İşçi Kültür Evi ve Mamak İşçi-Gençlik Kültür Evi’nin yaz dönemi kampanyası...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sarsan ve saflaştıran direniş!..

Castleblair direnişi yeni bir aşamada...

Castleblair direnişi suskunluk fesadını parçalıyor

İşçi hareketinin en derin ve tahrip edici yarasını deşerek gündeme giren Castleblair direnişi yeni bir safhaya girmiş bulunuyor. Direniş ülke çapında ilerici kamuoyuna ve işçi hareketinin örgütlü kesimlerine malolmuş durumda. Bu sayededir ki çeşitli alanlardaki muhataplarının haftalardır sürdürdüğü suskunluk fesadı birbiri ardına parçalanıyor. Herkes sözünü söylemek, tutumunu açıklamak ve safını seçmek zorunda kalıyor. Son derece haklı ve meşru bir zemin üzerinde büyük bir kararlılık ve direnme gücü sergileyen Castleblair direnişi, gerçek devrimcilere ve öncü işçilere güç ve umut aşılarken işçi sınıfının sahte dostlarının ise maskesini indiriyor, çirkin yüzler açığa çıkıyor.

Suskunluk fesadının parçalanmasını son bir haftada peşpeşe yaşanan üç önemli gelişme üzerinden somut olarak gördük.

Bunlardan ilki DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası yöneticilerinin yaptığı 16 Temmuz tarihli açıklama oldu. Bu Castleblair direnişinden tam 17 gün sonra sendika yönetimi adına yapılan ilk açıklama idi. 17 gün açıklama yapmamak için direnenler sonunda baştan sona yalana ve çarpıtmaya dayalı da olsa bir açıklama yapmak ihtiyacı duymuşlardır.

Bunu Evrensel gazetesinin 20 Temmuz tarihli Castleblair “haber”i izledi. Direnişten tam 21 gün ve toplusözleşmeden tam 20 gün sonra, bir günlük gazete olarak Evrensel, lütfedip okurları için bir Castleblair “haber”i yaptı. Ortada bir Castleblair tartışması olduğunu ve bu arada Castleblair’de ilk kez bir sözleşme imzalandığını duyurdu! Bu “haber” işçi sınıfının bu sahte dostlarının maskesinin inişi ve dibindeki çirkinliğin tüm açıklığı ile ortaya çıkışı demekti. Evrensel’in emekten yana bir günlük gazete değil, fakat bu “haber” veriş tarzıyla burjuva basının basın-yayın ahlakını bile aratan bir zihniyetin temsilcisi olduğu açığa çıkmıştır. Denebilir ki Castleblair direnişinin halihazırdaki en önemli kazanımlarından biri de bu olmuştur.

Üçüncü gelişme anlamı bakımından ilk ikisinden de önemliydi. Direnişçi Castleblair işçileri, direnişin haklılığını sezen ve başından itibaren duyarlılık gösteren bazı DİSK yöneticilerinin de katkısı ve katılımıyla, DİSK Genel Başkanı (ve DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası başkanı) Süleyman Çelebi ve öteki bazı Tekstil İş sendikası yöneticileriyle bir görüşme yaptılar. 21 Temmuz Çarşamba günü yapılan DİSK Başkanlar Kurulu toplantısının hemen sonrasında gerçekleşen ve yaklaşık ikibuçuk saat süren bu görüşme, Süleyman Çelebi ve DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası yöneticilerinin olup bitenler karşısında daha fazla sessiz kalamayacaklarını göstermiştir.

Bu üç gelişmenin anlamı ve önemi üzerinde biraz daha yakından duralım.

Bu kez o kadar kolay olmayacağını
daha baştan söylemiştik!

Suskunluklarını ilk bozmak zorunda kalanlar direnişin dolaysız muhatabı durumundaki DİSK/ Tekstil İş yöneticileri oldular. Tereyağından kıl çekme kolaylığı ile 350 kişilik bir işyerinde örgütlenmelerini sağlayan öncü işçileri tasavvuru bile zor bir kıyımla ödüllendiren, kıyımın hemen ertesi günü utanç verici bir sözleşme imzalayan, kıyıma uğramış üyeleri hakkında bugüne kadar göstermelik girişimleri bile gereksiz gören ve direnişçi işçilerin tüm çağrılarına karşın tam 17 gün kamuoyuna tek kelimelik açıklama yapmayan, yapmak gereği duymayan Tekstil İş yöneticileri, nihayet 16 Temmuz günü yazılı bir açıklama yapmak zorunda kaldılar.

Bu açıklamayı virgülüne bile dokunmadan ekte yayınlıyoruz. Bunu herşeyden önce bir habercilik sorumluluğu sayıyoruz. Direnişin başından beri Kızıl Bayrak sayfalarında Tekstil İş yöneticileri hakkında son derece ağır eleştiriler, ithamlar ve suçlamalar yeraldı. Dolayısıyla bu yöneticilerin çok gecikmiş olarak da olsa, iddialara karşı kendilerini nasıl savunduklarının ve hangi karşı iddialar ortaya attıklarının Kızıl Bayrak okurları tarafından aynen bilinmesi bizim açımızdan büyük önem taşıyor. Yapılan açıklamanın, ortaya atılan iddiaların ve karşı ithamların değerinin ve gerçekliğinin bu noktada bizim için bir önemi yok. Güneş balçıkla sıvanmaz; Castleblair direnişçileri öylesine haklı bir zeminde bulunuyor ve önümüzde Tekstil İş yöneticileri payına yılların birikimi olan öylesine ağır bir suç dosyası duruyor ki, onların gerçekleri tepe takla etmeye yönelik girişimleri gerçekler karşısında sabun köpüğü kadar bile bir dayanma gücü gösteremez.

