11 Haziran 2005
Sayı: 2005/23 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşak takımı Bush’un huzuruna çıktı
  TÜSİAD uşaklık politikasında “pürüz”
istemiyor
  Faşist saldırılar yoğunlaşıyor
  İstanbul Üniversitesi’nde faşist
saldırılar sürüyor
  SES ve Eğitim-Sen eylemlerinin ardından
  DİSK uyuşturucuya karşı mücadele
ederek uyuşturacak!
  Asgari ücret yüksekmiş!
  Eğitim-Sen eylemlerinden
  SES eylemlerinden
  Seydişehir işçisi sesini duyurmak
için yol kesti
  GİMAS grevi üzerine
  Özelleştirme saldırısına karşı
ortak eylem
   Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler/3
(Orta sayfa)
  Cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki atama tartışmaları
  Kaçırarak, tehdit ederek yıldırmayı
başaramayacaklar!
  İnsanı aletin egemenliğinden işçi
sınıfının devrimci eylemi kurtaracak!

  Halk ayaklanmasının yeni bir örneği: Bolivya

  Mesa’nın istifa ettiği gün
  Filistin seçimleri ertelendi
  Onbinlerce Kürt Suriye yönetimini hedef aldı
  Fransa’da sosyal yıkım saldırıları sürüyor
  “Koma Komalên Kürdistan” üzerine
  Bültenlerden/KEB
  Bültenlerden/İMES
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TÜSİAD patronları emperyalizme uşaklık politikasında “pürüz” istemiyor

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü gösterilerine polisin azgınca saldırması nedeniyle Başbakan Tayyip ile TÜSİAD yöneticileri arasında bir tartışma yaşanmıştı. Olaya tepki gösteren patronlara sert bir karşılık veren Tayyip, patronları epey kızdırmıştı. Ancak kısa süre önce basına yansıyan haberlere göre TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ile Tayyip “barışmış”tı.

TÜSİAD'ın 3 Haziran'da yapılan Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında yapılan açıklamalar ise büyük sermaye ile hizmetkarları arasındaki sorunların çözülmediğini gösterdi. Birkaç gün önce sağlanan “barış”a rağmen düzeninin efendileri, AKP hükümetini sert ifadeler kullanarak eleştirdi. Özellikle ABD ve AB emperyalistlerini rahatsız ettiği iddia edilen kimi icraatlar sıralanarak, hükümetin bu konularda bir an önce Washington ve Brüksel'deki efendilerin beklentilerine uygun bir pozisyon alması istendi.

TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, YİK toplantısında yaptığı konuşmada, Avrupa kamuoyunun Türkiye'ye karşı ciddi bir çekincesi olduğu gerçeğinin önemsenmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bunun nedenlerinden en önemlisi, bizim sık sık, Avrupa kamuoyunda Türkiye'nin siyasi, ekonomik, demokratik vakalarla anılmasına yol açmamızdır. Bunun en çarpıcı örneklerinin çeşitli vesilelerle sergilenmesi ise, telafisi güç sonuçlar doğurabiliyor” dedi. Sabancı, olumsuzluk örnekleri olarak nitelediği konuları sıralarken, TÜSİAD üyelerinden bol alkış aldı. Sabancı'nın listesinde şu maddeler yeraldı.

1) 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gösterisindeki polis dayağı sonrası hükümet açıklamasının gecikmesi, alınacak önlemlerde tereddüt edilmesi,

2) Anayasa'nın bir toplumsal uzlaşma metni ve TBMM'nin de toplumsal uzlaşmanın fiilen vücut bulduğu bir kurum olduğu unutularak, Anayasa Mahkemesi'nin lağvedilmesine ilişkin açıklamalar,

3) Hükümetin resmi tavrı “Ermeni meselesi”ni bilimsel platformlarda tartışmak olarak açıklanırken, bu konuyu ele almaya hazırlanan bilim adamlarının “ülkeyi arkadan hançerlemekle” suçlanması,

4) Orhan Pamuk'un kitaplarının imha edilmesine dair resmi talimat verilmesi,

5) TCK'nın tatmin edici düzenlemeler yapılmaksızın yasalaşması ve yeni yasanın ifade özgürlüğüne olumsuz etkileri,

6) Yasadışı Kur'an kurslarına hoşgörü gösterilmesi.

Bu maddeleri düzenin efendileri adına sıralayan Sabancı'nın aslında bu icraatlara bir itirazı yok. Düzenin efendilerini kaygılandıran asıl mesele, AKP hükümetinin kokuşmuş düzen adına attığı bu adımların AB nezdinde tartışma konusu olmasıdır. Yoksa demokrasi patronların neyine! Daha geçenlerde Koç tarafından yapılan bir açıklamada Türkiye'yi ancak “akıllı bir diktatör”ün düze çıkartabileceği vurgulanmıştı.

YİK Başkanı Mustafa Koç tarafından toplantıda yapılan konuşma ise Sabancı'nın söylediklerini tamamlıyor. Koç, ekonomik reformların sürmesi gerektiğini ve AB-ABD eksenini temel alan bir dış politika yaklaşımının benimsenmesi gerektiğini savundu. AB ile en ufak bir sorunun yaşanmaması gerektiğini vurgulayan bu asalak kapitalist, “...hele Avrupa'daki bazı çevrelerin tam üyelik yerine, imtiyazlı ortaklık önerisini yeniden gündeme getirdiği bir dönemde, bugüne kadar tesis edilmiş ilişkinin gerilemesine izin vermenin kabul edilir yanı olmadığı”nı vurguladı. Daha da ileri giden Koç, Türkiye'nin bölgesinde ekonomik ve siyasal bir güç olarak varolabilmesinin, ancak ve ancak ABD-AB eksenini temel alan bir dış politika yaklaşımıyla mümkün olabileceğini iddia etti. Bunun anlamı, Bush önderliğindeki neo-faşist çetenin Ortadoğu halklarına karşı devam eden vahşi saldırılarına dolaysız bir şekilde ortak olmaktır. Sabancı'da, “ABD ile ilişkilerin zaman zaman belirsiz zeminlere kaymasına seyirci kalınmasını” tutarsızlık olarak nitelendirerek, bu noktaya dikkat çekti.

