Birleşik-Metal İş Genel Merkez Eğitim Sekreteri Celalettin Aykanat ile örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...
Örgütlülüğümüzü hedef alan saldırılara karşı
mücadele edeceğiz!
- İşçi sınıfına ihanette sınır tanımayan Türk Metal Sendikası, tüm metal işçilerini kendi çatısı altında toplayacağını iddia ediyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Türk Metal ile Birleşik Metal-İşin sendikal anlayışı birbirinden çok farklıdır. Türk Metal Sendikasına baktığınız zaman örgütlülükle, sınıfla, mücadeleyle bir ilgisi yoktur. Varolan örgütlülüğü tamamen patronlara dayalı. Dolayısıyla işçi sınıfının değil, patronların çıkarlarını savunmaktadır. Türk Metal arkasındaki siyasi yapılanmayla beraber sınıfın mevcut örgütlülüğüne de saldırmaktadır.
Türk Metal şu ana kadar hiçbir yerde mücadele ederek örgütlenme yapmamıştır. Yetkili oldukları yerlere patronların icazetiyle, davetiyle girmişlerdir. Bu şekilde fabrikalara giden bir anlayış işçilerin ekonomik-demokratik haklarını ne kadar savunabilir? Ne kadar sendikal mücadeleyi yürütür çok tartışmalıdır.
Oysa Birleşik Metal-İş her zaman ilkeli bir sendikadır. Bizimki sınıftan yana tavır koyan, sınıfın çıkarlarını öne çıkaran bir sendikal anlayıştır. Bu yöndeki mücadelemiz devam edecektir. Bundan dolayı bize sadece Türk Metal Sendikası saldırmıyor. Bize sermaye sınıfının da saldırısı var. Bu saldırı özellikle son 5-6 aydır alabildiğine yoğunlaşmıştır. Bunun nedeni de bellidir.
- Herhalde Türk Metal Sendikasının gündeme getirdiği saldırı da sermayenin bu saldırısından bağımsız değil...
Hayır bağımsız değil. Sermayeyle beraber saldırıyorlar. Siz de söylüyorsunuz, Türk Metal Sendikası bütün metal işçilerini kendi bünyesinde toplamaktan sözediyor. Bize göre bu bir ütopyadır. İşçilerin Türk Metal Sendikasını tercih etmeleri için bir neden yok. Zira sınıfa dönük hiçbir saldırı bu sendikanın gündemine bile girmemiştir. Oysa sınıfın örgütlülüğü önünde birçok engel var. Noter şartı, iş kolu barajı, sendikaya üye olan işçilerin kapı önünde konması vb. Tüm bunlar sendikal örgütlenmenin önünde ciddi bir engel teşkil ediyor. Türk Metalin önemsemediği bu yasal ve fiili engeller bizim için çok önemlidir.
- Türk Metalin aylardan beri Birleşik Metal-İşin örgütlülüğünü hedef alan bir saldırısı var...
Evet. Bizim örgütlendiğimiz her yerde bir patron, iki Türk Metal olgusu vardır. Artı bunun dışında da başka güçlerle de, zaman zaman devletin güçleriyle de karşılaşmaktayız.
Çolakloğlundaki saldırıda kapıyı devletin güvenlik güçleri tuttu ve örgütlü olan bir sendikanın yöneticilerini içeriye almadı. İçerde kimler vardı? Türk Metal Sendikası, noter ve sendikanın silahlı-külahlı adamları, MHPliler. Kapıda ise polis. Şimdi o zaman burada üç tane güç yanyana gelmiş vaziyette.
Grammerde de aynı şekilde önümüze çıktılar. Dört aylık bir mücadeleden, çalışmadan sonra Grammeri örgütledik. Yine aynı şekilde işveren Türk Metali oraya davet etti. Türk Metalin bir günlük çalışması bile yoktu. İşverenin baskısı ve yardımıyla orada da işçileri üye yaptı. Başta üye yaptıkları insanlar daha çok beyaz yakalılardı, yani işçiler dışındaki personel. Hatta mühendisleri, müdürleri bile üye yaptılar. Onun dışında içerideki işçiler üye olmadığından dolayı çevre köylerde camilerden anons yaparak sırf bizim oradaki yetkimizi düşürmek için köylerden adam topladılar. Yani bu tür entrikalarla bizim oradaki yetkimizi, örgütlülüğümüzü kırmaya çalıştılar. Ama şu ana kadar başaramadılar.