Tekstil İş sendikası yöneticilerinin ilkel demagojiler ile kaba yalanlar toplamından oluşan açıklamasını yanıtlamak için kendimizi yormayacağız. Bunu gerekli olan sınırlar içinde direnişçi işçiler zaten yapmış bulunuyor. Ama ileri sürdükleri bir itham var ki ona biraz olsun değinmeden geçemeyiz. Bu kendilerine yönelik bir “yargısız infaz” yaptığımız ithamıdır. DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası yöneticilerinin en içi boş, ciddiyetsiz ve zerre kadar bir inandırıcılık taşımayan ithamı bu olsa gerek. Bu ülke manevi, siyasi ve fiziki yargısız infazlar ülkesi olduğu ve buna karşı özellikle solda büyük bir duyarlılık bulunduğu için, işçi kıyımının bu sicilli kahramanları bu ithamı pek bilerek yapıyorlar.

İyi ama sormazlar mı bunu yapanlara; Castleblair direnişçileri sizi haftalardır ortaya çıkmaya, olup bitenle ilgili açıklama yapmaya çağırıyorlar, yargılanmaya ve kendinizi aklamaya bu kadar hazırdınız da neden iki uzun hafta boyunca ortalıkta görünmediniz ve tek kelime açıklama yapmadınız? Ortalıkta görünmediniz ve bir açıklama yapmadınız; çünkü uzun yıllardan beridir bugün Castleblair’de yaptıklarınızı sayısız başka işyerinde yaptınız ve bu hep de yanınıza kâr kaldı. Susarsak ve bir-iki hafta ortalıkta görünmezsek olay büyümez, tersine zamanla soğur, işçiler umutsuzluğa kapılır ve bu sayfa da böylece kapanır, yaptığımız da her zaman olduğu gibi yanımıza kâr kalır diye düşündünüz. Ama yanıldınız! Bu kez gerçekten yanıldığınızı direnişçi Castleblair işçileri ve bu arada biz, sizlere daha baştan harlatmıştık. Zaman ve olayların akışı daha şimdiden bizi doğrulamış bulunuyor.

“Yargısız infaz” üzerine en son konuşacak olan sizlersiniz ve en son itham edilecek olan da bizleriz. Bakınız size en ağır suçlamaları yönelten ve sayfalarını Castleblair direnişi için bir kürsü haline getiren bir yayın organı, Kızıl Bayrak, sizin ilk ve tek açıklamanıza sayfalarında olduğu gibi yer veriyor. Bunu, bu kadarını size yardakçılığı gönüllü iş edinmiş Evrensel bile yapmaz. Yeni açıklamalar yapınız, Kızıl Bayrak onlara da aynen yer verecektir, bundan en ufak bir kuşkunuz olmasın. Bugüne kadar bizi ve kamuoyunu gelişmeler konusunda aydınlatan hangi açıklamayı yaptınız ki, “sol yayın organları” ve bu arada Kızıl Bayrak, söylediklerinize kulağını tıkadı ve yalnızca direnişçi işçilerin açıklamalarını doğru kabul etti?

Diyorsunuz ki “Konuya ilişkin detaylı bir inceleme yapılmadan, ileri sürülen iddiaların doğruluğunu sorgulamadan yapılan bu yayınlar tam anlamıyla birer yargısız infaz mantığı yaratmaktadır.” Biz de diyoruz ki bu türden bir yargısız infazın mide bulandıran bir örneğini mi görmek istiyorsunuz, 20 Temmuz tarihli Evrensel’i açınız, orada tamı tamına aradığınızı bulacaksınız.

Yargısız infaz sizin de nasiplendiğiniz bu köhnemiş baskı ve sömürü düzeninin ve onun tüm uzantılarının davranış çizgisidir, onun zerresini sınıf devrimcilerinin tutum ve davranışlarında aramaya boşuna yeltenmeyin. “Yargısız infaz” asıl sizin davranış çizginizdir; zira kıyıma uğramasına katkıda bulunduğunuz öncü işçileri neden buna müstahak gördüğünüze ilişkin olarak hala da tek kelime açıklama yapmış değilsiniz. Ya da bunu, çok sorun yaratıyorlardı, hep de kendilerini dayatıyorlardı diyerek, dolayısıyla bu davranışlarıyla çıban başı durumundaydılar ve onlardan kurtulmamızın başka yolu yoktu demeye getirerek, ancak dolaylı bir yoldan ortaya koymuş oluyorsunuz.

Suskunluğunu bozdu ve safını seçti:
Evrensel’in safı bir kez daha barikatın öte yanı!

Emeğin sesi olmak iddiasında olan ve bunu da izlediği politik çizgiden çok işçi hareketindeki gelişmelere ve işçi haberlerine yer vermek yoluyla göstermeye çalışan Evrensel gazetesi tam 20 gün boyunca Castleblair’deki gelişmelerden habersiz göründü. Castleblair direnişçilerinin çabalarına, Esenyurt’taki yerel basının açık eleştirilerine, Kızıl Bayrak’ın çağrılarına ve Castleblair direnişi üzerine genişleyen tartışmalara rağmen, bu 20 gün boyunca konu hakkında tek bir satır dahi yazmadı.

