11 Haziran 2005
Sayı: 2005/23 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşak takımı Bush’un huzuruna çıktı
  TÜSİAD uşaklık politikasında “pürüz”
istemiyor
  Faşist saldırılar yoğunlaşıyor
  İstanbul Üniversitesi’nde faşist
saldırılar sürüyor
  SES ve Eğitim-Sen eylemlerinin ardından
  DİSK uyuşturucuya karşı mücadele
ederek uyuşturacak!
  Asgari ücret yüksekmiş!
  Eğitim-Sen eylemlerinden
  SES eylemlerinden
  Seydişehir işçisi sesini duyurmak
için yol kesti
  GİMAS grevi üzerine
  Özelleştirme saldırısına karşı
ortak eylem
   Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler/3
(Orta sayfa)
  Cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki atama tartışmaları
  Kaçırarak, tehdit ederek yıldırmayı
başaramayacaklar!
  İnsanı aletin egemenliğinden işçi
sınıfının devrimci eylemi kurtaracak!

  Halk ayaklanmasının yeni bir örneği: Bolivya

  Mesa’nın istifa ettiği gün
  Filistin seçimleri ertelendi
  Onbinlerce Kürt Suriye yönetimini hedef aldı
  Fransa’da sosyal yıkım saldırıları sürüyor
  “Koma Komalên Kürdistan” üzerine
  Bültenlerden/KEB
  Bültenlerden/İMES
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Hayatların en namuslusunu yaşadı onlar...

Güneşli bir bahar gününün yorgunluğuyla daldığım uykudan, her yanı kaplayan koyu bir sisin kasvetiyle uyandım o sabah. Son birkaç gün ne kadar da güzeldi oysa, güneşin ışıltısında şakıyan müjdeci kuşların cıvıltısıyla başlıyordum güne, “Oh, gerçekten bahar geldi” dedirten güzellikteydi sabahlar. Şairin “Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid”(*) dediği bu münasebetsizlik neyin nesiydi şimdi?

Yok hayır, göğe asılmış gibi duran inatçı sisin içime keder dolduran karanlığına teslim etmeyecektim kendimi. Bundan da tatlar devşirebilirdim kendimce. Aklıma ilk gelen şey, yol boyunca karşılaşacağım hüzünlü sis fotoğrafları çekmek oldu. Fotoğraf makinemi boynuma astım, eşim ve okula gitmeye hazırlanan çocuğumla vedalaşarak yirmi üç yılın yorgun alışkanlığıyla koyuldum yola.

Yol boyu sıkıntımı büyüten, bir türlü anlamlandıramadığım bir şeyler vardı içimde. Yıllarımı verdiğim Kozlu Yeni Kuyu'ya yaklaşınca bir anda yüreğim ağzıma geliverdi. Kuyu başına yığılmış ambulansların ışıkları, o ara bir tül kadar incelmiş olan sisi yarıp, matem habercisi olarak şavkıyordu. Yüz yıllardır ocak söndüren, yuva yıkan kara yazgımız “ocak”, yapacağını yapmış yine can almıştı anlaşılan. Sıkıntımın nedeni bu muydu acaba?

Vardiyadan kalan arkadaşlara sorulan kısa sorulara alınan kesik kesik yanıtların ardından başlayan endişeli bekleyiş… Bir ana ile acılı bir eşin yürekleri delip göğe ağan feryadı ve bitip tükenmek bilmeyen ağıtları… Ve haberler geldikçe ayrıntıları ortaya çıkan bilindik bir madenci öyküsü, öykü değil de yiğitleme sanki…

Bir madenci destanı...