- Grammerde yetki şu anda Birleşik Metal-İşte mi?
Hayır. Şu anda tespit Türk Metale çıktı. Ama orada muvazaalı bir durum var. İş başı yaptığı tarihten önce sendikaya üye yapılan işçiler var. Bundan dolayı dava açtık. İşverene geri adım attırıldı. Atılan arkadaşların beş tanesi hariç hepsi işbaşı yaptı. Beş arkadaş için de işe iade davası açtık.
- Erkuntta...
Erkuntta da aynısı oldu. Beş-altı aydır Erkuntta da örgütlenme çalışmamız vardı. 400e yakın üye yaptık. Erkunt işvereni aynı zamanda MESSin kurucularından biridir. Mümin Erkunt. O da Türk Metal Sendikasını çağırdı. Oysa 1998de Türk Metal Sendikasını kapıya koyan yine aynı işverendir. Grammerde de daha önce Türk Metal vardı. Orada işverenlerle sendikacılık anlayışına yakışmayan bir takım çirkin ilişkilerden dolayı Grammer patronu Türk Metali kapıya koyuyor.
Erkuntta bizim örgütlülüğümüzü kırmak için Çolakloğlunda ne yaptılarsa aynısını yaptılar. Noteri fabrikaya getirerek işçileri zorla, tehditle Birleşik Metalden istifa ettirip Türk Metale üye yaptılar. İşçilere ya kapı, ya da Türk Metal dayatıldı. Sonuçta yapmış olduğumuz tüm üyeleri istifa ettirdiler. Erkunttaki çalışmamızı şu anda askıya almış durumdayız. Ama herşey bitmiş değil. Mücadelemiz devam edecek. Çolakoğlunda da devam edecek. Orada da yasadışı işler yapılmıştır. Biz dava açtık. Göreceksiniz süreç bizden yana sonuçlanacaktır.
- Diyelim mahkeme sizin beklediğiniz gibi sonuçlandı. Bu sorunu çözecek mi?
Şu anda çözmeyebilir ama biz inanıyoruz ki, oradaki işçilerin yüzde doksanı Birleşik Metal-İşten yanadır. Ama oradaki baskılardan dolayı bu işçiler açık açık kendilerini ifade edemiyorlar. Çünkü baskı altındalar. Biliyorsunuz Türkiyede yaygın bir işsizlik var. Patron kırk katır mı, kırk satır mı diyor. Yani iş mi, sendika mı dediği zaman insanlar tabii ki işini tercih ediyorlar. Ama bu işçiden işçiye değişir. Politik kimliği olan, sınıfsal anlamda yetişmiş, sınıfı kavrayan bir işçi bu tür saldırılarda asla ödün vermez.
Fakat Birleşik Metal-İşin bu fabrikada 20 yıllık bir örgütlülüğü vardı. Biz Türk Metali burada geçici görüyoruz. İnanıyoruz ki, bir gün gelecek işçiler bir patlama yaşayacak. Zaten önümüzdeki süreçte pratikte işçiler orada değişimi görecekler. O üç tane temsilcinin diğer sendikayı neden getirdiğini görecekler. Zaten bugünlerde yavaş yavaş paylaşım, parselleme de başlamıştır. Temsilcilere artık orada taşeronluk vermeye başlamışlar. Biz oradayken işçilerin tamamı sendikalıydı. Ama artık bu ortadan kalkacak. Kısımlara bölüp, taşeronlara verecekler. Fabrikaya taşeronun girmesinin ne anlama geldiği açıktır. Bu değişimleri işçiler görecek. İnanıyoruz ki, işçiler o zaman patlamasını ve çıkışını gösterecekler.
- Yani bu bir temenni...
Tabii temenni de, ama biz biliyoruz ki, bu insanlar ileriki süreçte bu çıkışı yapacaklar.
- Görüyoruz ki bu saldırının geniş boyutları var. Türk Metal, MESS ve devlet güçleri hep beraber saldırıyorlar. Bu saldırının boyutu nereye kadar devam edebilir?