Görüldüğü üzere, kokuşmuş düzenin efendilerinin demokratik hakların ihlali ile ilgili herhangi bir kaygıları bulunmuyor. Onların burjuva siyaset taifesine vaaz ettikleri şey, İMF reçetelerini harfiyen uygulamanın yanısıra, ABD-AB emperyalistlerini rahatsız edecek en ufak bir davranış, konuşma veya icraattan kaçınılması gerektiğidir.

Büyük patronların sert uyarılarına maruz kalan Tayyip ve müritlerinin de emperyalist-kapitalist düzene aykırı herhangi bir şey yaptıkları sanılmamalıdır. Tersine, attıkları her adım bu zorba düzenin bekası içindir. Dahası, meclis çoğunluğuna egemen olmaları ve burjuva anlamda bir muhalefetin olmaması ve tabii sınıf hareketinin güçsüzlüğünden dolayı, öncekilerden çok daha pervasızlar.

Egemen sınıflar ile onlar adına siyaset yapanlar arasında her zaman çıkar çatışmaları yaşanabilir. Bunun şaşırtıcı bir tarafı yoktur. AKP gibi ortaçağ kalıntısı bir ideolojiden beslenen bir parti sözkonusu olunca, bu çatışma kimi zaman daha kaba biçimler alabiliyor. Dinci gericilik üzerine siyaset yapan ortaçağ zihniyetli burjuva kesimin türban meselesi, imam hatipler, yasadışı kuran kursları vb. tartışmaların yarattığı sıkıntılar, bu kaba görünümlerin bazı örnekleridir.

Aralarında belli sorunlar/çatışmalar olsa da, tüm düzen temsilcilerinin işçi-emekçilere düşmanlıkta birbiriyle yarıştığı bilinmektedir. Dolayısıyla yaşanan sorunların mahiyeti ne olursa olsun, bunlar, emekçilerin köleleştirilmesi ve emperyalizme uşaklıkta her zaman tam bir mutabakat içinde çalışırlar.

-------------------------------------------------------------------------------------------

Özelleştirmenin önündeki yasal engeller temizleniyor

Özelleştirme yağmasını hızlandırmaya çalışan hükümet bir taraftan da bunun önündeki yasal engelleri temizlemekle uğraşıyor. Maliye Bakanlığı tarafından bu amaçla hazırlanan yeni bir yasa değişikliği tasarısı geçtiğimiz hafta meclise gönderildi.

Tasarıya göre, kamu payı yüzde 15'in altında olan kuruluşların özelleştirme ihalelerinde birden fazla teklif şartı aranmayacak. Hatta Özelleştirme İdaresi'ne sadece belirli istekliler arasında ihale yapma ve verilen fiyata bakmaksızın ihaleyi istediğine verme yetkisi de tanınacak. Özelleştirilen şirketlerin değerleriyle ilgili raporlar ancak özelleştirme işlemi tamamlanıp herşey bittikten sonra açıklanabilecek. Yani bu tasarı yasalaştığında, hükümet istediği kuruluşu, istediği fiyattan ve istediği şirkete satmakta sonuna kadar özgür olacak.

Sermayesinin tamamı idareye ait olan kuruluşların tümü ya da bir kısmı, özelleştirme kapsamında bulunan başka bir kuruluşa bedelli ya da bedelsiz devredilebilecek. Buna Özelleştirme İdaresi karar verecek. Bu düzenleme sayesinde ise özelleştirme kapsamındaki kuruluşların bölünüp parçalanması ya da birleştirilip daha büyük lokmalar haline getirilmesi çok daha kolaylaşmış olacak.

Bu arada yasa özelleştirme dolayısıyla işsiz kalacakların durumlarıyla ilgili hükümler de içeriyor. Tasarıya göre, özelleştirme sonrası işsiz kalacaklara ödenecek iş kaybı tazminatı, günlük net asgari ücretin iki katı olacak. Özürlü personelin de işten çıkarılması mümkün hale gelecek. Ancak özürlü olup da özelleştirme nedeniyle işten atılanlara normalin iki katı tazminat ödenecek. Türk Telekom'da özelleştirme sonrası kamu payı yüzde 50'nin altına düştükten sonra, gerekli memur statüsündeki personel 6 ay izinli sayılacak. Maaşları Türk Telekom ödeyecek. Yani özelleştirme işçi ve emekçiler için büyük bir yıkım olmaya devam edecek.

Sermaye özelleştirmenin önündeki yasal engelleri birer birer temizliyor. Bütün bunlar sadece yasalara bel bağlayarak, özelleştirmelerin hukuksuz olduğunu söyleyerek saldırının önüne geçilmesinin mümkün olmadığını bir kere daha gösteriyor. Özelleştirmeler, yasalara bel bağlayarak değil, SEKA ve Seydişehir işçilerinin açtığı militan mücadele yolundan ilerlenerek engellenebilir.