10 Temmuz tarihli Kızıl Bayrak’ta bu bilinçli suskunluğun üzerine gitmiş ve şunları söylemiştik: “En sıradan bir işçi eylemine, direnişine üstelik de telefonla bildirilen her türlü gelişmeye sayfalarını cömertçe açan Evrensel gazetesi, günlerdir süren bir direniş karşısında suskun! Emeğin kürsüsü, işçi ve emekçilerin sesi iddiasındaki bir gazete için hazin olduğu kadar utanç vericidir de bu durum ve tutum. Evrensel muhabirleri ve EMEP yetkilileri olup biteni uzaktan izliyorlar, ama suskun ve sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Neden acaba? Bu suskunluk acaba Süleyman Çelebiler ve Muharrem Kılıçlar’ın ricası üzerine ya da hatırı için mi yaşanıyor? Bu sorunun yanıtını Evrensel gazetesi mutlaka ve açık seçik biçimde vermek zorundadır. Ortada net bir saflaşma var; bir yanda tepeden tırnağa haklı öncü işler, öte yanda açık bir ihanete imza atmış sendika bürokratları! Evrensel kimin safında olduğunu a&ccedl;ıkça ortaya koymak zorundadır, bundan kaçış olanağı yoktur.” (Sayı: 27(19), Kızıl Bayrak’tan köşesi)

Bundan kaçış olmadığını 20 Temmuz tarihli Evrensel üzerinden gördük. Evrensel suskunluğunu bozdu ve konuya ilişkin öylesine bir “haber” yaptı ki, gerek zamanlaması ve gerekse içeriği üzerinden, yüzde yüz sendikal ihanetin safında olduğunu bütün açıklığı ile ortaya serdi. Bunu Evrensel’in kendi eliyle alnına sürdüğü silinmez bir kara leke sayıyoruz.

Haberin zamanlamasından sözettik. Haber 20 Temmuz tarihliydi ve 21 Temmuz’da DİSK Başkanlar Kurulu Toplantısı vardı. Direnişin yarattığı güçlü yankının etkisiyle ve ilerici sendikacıların çabasıyla, sorunun DİSK Başkanlar Kurulu Toplantısı’nda nihayet gündeme geleceğini konuyla ilgili hemen herkes ve elbette Evrensel de çok iyi biliyordu. Dolayısıyla o bu haberi yaparak sıradan okurunu bilgilendirmeyi değil, fakat sözkonusu toplantıyı hedefliyordu ve amacı direnişçi işçilere karşı sicilli işçi satıcılarına arka çıkmak, yapılacak tartışmalarda ve konuya duyarlılık gösterecek ilerici sendika yöneticileri karşısında onları rahatlatmaktı.

Nitekim haberin düzenleniş tarzı da her yönüyle bunu açığa vuruyor. Tepeden tırnağa yalana, çarpıtmaya ve okuru en kaba, en utanmaz bir tutumla aldatmaya yönelik bu sözde “haber”in falsosu daha başlığında kendini ortaya koyuyor: “Castleblair’da ilk toplusözleşme imzalandı”. 20 gün önceki bir gelişmeyi bir günlük gazete 20 gün sonra bu şekilde verirse, gülümseme eşliğinde “günaydın!” dedirtir kendine herhalde. Oysa ki buradaki gerçek tepki “hayrola nereden icap etti?” olmalıdır ve nereden icap ettiğini görmek için de daha ilk satırlara bakmak yeterlidir.

Castleblair fabrikasının nerede kurulu olduğunu bildiren ilk cümlenin devamı aynen şöyle geliyor: “İşçilerin DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nda örgütlenmesi bir yıl öncesine dayanıyor. Bu ayın başında toplusözleşme imzalayan işçiler, şimdi işyeri komitesi kurmak, dergi çıkartmak ve eğitim çalışmaları gibi hedeflerini hayata geçirmeye çalışıyorlar.”

Öyle ya bundan daha ideal bir sendikacılık tablosu, bundan daha başarılı bir sınıf sendikacılığı pratiği olabilir mi? Peki tablo buysa, kendine direnişçi Castleblair işçileri diyen ve haftalardır ortalığı ayağa kaldıranlara ne oluyor? Evrensel’in tepeden tırnağa düzmece, olayların içyüzünü bilenlerde yalnızca tiksinti uyandıran “haber”inin tüm amacı da zaten okuyana bu soruyu sordurmaktır ve haberin tüm geri kalanı buna göre düzenlenmiş. Okuyoruz: “Örgütlenme sürecinde işten atılan bütün arkadaşlarını, yaptıkları eylemlerle geri aldırmayı başaran Castleblair işçileri, sözleşme sürecinde bir bölünme yaşamış. Bu durum sözleşmenin ardından büyük ölçüde giderilirken, işçiler, yaşananların sözleşmenin niteliğini de etkilediğini belirtiyor.”