Oğberler köyünden Şahin Akkurt, Ayvatlar köyünden İsmail Akyol, Elvanpazarcık'tan Kamil Burgucu. Otuzlu yaşların baharında ölümün kucağına teslim ettiğimiz üç genç madenci. Üçü de 2000 yılının Ocak ayında başlamışlardı işe, henüz beş yıllık madenciydiler yani. Diğerlerinin arasından seçilerek Ocak 1'e özel olarak tertip edilmişti onlar. Burada “delme-patlatma” denilen yeni bir yöntemle üretim yapılıyordu ve elde edilecek başarıya göre Kozlu üretim bölgesi tümüyle bu yönteme geçecekti. Yeni işe başlayan genç madenciler içinden en gözü pekleri, Ocak 1'de toplanmıştı anlayacağınız. Aradan geçen beş yıl, her birini iyi bir madenci yapmıştı. Şahin Akkurt girdiği sınavı kazanmış, arkadaşlarının başına “şef” bile olmuştu hatta. İşini iyi bilen, çalışkan bir madenciydi Şahin. Başarısı, cevvalliği yetkililerin gözünden kaçmamış, “tahlisiye” ekibine alınmıştı. Ülkenin dört bir yanında meydana gelen maden kazalarındaki arama kurtarma çalışmalarının en gözü pek elemanıydı artık. Bir ay önce Gediz'de patlayan grizunun ardından oraya giden Zonguldaklı tahlisiye ekibi içinde o da vardı. Patlamanın ardından kimselerin ulaşamadığı Gedizli arkadaşlarının metan yanığı cesetlerini bir bir çıkarıp ailelerine teslim ederken içine saplanan sızı, taptaze duruyordu yüreğinde.

Kamil'i -560 kotunda yeni başlanan bacaya tertip etmişlerdi. Zorlu bir yerdeydi baca. Karbonifer çağından beri karnında sakladığı ölümü, orada metan olmuş kusuyordu doğa. Dikkatli çalışmak gerekiyordu. Birkaç vardiya önce sondaj yapılmış, gaz drene edilmeye çalışılmıştı ama, yine de büyüktü tehlike. Çalışmanın en yoğun anında erken uyarı cihazları alarm vermeye başladı. Anlatılana göre, ne olduğunu anlamaya çalışan Şahin yanına Kamil'i de alarak detektörüyle ölçüm yapa yapa kimsenin olmadığı bacaya girdi. Etrafı kolaçan ederken bir anda gürültüyle püsküren gaz; önce Kamil'i daha sonra daha sonrada Şahin'i düşürdü yere. Maskelerini açmaya bile fırsatları kalmadan soludular ölümü.

Birkaç yüz metre ötede olan bitenden habersiz bir biçimde çalışıyordu İsmail. Önce patlamaya benzer sesi, daha sonra “Şahin'le Kamil göçükte kaldı” çığlıklarını duydu. Yüreğinin sıkıştığını hissetti bir an. Bir ay önce kendisi de göçükte kalmış, arkadaşları kurtarmıştı. Şimdi ondaydı sıra, maskesine taktı, kaza yerine doğru koşmaya başladı. Arkadaşlarını “dur, gitme” ihtarlarını duymuyordu bile. Hızla bacaya daldı. Etrafa bakındı kimsecikler yoktu. Yan bacada olmalıydılar. Telaşla koşturdu. Bu kez yanılmamıştı, Şahin önde, Kamil onun az ötesinde yatıyordu. Kamil'in üzerine posta yığılmaya başlamıştı. Şahin'e ulaşabilir miydi? Sorularla boğuşurken yığılıverdi. Ya maskesindeki oksijen tükenmiş, ya burun mandalı, ya da ağız lokması çıkmıştı. Defterlerimizden çoktan sildiğimiz dayanışma duygusunun, vefanın, fedakarlığın ölümsüz örneği olarak son nefesini vermişti İsmail.

Hayatların en onurlusunu yaşadı onlar...

Şair Behçet Kalaycı “Nice koç yiğidini salarak / Eksi'li karanlıklara günde üç kez / Hades'ten mi ferman olunmuştur bilinmez / Koç değil hala oğul kurban eder Zonguldak” diyerek vurmuştu çarpıcı gerçeğini hüzünlü kentin yüzüne. Takvimler iki binleri gösterse de hiç değişmeyen yaman bir yazgıydı bu. İki katlı hüzün dolu kentin acılarına bir yenisi daha eklenmiş “Yüzleri gecelerce kara, içleri apak” olan has oğullarından üç tanesini daha yollamıştı toprağın kara bağrına.