Şu anda bu saldırı genişler mi, nereye varır benim böyle bir tahminde bulunmam çok da doğru olmaz. Şu bir gerçek ki, bunlar fırsatını ve yanlarında bu tür güçleri buldukları sürece bu saldırılarına bir biçimde devam eder.
- Şu açık ki kapsamlı bir saldırı var. Bu saldırıyı karşılayabilmek için ne yapmak gerekir? Nasıl bir mücadele tarzı izlenmelidir?
Tabii bunlarla gücümüz oranında mücadele edeceğiz, etmek zorundayız. Tabii burada iç örgütlülüğümüzü de bir biçimiyle eğitmek mümkün. Ayrıca dinamik hale getirmek gerek. Bu alanları Türk Metale terketmek gibi bir durum sözkonusu olamaz.
- Türk Metal çetesinin pervasız bir saldırısı var. Bu saldırı sadece Çolakoğlu, Grammer ve Erkunt işçileriyle sınırlı değil, işçi sınıfı ve ondan yana tüm güçleri de ilgilendiriyor...
Elbette. Örgütlülüğümüzü hedef alan bu saldırıya karşı mücadele ederken işçi sınıfının örgütlü kesimlerini, sınıftan yana, sınıfın davasını savunan tüm dostları yanımızda görmek isteriz.
(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteninin
Temmuz 2004 tarihli sayısından alınmıştır...)
Birleşik Metal-İşin öncü işçileri görev başına!
Türk Metalin adı işçi sınıfına ihanetle özdeştir. Bu ihanetin diğer yüzünde ise, sermaye sınıfına sınırsız uşaklık vardır. Türk Metal bu uğursuz rolü, kurulduğu günden beri kesintisiz bir şekilde oynamaktadır.
Bu sendikaya üye olan, ya da zorla üye yapılan işçiler de bu ihanetin farkındadır elbette. Nitekim 1998 yılı toplu iş sözleşmeleri (TİS) döneminde metal işçileri, bu satılmışlar çetesine karşı ayaklandılar. Patronlarla kolkola girerek işçileri sırtından hançerleyen Türk Metale karşı Renault, Tofaş, Packard, Türk Traktör ve diğer büyük fabrikalarda işçilerin öfkesi patlamış, onbinlerce işçi üretimi durdurarak direnişe geçmişti.
Yıllardır işçileri satan Türk Metal, işçilerin bu çıkışıyla unutamayacağı bir sarsıntı geçirdi. Zira şalteri indirerek direnişe geçen binlerce işçi birkaç gün protestolarını sürdürmüşlerdi. Ancak Birleşik Metal-İşin gerektiği gibi işçilere sahip çıkmaması ve kısa süre sonra Türk Metal ile aynı sözleşmeye imza atmasından dolayı, işçilerin bu önemli çıkışı daha ileri bir noktaya sıçrayamadan kırılmıştı.
Kontra sendika Türk Metal, sadece yetkili olduğu fabrikalardaki işçilere ihanet etmekle kalmıyor. Sermaye uşaklığını daha da derinleştirerek işçi sınıfının örgütlülüğünü hedef alan bir saldırı başlatmış durumda. Metal sektöründe kendisi dışında sendika bırakmayacağını açıklayan Türk Metalin başındaki mafya takımı, bu sözleri boş yere sarfetmediklerini göstermiş bulunuyorlar. Milyonlarca örgütsüz metal işçisiyle ilgilenmeyen bu çete, Birleşik Metal-İşin yıllardan beri örgütlü olduğu (Çolakoğlu) ya da aylar süren çabalar sonucu örgütlemeye çalıştığı (Grammer, Erkunt) fabrikalara saldırmıştır.
Türk Metal çetesi, adı geçen fabrikalarda zorbalıkla işçileri Birleşik Metal-İşten istifa ettirmiştir. Her üç işletmede de patronlar, noter, devletin kolluk kuvvetleri ve sivil faşistlerle elele veren Türk Metal çetesi, bu kirli amacına şimdilik ulaşmıştır.
Sermaye, Türk Metal, kolluk kuvvetleri, sivil faşistler ve noterin dört koldan başlattığı bu saldırı furyası, bir tesadüf değildir. Bu organize bir saldırıdır. Türk Metal mafyasının fütursuzluğunu da böyle anlamak gerekiyor.