Bir taşla on kuş denilen türden bir sunum. Tüm siciline ve sinikliğine rağmen Muharrem Kılıçlar’ın bile utanmazlığın bu kadarına cesaret edebileceklerini sanmıyoruz. Doğrularla yanlışları bilerek karıştıran bu uzun cümleyle sendika bürokrasisinin suçları gizlenirken, direnişçi Castleblair işçilerine çamur atılıyor, onlar bölücü olarak sunuluyor ve bu bölücüler fabrikadan temizlendikten sonra birliğin nihayet yeniden kurulduğu anlatılmaya çalışılıyor. Bu adamlara sendikal ihanetin yardakçıları demek bile öylesine hafif kalıyor ki! Yukardaki iddiaların gerçek mahiyeti direnişçi işçilerin sayısız açıklamasında var, tüm bu açıklamalar bu satırları yazanların ellerinin altında da var. Atılan işçilerin geri aldırılmasının sendika daha yokken başarıldığını, sendika ağaları devreye girdikten sonra ise patronutam da onlar sayesinde kolayca ve tekrar tekrar işçi attığını, buna karşı gelişen direnişin ise bizzat sendikacılar ve onların iradesiz piyonları olan temsilciler tarafından kırıldığını herkes gibi Evrensel de bilir.

Ama onların niyeti doğru haber vermek değil, fakat gerçekleri tepetakla ederek işçi satıcılarına yaranmak ve bu arada salt siyasal eğilim ve tercihlerinden dolayı direnişçi işçilere çamur atmak. Bu çamur atma öylesine ölçüsüzce yapılıyor ki, yukarıya aldığımız ifadelerin son sözlerinde direnişçi işçiler satış sözleşmesinin bile müsebbibi olarak gösteriliyor. Onlar bölücülük yapmasaydı, sendika daha iyi bir sözleşme imzalardı demeye getiriyorlar. İyi ama bu çukura düşmek değilse nedir? Bizzat DİSK Tekstil’in bir teknik görevlisinin “Hayatımda bu kadar pis bir satış görmedim” sözlerini tam da Evrensel muhabirinin bulunduğu bir ortamda söylediğini bu gazetenin başındaki devrim dönekleri bilmiyor olabilirler mi?

“Sözleşme tıkanmış, grev aşamasına doğru gidiyordu. İşçilerin morali bozuktu ve üretim üç gün yavaşladı...” Bu sözler baştemsilcinin ağzından veriliyor ve bir gerçeği bu denli kaba bir biçimde tepetakla etme, olduğundan başka göstermedeki soğukkanlılık insanı dehşete düşürüyor. Sözkonusu iş yavaşlatma eyleminin toplusözleşmeyle değil, fakat işçi atmalara karşı ve sendika yönetimine rağmen yapıldığını ve bu eylemin bizzat sendika yönetimi tarafından kırıldığını söylersek okuru gerisi için yormaya da gerek kalmaz herhalde.

İhanete yardakçılığı gönüllü yapanların haber içindeki çerçeve haberinde ise şu başlık var: “Örgütlülük ücretten önemlidir”. Bu argüman zamanında bizzat Süleyman Çelebi-Muharrem Kılıç ikilisi tarafından, Reha Tekstil işçisine Castleblair’deki türden bir satış sözleşmesini kabul ettirmek için kullanılmıştı ve sonuç öncü işçi kırımı, ardından ise sözkonusu işyerindeki sendikal örgütlülüğün tasfiyesi olmuştu. Bunun bugün bile okuyanı isyan ettiren anlatımını ve değerlendirmesini bizzat o dönemin öncü işçilerince kaleme alınmış metinler üzerinden önümüzdeki sayılarda yeniden yayınlayacağız.

Evrensel öylesine bir çukura batmış bulunuyor ki, sendika bürokratlarına yaranmak hesabı ve komünistlere kini yüzünden en olmadık şeylerin savunusuna gireşebiliyor. Bu bir yana, bunun için her türlü basın-yayın ahlak ilkesini ve kuralını bir yana bırakarak okurunu düzmece haberlerle aldatma yoluna gidebiliyor. Bu gerici burjuva basınının o çok bilinen özel amaçlara dayalı düzmece haber tarzıdır ve uzun yıllar öncesinden beri Evrensel tarafından da benimsenmiştir. Yine de Castleblair “haber”i gibisine kolay kolay rastlandığını ve rastlanacağını sanmıyoruz. Gerici burjuva basınında bile! Evrensel bu “haber”iyle burjuva basınını da sollamış bulunmaktadır ve bunun gerisinde öteki şeyler yanında, yineliyoruz, komünistlere karşı tükenmez kini vardır. Bu kin onu, açık ve kaba bir kıyıma hedef olmuş öncü devrimci işçilere kara çalmak ve onlar karşısında, yıllardır sayısız ihanet örneğiyle sendikal hareketin yüzkarası haline gelenlere kol kanat gerecek kadar alçaltabiliyor.

Ama Evrensel’in temsil ettiği çizgi bu türden bir alçalmayı ilk kez yaşıyor değil. Onlar geçmişte Sun Tekstil işçilerini arkadan hançerleyerek sendikal mafyanın tanınmış siması Kazım Doğanlar’ın yanında yer almış, işçiden habersiz satış sözleşmesine onay vermişlerdi. Onlar tıpkı Castleblair işçileri gibi kendi öz emekleriyle sendikayı, üstelik bugünkü bu aynı DİSK Tekstil’i, Beybi Çuval’da örgütleyen ve hemen ardından kıyımın hedefi olan öncü işçiler karşısında Rıdvan Budak ve Kazım Doğan çetesinin yanında yer almışlardı. Beybi Çuval’daki EMEP’lilerin işi patronla elele vermeye vardırdıkları yetmiyormuş gibi EMEP’li Seyit Aslan da Beybi Çuval işçilerinin eylem kararlılığını kırmak için Rıdvan Budak ve Kazım Doğan çetesinin hizmetinde hareket etmişti. Ve onlar şimdi de Castleblair’de sendilaşmayı örgütleyen öncü işçiler karşısında işçiyi arkadan hançerleyenlerin yanında yer alıyorlar.