Aradan günler geçti. Ne kuyu başına doluşan gazeteciler kaldı ortalıkta, ne de endişeli gözlerle kuyudan çıkacak madenci cesedi bekleyen meraklı kalabalık. Ölümün soğukluğunu bir an yüreklerinde hissedip başladılar kendi hayatlarını yaşamaya. Benimse kor alevli bir ocak tütüyor içimde. Ne üç delikanlının yiğit bakışları çıkıyor aklımdan, ne de Atıf Çakar'ın içime bıçak gibi işleyen sözleri. Olayın ardından İsmail Akyol ile birlikte bacaya giren ilk kişi Atıf Çakar. Gazdan etkilenerek birbirlerinin üzerine düşen iki işçinin başını, yırttığı vantüpün (branda temiz hava borusu) içine sokarak hayata döndürdükten sonra, yere düşen İsmail'i kurtarmak için çabalarken o da kaybetmiş kendini. Büyük olasılıkla maskesinin süresi dolmuş Atıf'ın. Kurtarma çalışması yapan ekip yetişmese o da soluyacakmış ölümü. Hastaneden çıktıktan sonra, cehennemi uğraşın soluksuzluğuyla anlattı olan biteni. Sordum, “Ölüm aklına geldi mi hiç?” Şaşkın bakışların ardından geldi yanıtı: “Arkadaşlar o haldeyken ölüm düşünülür mü?”

Kimsenin kimseye beş kuruşunu emanet etmediği bir dünyada, arkadaşı için canını vermekten çekinmeyen yüce gönülleri nasıl kutsamalı bilmiyorum doğrusu. Otuzlu yaşların baharında, en namuslusunu yaşayarak göçüp giden delikanlı bir hayatı anlatmak benim becerimin dışında galiba. Hem anlatsam da bir duyan olur mu? Çıldırasıya merak ediyorum becerip de anlatabilsem; onları “Türkiye'nin kamburu” ilan edenlerden yüzü kızaran olur muydu gerçekten? Bana sorarsanız ne yapsam boşuna olurdu çabam. Nazım yıllar öncesinden sözünü söylemiş çünkü: “Ne ıskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli / sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine”…

(*) T. Fikret – Sarmış yine ufuklarını bir inatçı sis

Ahmet Öztürk

(Radikal, 05.06.2005)

------------------------------------------------------------------------------------------

Şakirpaşa İşçi Kültür Evi kampanya çalışmalarından

Kampanya çalışmamıza ilk önce yaptığımız toplantılarda planladığımız afiş çalışmasıyla başladık. Şakirpaşa Mahallesi'ni “Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslim olmayacağız!” şiarlı yaklaşık 250 afişimizle donattık. Kalabalık olarak çıktığımız afiş çalışmamız çevreden ilgiyle karşılandı.

Kampanyamız çerçevesinde gerçekleştireceğimiz futbol turnuvasının çağrı afişlerini de mahallemize yaygın bir şekilde yaptık. Şimdiden turnuvaya ilgi ve katılım oldukça anlamlı. Önümüzdeki hafta takımlarla yapacağımız bir toplantının ardından turnuvayı başlatacağız.

İçeriği kampanyamızın şiarından oluşan panelimizi 5 Haziran'da gerçekleştirdik. Panele çağrı afişlerimizi yine mahallemize ve çarşıda bulunan kurumlara asarak çağrıda bulunduk. Panelist olarak Eğitim-Sen'den iki öğretmen ve iki kültür evi çalışanı katıldı. Yoksulluk ve yozlaşma üzerine yapılan konuşmalardan sonra karşılıklı sorularla canlı bir ortam yakalanmaya çalışıldı. Bu anlamıyla panelimizin verimli geçtiğini söyleyebiliriz.

Panelden sonraki hafta içi afişlerimizi çarşı merkezine taşıdık. Afişlerimizi çarşı merkezine de yaygın bir şekilde yaparak kampanyamızı işçi, emekçi ve gençliğe ulaştırıyoruz. Çalışmalarımız planlamalarımız doğrultusunda tüm hızımızla devam ediyor.

Şakirpaşa İşçi Kültür Evi/Adana