Birleşik Metal-İş elbette dört koldan gelen saldırıya karşı durmaya çalıştı. Özellikle Grammerde ısrarlı bir çaba ortaya kondu. Ancak her üç fabrikada ortaya çıkan sonuç, bu mücadele tarzının saldırıları püskürtmeye yetmediğini de göstermiştir. Birleşik Metal-İş yönetiminin sınıf sendikacılığı yapma iddiası ile mücadelede gösterdikleri tutukluk üzerinde durulmalıdır. Örneğin Çolakoğlu işletmesinin bulunduğu Gebzede, Birleşik Metal-İşin nispeten yaygın bir örgütlülüğü var. Buna rağmen Türk Metal şahsında gündeme gelen saldırıya karşı yazık ki bu gücünü harekete geçirememiştir. Oysa sermaye cephesi kendi yasalarını dahi hiçe sayarak, tüm gücüyle pervasızca saldırıyor.
Hedefine ulaşabildiği sürece Türk Metal çetesinin yeni saldırıları gündeme getireceğinden kuşku duyulmamalıdır. Görüldüğü kadarıyla Birleşik Metal-İşi 50-100 kişilik işletmelere hapsetme çabası var. Oysa sınıf sendikacılığının hakkını verebilmek, sınıf mücadelesinde söz sahibi olabilmek için ülke ekonomisinde ağırlığı olan işletmelerde de örgütlü olmak şarttır. O halde bu saldırıyı boşa düşürecek ciddiyette bir mücadeleye hazırlanmak gibi yakıcı bir görev bizi bekliyor. Bu da hukuksal süreçleri beklemek ya da saldırıları oturup izlemekle başarılacak bir şey değil.
Unutmamak gerekir ki metal işçileri, Türk Metal çetesinin saldırısını püskürtebilecek güce fazlasıyla sahipler. Tek sorun bu gücü mücadele alanlarına çekecek meşru-militan bir örgütlenme ve mücadele kararlılığıdır.
Türk Metal çetesinin üç büyük işletmede de hedefine ulaşması, Birleşik Metal-İşin mücadelenin hakkını veremediğini gösteriyor. Yine de bu saldırıyı püskürtme sorumluluğu esas olarak Birleşik Metal-İş Sendikasına aittir. Fakat bu durum, öncü-bilinçli işçilere düşen görevi zerre kadar azaltmaz. Tam tersine, sendikanın böyle bir adım atabilmesi, ancak öncü işçiler üstlerine düşen görevi yerine getirdikleri zaman mümkün olacaktır.
(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteninin
Temmuz 2004 tarihli sayısından alınmıştır...)
Gücümüzü birleştirerek mücadele edersek kazanabiliriz!
Tuzla Tersaneleri, çalışma koşullarının en ağır olduğu, pervasızca sömürünün, iş cinayetlerinin ve sigortasız çalışmanın yaygın olduğu bir yerdir. Ben de sağlıksız ve iş güvencesiz, emniyetsiz, yarını belli olmayan, her an ölümle burun buruna yaşandığı, çalışma saatlerinin yasalara bile uygun olmadığı bir iş kolunda çalışmaktayım.
15 bin işçinin çalıştığı tersanelere, Anadolunun hemen her yerinden insanlar gelmektedir. Farklı kültürlerin birarada bulunduğu bir yerdir tersaneler. Örgütlü olan patronlar, işçileri nasıl daha çok çalıştırıp, daha az ücret veririz diye plan yapıyorlar. Biz işçilerse birbirimizden uzaklaşıyor ve yabancılaşıyoruz.
İşyerinde hiçbir şekilde iş güvencemiz yok, sigortamız da ödenmiyor, çok ağır koşullarda çalıştırılıyoruz. Bu koşullar altında yarına umutla bakamıyoruz. Ortalama bir gemiyi 2-3 trilyona yapıyor patron. Bir gemi 6-8 ayda bitiyor. Biz işçiler ise 15-35 milyon arası yevmiye alıyoruz. Az ücretle çok iş yapıyoruz. Bu sayede patron kârına kâr katarken, çalışma koşullarının ağırlığından dolayı ömrümüzden iki gün kısalıyor.