Bu bir çizgidir ve bu çizgi, öncü devrimci işçiler ile sendikal bürokrasi arasındaki saflaşmada ve çatışmada hep de sendikal bürokrasinin yanında ve hizmetindedir. Sendikal saflaşmada yeri bu olanların siyasal saflaşmadaki yeri içinse Karayalçınlar’ı hatırlatmakla yetinelim burada. Bu iki tutumun özü aynıdır, herbiri diğerinin kendi alanındaki izdüşümüdür.

Süleyman Çelebi neyden ve
niçin yakınıyor?

Evrensel’in Castleblair’i düzmece haber konusu yaptığı tarihin ertesi günü DİSK Başkanlar Kurulu Toplantısı olduğunu daha önce de ifade etmiştik. Bu toplantıda Castleblair direnişinin gündeme geldiğini biliyoruz, fakat nelerin konuşulduğunu ve hangi sonuçlara varıldığını şu an bilmiyoruz. Bu nedenle bizi burada bu toplantının hemen sonrasında direnişçi Castleblair işçileriyle yapılan görüşme ilgilendiriyor.

Yaklaşık ikibuçuk saat süren görüşmede DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası Sekreteri Muharrem Kılıç, aynı sendikanın yöneticisi Sebahattin Eruyanık’ın yanısıra Genel-İş Başkanı Mahmut Seren ile öteki bazı Genel-İş yöneticileri hazır bulunmuşlardır. Bu görüşmenin içeriğini doğal olarak biliyoruz, fakat yazılı kayıtları olmayan bu görüşmede tarafların dile getirdikleri konusunda burada kesin ifadeler kullanmaktan kaçınacağız. Bu elbette görüşmede Süleyman Çelebi ve DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası yöneticilerin bazı argümanlarını ele almamıza engel değil.

Özellikle DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin (ki kendisi aynı zamanda DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası başkanıdır) temel yakınması, kendilerine göre kendileri için fazlasıyla yıpratıcı bir hal almış kampanya üzerinedir. Bundan kasıt, Castleblair işçilerinin haklı ve meşru direnişlerini işçilere, örgütlü işçi hareketine ve genel olarak kamuoyuna duyurmak için yürüttükleri kapsamlı çalışmadır. Castleblair işçileri görüşmede, bununla hiçbir özel kasıt gütmediklerini ve arkasında duramayacakları tek söz de söylemediklerini, hakları ve onurları için direndiklerini, sürece ve sendikanın tutumuna ilişkin gerçekleri bütün açıklığı ile ortaya koyduklarını, sendikanın tutumu böyle devam ederse koymaya da devam edeceklerini ifade etmişlerdir.

Görüşmede Süleyman Çelebi, böyle bir kampanya sürdüğü ve haklarında böylesine ağır nitelemeler yapıldığı sürece, işten atılan Castleblair işçilerine sahip çıkmanın olanaklı olamayacağını, isteseler de bunu yapamayacaklarını/başaramayacaklarını dile getirmiş, bu argümanını görüşme boyunca döne döne tekrarlamıştır. Görüşmede bize de açıkça göndermeler yapıldığı için bu argümanı burada en açık biçimde yanıtlamak istiyoruz.

Çelebi’nin bu argümanı herşeyden önce sebeplerle sonuçların tersyüz edilmesine dayalıdır. İşçilerin görüşmede açıkça dile getirdiği gibi, söylenenler sendika yönetimi cephesinden yapılan işlerin, alınan tavırların, gösterilen davranışların kendi gerçek mahiyetiyle tanımlanmasından başka bir şey değildir. Söylenene değil söyletene bakmalı kuralı burada da aynen geçerlidir. İstediğini yapan istemediğini duyar; DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası yöneticileri istediklerini yapmışlardır ve istemediklerini duymuşlardır. Yaptıklarını yapmaya devam ettikleri sürece de duymaya devam edeceklerdir. Ve biz de direnişçi Castleblair işçilerinin görüşmede dile getirdikleri düşünceyi aynen paylaşıyoruz; bugüne kadar yaptığınızdan farklı olanı yapınız, kıyıma uğramalarına zemin hazırlayıp ortada bıraktığınız Castleblr işçilerine sahip çıkınız, bizim satış sözleşmesi olarak nitelediğimiz sözleşmenin perde arkasına ve gerçek mahiyetine açıklama getiriniz, daha açık bir ifadeyle hesabını veriniz, inanın ki o zaman başka şeyler de duyacaksınız.

Direnişçi Castleblair işçileri 15 Temmuz’da sendika genel merkezi önünde yaptıkları açıklamada sorunu son derece net ve veciz biçimde ortaya koymuşlardı: “Ya sorumluluklarınıza göre davranacaksınız, sınıfın ve DİSK’in mücadele değerlerine uygun hareket edeceksiniz. Böylece işçilerin her türlü desteğini de arkanıza alacaksınız. Ya da uzlaşmacılığa ve işbirlikçiliğine devam edeceksiniz. Bunun sonucu olarak da er ya da geç sendikalarımızdan kovulmayı göze alacaksınız... Tercihinizi bir an önce yapınız!..”

Gerçekte ortada halihazırda bir tercih vardır, tüm sorun bunda köklü bir değişikliğe gidilip gidilmeyeceğidir. Değişikliğe yönelik her adımını yapıcı bir biçimde karşılanacağından Süleyman Çelebi’nin kuşkusu olmamalıdır. Kapalı kapılar ardındaki iyiniyet gösterileri bir yana bırakılmalıdır. Castleblair konusunda yapılması gerekenler açıktır ve bu doğrultuda bir şey yapılacaksa açıktan yapılmalıdır. Bunun ilk adımı ise DİSK ve Tekstil sendikası adına, kıyıma uğramış öncü işçilere sahip çıkılacağının bir an önce kamuoyu önünde açıkça deklere edilmesidir. Bunu öteki adımlar izlemelidir. Süleyman Çelebi o zaman açıkça görecektir ki bugün bir kısmı kendilerinin gerçekten iç karartıcı olan icraatlarını ortaya sermeye ayrılan enerjinin tamamı Castleblair patronuna ve onun arkasınki Marks&Spancer tekeline yönelecektir ve işçi hareketi bu çatışmadan büyük kazanımlarla çıkacaktır. Bunun onuru bizim ve işçilerin olduğu kadar onlarla elele verecek olan DİSK’in ve DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası’nın olacaktır. DİSK Tekstil sendikasının önünde uzun yılların kötü sicilini silmek için bulunmaz bir fırsat vardır; bunu kullanırsa çok şey kazanacak, kullanmazsa çok kimsenin şimdidenklayca kestirdiği o kötü akıbeti kaçınılmaz olarak yaşayacaktır.

Tercih bir kez daha sizindir! Biz elbette hayal kuracak kadar saf ve deneyimden yoksun değiliz. Ama işçileri ve onlar üzerinden bizi iyi niyetlerine inandırmaya çalışan, “sendika ağası”, “ihanet çizgisi” vb. nitelemelerden rahatsızlığını dile getiren, yürütülen kampanyanın kendileri için fazlasıyla boğucu ve yıpratıcı bir hal aldığını söyleyenlere de, gerçekten bir parça samimiyseler eğer bunu açıkça ortaya koyma olanağı tanımak herkes kadar bizim de görevimizdir.

Yineliyoruz, iyiniyet sergilemenin ilk adımı, kamuoyu önünde kıyıma uğrayan işçilere açık bir desteğin bir an önce dile getirilmesidir ve bunun, sözleşmeye ilişkin gerçeklerin kamuoyuna açıklanması ile birleştirilmesidir.

Direnişçi işçiler ve ileri-devrimci kamuoyu gibi biz de bekliyoruz ve tek bir günün bile boşa geçirilmesini istemiyoruz.



Direnişçi Castleblair işçilerinden
Evrensel Gazetesi’ne...

Tümüyle tek yanlı ve düzmece iddialara dayalı rezil “haber”i üzerine direnişçi Castleblair işçileri anında Evrensel gazetesine aşağıdaki açıklamayı gönderdiler. Evrensel bu açıklamanın tek satırından bile söz etmiyerek, yalnızca habercilik konusunda değil düzeltme hakkı konusunda da gerici burjuva basınının gerisine düştüğünü göstermiş oldu. Bunun utancı onlara yeter de artar...

Kızıl Bayrak

20 gündür fabrika önünde direnişte olan Castleblair işçisinin sesini duymazlıktan gelen Evrensel gazetesinin tutumunu doğrusu biz işçiler olarak anlamış değiliz. Kendisini emekçinin sesi, emeğin kürsüsü diye tanımlayan Evrensel, işçi sınıfının kazanması için düşük ücret politikalarına, işçi kıyımına, esnek çalışmaya, sendikal ihanete karşı mücedele eden direnişçi işçileri neden görmezden geliyor? Kendisine devrimci-demokrat diyen tüm basın direnişçi işçilere sayfalarını açmış, şu ya da bu biçimde direnişi sahiplenmeye çalışmıştır. Ama “emeğin kürsüsü” Evrensel bizlere bu kürsüyü kullandırmamıştır. Neden?

Bugün 20 Temmuz Salı. Evrensel’de “Castleblair’de ilk toplusözleşme imzalandı” başlıklı bir yazıyı direnişçi işçiler olarak okuduğumuzda, sorularımıza da gereken yanıtı bulmuş olduk.

Dönüp direnen işçileri de yazması gerekirken Castleblair işyeri temsilcisinin uydurma, sınıfın çıkarlarını korumaktan uzak, atılan işçilere sahip çıkmayan, hatta sıkıştığında direnişçi işçilere karşı jandarma çağırmaktan geri durmayan bir anlayışa sayfalarını açmak, bugün Evrensel gazetesinin işçi sınıfına bakışının hangi noktada olduğunu apaçık göstermiştir. İşyeri temsilcisi sıfatıyla Evrensel’in konuşturduğu kişilerin söyledikleri başından sonuna yalan ve çarpıtmalardan ibarettir. En basitinden, direnen 6 işçi de dahil atılanların hepsi sendika üyesidir. Son süreçte yaklaşık 70 sendika üyesi işten atılmıştır ve sendika bunların haklarını savunmak ve hukuki süreçlerini takip etmek de dahil en ufak bir ilgi göstermemiştir. Üstelik direnenlerin sadece “birkaçının” atılan işçi olduğu yalanıyla bir yerlere mesaj vermek istemiştir.