İşçi arkadaşlar,
Neden her ambulans sireni çaldığında hemen aklımıza iş kazası geliyor? Neden sigortasız çalışarak asalak patronların sağlığımızla oynamasına izin veriyoruz? Neden bir işe başlarken işin sağlamlığından kuşkulanıyor, ücretimizi alamama kaygısı taşıyoruz? Neden ücretlerimizi biz çalışırken başkaları belirliyor? Neden kaza ve ölüm korkusuyla yaşamayı kabul ediyoruz? Bunun nedeni bizleriz!
Bilindiği gibi tersanelerde her üç günde bir işçi arkadaş ya iş cinayetine kurban gidiyor, ya da sakat kalıyor. Bunun nedeni ise iş güvencemizin ve sağlıklı çalışma koşullarının olmamasıdır. İlkel aletlerle çalışmayı kabul ediyoruz ama kendimizi korumaya çalışmıyoruz. Demir yerine tahta iskele kullanılıyor. Kapalı yerlerde duman çekmeyen fanlarla çalışıyoruz. Hiçbir emniyetimiz yok. Yüksek yerlerde çalışan arkadaşlar emniyet kemersiz, çoğu yerde baretsiz çalışmak zorunda kalıyor. Radyasyon gazı ve ışınlardan korunmak için elbise verilmiyor. Uçlarında demir olmayan ayakkabıyla çalışıyoruz. Hiçbir iş yerinde bunlar temin edilmiyor bizlere. Asalak patronlar hayati önem taşıyan bu önlemleri yıllardan beri almıyor. Tam tersine para gidecek diye var olanı da gaspetmeye başladılar.
Biz işçiler böyle dağınık ve örgütsüz olduğumuz sürece hiçbir hakkımızı kazanamayız. Çünkü yanıbaşımızda yaşanan sorunlara duyarlı olmadığımız, birlikte hareket etmediğimiz için kaybeden biz oluyoruz. Eğer birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için demez ve örgütlenmezsek yarın bizleri daha ağır çalışma ve yaşama koşulları bekliyor olacak.
Bizler sorunlarımıza sahip çıkar, örgütlenip mücadele edersek bizi sömürenlerin bizim adımıza karar almalarına izin vermeyiz. Bunun için gücümüzü birleştirmeli, bizleri iliklerimize kadar sömüren patronlara karşı mücadele etmeliyiz. Çünkü kazanmanın başka yolu bulunmuyor.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Tuzla Tersanesinden bir işçi
(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteninin
Temmuz 2004 tarihli sayısından alınmıştır...)
Genç İşçi Bülteni işçilerle buluşuyor
İşçi-emekçilerin kapitalist sisteme karşı tepkilerinin açığa çıkması ve örgütlenmesi hedefiyle yola çıkan Genç İşçi Bülteni işçilerle buluşmaya devam ediyor. Düzenli ve sistemli olarak işçilere taşıdığımız bültenimiz birçok sanayi bölgesinde ilgiyle karşılanıyor. Dağıtım faaliyetlerini götürdüğümüz bölgelerde belirgin bir düzey yakaladık.
Faaliyetimiz işçilerden aldığımız olumlu tepkilerle genişleyerek devam ediyor. Geçen hafta genç işçilerin yoğun olarak çalıştığı Topkapıda bulunan 1. Matbaacılar Sitesine bültenimizin Temmuz sayısını ulaştırdık. İşçilerin öğle paydosuna çıktığı saatlerde birebir ve insanlara anlatarak dağıtımı gerçekleştirdik. Yaptığımız çalışma genel anlamıyla karşılığını buldu. Dağıtım esnasında bülteni tanıttıktan sonra işçilerin gözlerindeki ışıltı, bülten bırakabileceğimiz başka yerlere bizi yönlendirmeleri, kolay gelsin demeleri bunun maddi zeminini oluşturuyor. Tabii ki sessizlik ortamının verdiği psikoloji ile olumsuz yaklaşan, ilgisiz davrananlar da oluyor.
Daha yeni yeni yer edinmeye çalıştığımız bir alan olmasına rağmen bülten burada bir karşılık bulmuş durumda. Tüm devrimci ısrarımızla çalışmalarımızı sürdürecek sınıfı ve devrimi kazanmak için ilerleyeceğiz.
|