Evet yalan yanlış olsa da, temsilcilerin açıklamalarını da haber yapabilirsiniz. Ama burada asıl yüklenmeniz gereken, sendikal mücadeleden dolayı işten atıldıkları herkesçe bilinen işçilere sahip çıkmak, onlarla dayanışmayı güçlendirmektir. Kitlesel dayanışma ziyaretleri örgütlenmektir.

İşten atılan işçilerin geri alınması yönünde yapmış olduğumuz basın açıklamalarını internet ve faks yoluyla göndermemize, sizleri bilgilendirmemize, çağırmamıza rağmen direniş yerine gelmediniz, gazetenizi okuyan sınıf kardeşlerimizin direnişimizden haberdar olmasına engel oldunuz. Kendi haber yazınızda ise bu bilgilerden en ufak bir şekilde yararlanmadığınız anlaşılıyor. Bunu herhangi bir muhabirin değil de adının önünde “sorumlu yazı işleri müdürü” yazan birinin yapması ise Evrensel olarak taşınan niyeti gösteriyor.

Burada Castleblair’in kazanması demek özelde Kıraç işçilerinin genelde ise işçi sınıfının kazanması demektir. Bu sorumluluk emekten yana olan bütün kişi ve kurumların sorumluluğudur. Sizleri bu sorumlulukla hareket etmeye, sendikal mücadeleden dolayı atılan işçilere sahip çıkmaya çağırıyoruz.

20 Temmuz 2004
İşten atılan Castleblair işçileri


Tekstil İşçileri Sendikası Genel Merkezi’nin açıklamasıdır...

Castleblair gerçeği, sendikal süreçte
mücadele içindeki yeri

Tekstil ve Konfeksiyon sektörü, Türkiye’de en çok işçi istihdam eden ve aynı zamanda kayıt dışılığın, kuralsızlığın ve keyfi uygulamaların en fazla olduğu sektörlerdir. Özellikle konfeksiyon sektöründe bu sorunlar daha da yoğunlaşmaktadır.

Böylesi bir alanda örgütlenmek, hak aramak ve mevcut hakları koruyup geliştirmek son derece zorlu mücadeleleri gerekli kılmaktadır.

İşçilerin, en vahşi sömürü biçimlerine maruz kaldığı bu alanda örgütlenme mücadelesi veren DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası karşısına çıkan engelleri aşma çabası içindedir. Bu çabalarının sonucunda birçok konfeksiyon işyerinde örgütlenmeyi ve bu işyerlerini toplu sözleşme düzenine geçirmeyi başarmıştır.

Bir çok bedelin ödenerek gerçekleştirilen bu süreçte işverenlerin direnişi, yasalardan kaynaklanan zorluklar, işverenle işbirliği yapan kimi sendikal yapılarla mücadele edilmiştir. Bunun yanı sıra kimi zaman, yürütülen mücadelede iş verenle değil, sendika ile çatışmayı kendilerine mücadele alanı seçmiş kimi siyasi grupların yaklaşımlarıyla da karşı karşıya kalınmıştır.

Son zamanlarda İstanbul’daki bir işletmede üzerinde yaratılmaya çalışılan fırtınanın arkasında bu yaklaşımın izlerini görmek mümkündür.

Öncelikle bilinmesi gereken konu, üyesi olduğumuz Konfederasyonumuz DİSK’in ilkelerine her zaman bağlı kalan Sendikamızın sol ile bir sorunu yoktur. Tam tersine işçi sınıfının siyasi konumlanışının solda olmasının gerekliliği savunulmaktadır. DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası siyasete duyarlı olmuş, herkesin görüşüne saygı göstermeye çalışmıştır.

Sorun tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Örgütlenme çalışmaları içinde olan kimi sol yaklaşımlar, kendi düşüncelerini tek doğru olarak görmekte ve herkese bunu dayatmaya çabalamaktadır. Bu durum doğal olarak her alanda olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Castleblair işyeri özelinde yaşananlar ile sol yayın organlarında dile getirilen görüşler yan yana getirildiğinde inanılması güç bir tablo ile karşılaşılmaktadır. İddialar ile gerçekler arasında hiçbir bağ yoktur. Bu yayınlara açıklama yapan kişilerin söylediklerinin tek doğru olarak kabul görmesi de ayrı bir tartışma konusudur. Konuya ilişkin deyatlı bir inceleme yapılmadan, ileri sürülen iddiaların doğruluğunu sorgulamadan yapılan bu yayınlar tam anlamıyla birer yargısız infaz mantığı yaratmaktadır.

Sözkonusu işyerinde Sendikamızın toplu iş sözleşmesi yetkisi aldığı günden itibaren atılan her adım DİSK’in ilkeleri çerçevesinde atılmıştır. Her aşamada üyeler bilgilendirilmiş, birlikte karara bağlanmayan tek bir işlem yapılmamıştır.

Açıklık, tabanın söz ve karar sahipliği ilkeleri işletilmiş, işyerinde sendikal demokrasinin gerekleri yerine getirilmiştir.

İşyerinde çalışmakta olan bazı arkadaşlar örgütlenmenin başladığı ilk günden itibaren kendi görüşleri doğrultusunda bir hakimiyet kurma çabası içinde olmuş ve Sendikamızı kendilerine rakip olarak görmüştür.

İşyeri temsilciliğinde, toplu sözleşme sürecinde işçi arkadaşlarımızın ne dediğine değil, siyasi büyüklerinin söylediklerine göre davranmış ve işyerindeki ortak iradeye zarar vermişlerdir.

Kendilerini işyerindeki tek yetkili olarak görmek isteyen bu arkadaşlar, işyeri temsilciliği konusunda pazarlık yapmaya çalışmış ama sendikamız her işyerinde olduğu gibi kendilerine sandığı göstermiştir.

Gizli oy açık sayım ilkesiyle yapılan temsilcilik seçimlerinde, kendilerine işçi sınıfının öncüsü rolü biçen bu siyasi arkadaşlarımızın aldıkları oy 30’u aşmamıştır. Buna karşılık temsilcilik seçimlerine aday olan diğer arkadaşlarımızın aldıkları oylar 195’e ulaşmıştır.

Toplu sözleşme görüşmelerinde üyelerimizin kendi özgür iradeleriyle seçtikleri işyeri temsilcilerinin tamamı hazır bulunmuş, üzerinde ortak görüş sağlanmayan hiçbir madde için Sendikamız olumlu oy kullanmamıştır. Kimi gazetelerde “işçiler tarafından yeterli görülmüyor” denilen toplu sözleşme, işyerindeki işçi arkadaşlarımızın ortak iradesiyle imzalanmıştır.

Bu sözleşmeyle yeni haklar sağlanmıştır. Bu haklar yalnızca ekonomik haklar değil, sosyal ve hatta demokratik hakları da içermektedir. Konfeksiyon alanında ilk defa toplu sözleşme imzalanan bir işyerinde üyelerimizin gelecekte alacakları ücretleri, sosyal hakları, demokratik kazanımları sağlanmış, ekonomik olarak işçilere katkı sağlayacak pek çok sosyal yardımlar alınmıştır. Bu sözleşmeyle işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs tatil sayılmıştır.

Tüm bu süreçlere rağmen, siyasi kimliklerini ön plana çıkarma hevesi içindeki kimi arkadaşlarımız doğruluğunu yanlışlığını tartışmadan, işyerindeki işçilerin görüşlerine aldırmadan Sendika tarafından getirilen her görüşe karşı çıkmayı temel görev olarak benimsemişlerdir.

Sendikanın işyerindeki demokratik işleyişe müdahalesi olmamış yalnızca olanakları yaratmıştır. Geçmişte işyerine sendika merkezlerinin müdahale etmesinden yakınanlar, bu kez de neden müdahale edilmiyor diye yakınmaktadırlar.

Gazetelere açıklama yapanların iddialarına göre sendikamız eylemlere destek vermemektedir. DİSK ve üyesi tüm sendikalar gibi Tekstil İşçileri Sendikası da bir eylem kararı almadan yetkili kurullarında tartışır, karar bağlar ve muhalefet görüşü belirtenler de dahil herkes alınan kararı uygular. Bu DİSK’in disiplin anlayışının gereğidir.

Üyesi oldukları sendikayla, Castleblair işçileriyle değil ama başka yerlerde ve başkalarıyla kararlaştırdıkları bazı eylemleri işçilere dayatmaya kalkışanlar, bu istediklerine işçilerden destek gelmeyince, sendikayı karalayarak işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır.

İşçinin gerçeklerinden haberdar olmadan işçilere çeşitli eylem türlerini dayatanların, işçilerin kendilerinden uzaklaşmasının ve kendilerine sahip çıkmamalarının faturasını başkalarına yıkmaya çalışması, bilinmeyen bir numara değil, aksine kitlelerden kopuk hareket etmekte olanların sıkça başvurdukları bir yöntemdir.

İşten çıkartılmış olan üyelerimize de hukuk yolları da dahil olmak üzere her türlü destek teklif etmiş ama bu teklif olumlu cevap bulmamıştır. Üstelik işten çıkartılmış olanlar, işyerinden kıdem ve ihbar tazminatlarını da almış ve işten ayrılmış olan 7 kişiden bazıları, önceden beri sürdürmekte oldukları karalama kampanyasına devam etme yolunu seçmiştir. Baştan beri yürütülmekte olan çalışmalar, işçilerin içerisinden değil, aksine dışarıdan, işçilere oldukça yabancı kalmış bir merkezden koordine edilmekte ve bu nedenle de bizleri fazla rahatsız etmemektedir.

Kendi küçük çıkarları için, işçilerin sendikal güvencelerine saldırılar ilk kez karşılaştığımız bir olgu değildir. Bu olaydan öncede birçok işyerinde benzer yaklaşımlar, işçileri dergilerinde haber malmezemesi yapmak üzere kullanmaya çalışanlar görülmüştür.

Bu süreçlerde, sendikalara yapılan saldırı, işçilerin önemli bir güvencesinin aşındırılmasına ve işyerlerinin kapanıp çalışanların işsiz kalmasına sebep olmaktadır. Örgütsüzlüğü körüklemektedir. Bu durumu dergilerinde bir haber olarak değerlendirmekte olanlara, işsiz kalan işçileri, aşındırmaya çalıştıkları sendikal yapıları ve işçi sınıfını, yeniden ve objektif bir bakış açısı ile incelemelerini öneririz.

Ne söyenirse söylensin, ne yapılmışsa yapılsın, asla memnun olmayacakları baştan belli olanlar ve olumlu olumsuz her şeye bir kulp takmaya yeminli olanların anlaması mümkün olmasa da, DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası olarak işçilerin en temel hakkı olarak gördüğü, çalışma hakkının elinden almasını asla onaylamaz.

Basına ve kamuoyuna duyurulur...

16. 07. 2004