11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cinsel tacizden toplu tecavüze...

Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya devam ediyor!

Bu sene Taksim Meydanı’ndaki yılbaşı kutlamalarından yansıyan, hemen her yıl olduğu gibi yine bir taciz vakasıydı. Ancak yeni yılın geride bıraktığımız 10 günü içerisinde taciz neredeyse toplu tecavüze dönüştü. Özellikle bu tecavüzde burjuva medya başı çekenler arasındaydı. Gerek konu ile ilgili haberlere konulan başlıklar, gerek aralara serpiştirilmiş beylik cümleler, gerek altını çize çize kadınların uyruklarının öne çıkartılması, gerekse adeta pornografik bir nitelik taşırmış gibi kare kare taciz fotoğraflarının gazete ve internet sayfalarından yayınlanması bu tecavüzün köşe taşlarını oluşturmakta...

Her yıl yılbaşında Taksim Meydanı’nda ne yaşanıyor!?

2007’yi 2008’e bağlayan geceyi anlayabilmek için öncelikle bu soruyu yanıtlayabilmek gerekiyor. Gerçekten de “her yıl yılbaşında Taksim Meydanı’nda ne yaşanıyor, neden yaşanıyor?” Suçlu ve mağdur kavramının çok yönlü olarak birbirine karıştığı yılbaşı gecelerimizi kavramak aslında toplum olarak akıp giden yıllarımızı anlamakla eş anlamlı. Elbette buradan ulaşılacak hiçbir sonuç tacizi-tecavüzü-cinsel saldırganlığın herhangi bir biçimini olumlamak anlamını taşımayacak. Aksine bizlere burjuva medya aracılığıyla 3-5 yabancı kadını ilgilendiriyormuş gibi lanse edilen bu saldırının gerçek boyutunun 3’ün 5’in çok ötesinde olduğunu anlamamızı sağlayacak. Sözün kısası bu yıl da Taksim Meydanı’nda istisnasız hepimizin insanlık onuru tecavüze uğradı. Yumruklanmamış, çiğnenmemiş tek bir yanımız kalmadı.

Taksim Meydanı yasağı bol bir meydandır. Özelinden her 1 Mayıs’ta ve benzeri eylem günlerinde bu yasak, delinme riski de taşıdığından özel olarak hatırlatılır. Ancak diğer günlerde bunun için özel bir ihtiyaç duyulmaz. Zira bu yasak, sınıfsal bir dizi yoksunlukla perçinlenmiştir. Taksim Meydanı’nı işgal edenlerle, o meydanı uzaktan izleyenler arasında sözsüz bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın gereği olarak yılın bütününde meydana sahip olanlar milli maç günlerinde, bayramlarda ve işte bir de yılbaşında bu meydanı terkederler... Bütün bir yıl atölyelerde ter döken genç işçiler, yıl boyunca ne yapacağını bilemeyerek işsizliğin pençesinde kıvranan genç işsizler, olağan günlerde akşam saat 20.00 olmadan eve dönmek zorunda olan kimi genç kadınlar kıyısında köşesinde yaşamaya itildikleri şehrin çamurlu sokaklarından, yürümeleri sessizce yasaklanmış şehir merkezlerine doğru kayarlar... Burada öne çıkan duygu “hak ettiğini almaktır!” Yani? Yani; bütün bir yıl boyunca eğlenmeyi en çok hak edenlerin bundan yoksun kalmış olmaya duydukları tepki, yani bütün bir hayat boyunca kenara itilmişlerin yoksunluklarına duydukları öfke... Gecenin ilerleyen saatlerinde bu öfkeye, “eğlenememenin” yarattığı öfke de eklenir... Ve başka bir yaşam özlemi en ucuzundan bir şarap şişesini ya süslü bir vitrinin camına indirir ya da temsilci bellenen bir gencin biryantinli kafasına, eskaza oraya düşen temsilci bir genç kadınsa onun başına gelenin en hafifi de okkalı bir laf atma saldırısına maruz kalmak olacaktır! Bu öfke patlamasının biçimleri meşru görülemez elbet, ama suçlu-mağdur tanımlamalarını birbirine karıştıran da budur. Yani 2007’yi 2008’e bağlayan gece de gencecik kadınlar belki hayatları boyunca unutamayacakları korkunçlukta bir saldırı ile karşı karşıya kalmışlardır ama orada milyonların yaşamlarının ve bilinçlerinin nasıl yıllar yılı tecavüze uğradığının açık bir resmi ortaya çıkmıştır. Ve bu tecavüz konu ile ilgili her haberde, her yorumda sürmüştür. İnsanlık onurumuzu zedeleyen, kendimizi tecavüze uğramış hissetmemize neden olan da apaçık budur!

Şuursuzlaştırılan toplum kendini vuruyor!

Suçlu ve mağdur ikilemi...

Bilinçli olarak örgütsüzleştirilen, açıkça köleleştirilen bir toplumun yoksunluklar için de ancak sınıf atlama arzusu diri tutularak yetiştirilmiş gençlik kesimleri düzenin yine bu kesimlere karşı kullandığı en büyük silah oluyor. Bütün bu tartışmalar açıkça bu sonuca ulaşmamıza neden oluyor. Zira toplumun şuursuzlaştırılan kesimi aslında toplumun şuursuzlaştıran kesimini silindir gibi ezip geçmenin mutlak gücünü taşıyor. Sonra suçlu ve mağdur ikilemi sinsi sinsi sırıtarak karşımıza dikiliyor. Yılbaşı gecesi saldırıya uğrayan genç kadınların bu ikilemde yeri yok. Onlar en açık haliyle bir saldırının mağdurudurlar. Ancak onlara saldıran kendinden geçmiş, ağızlarından adeta salyalar akıtan topluluğun, bugün için kendini ceza hukuku kavramları üzerinden dışavuran bir kimlik bunalımı ile karşı karşıya olduğunu görmek gerekiyor. Öfkesinden kimi, neyi sorumlu tutacağını bilemeyen bu genç insanlar, parçası oldukları bu taciz rezilliği içerisinde bile aslında kendi kendilerini yaralamaktadırlar.

Medya, pornografi ve ırkçılık...

Bütün bu tartışmalar bir kenara yılbaşında yaşananları tacizden toplu tecavüze dönüştüren esas faktör açık ki burjuva medya oldu. Öyle ki yıllar yılı sermaye düzeni tarafından beyinlere ince ince işlenen bütün önyargılar birer birer haberlere taşındı. Ve tacize uğrayan genç kadınlar bu kez de düzenin dumura uğratma operasyonunun mezesi haline getirildi.

İşte Hürriyet gazetesinin konu ile ilgili haberlerinden birinin spot cümlesi:

“Tacize uğrayan genç kadın yumruklarını konuşturdu!” Ve haberin ekinde kendini can havliyle kurtarmaya çalışan kadının kare kare fotoğrafları. Cinsel saldırı fotoğraflarından adeta pornografik bir resim galerisi yaratan burjuva medya açısından sorun cinsel tacizin kınanması, ancak yaşananlar karşısında toplumsal bir sarsılma yaşanmasının da bir nebze olsun önlenmesiydi. İşte bu yüzden hemen her haberde “tacize uğrayan kadınlar” değil “tacize uğrayan ‘yabancı’ kadınlar” ifadesi tercih edildi. Çünkü yıllardır inceden inceye işlenen bilincimizde yabancı kadınların tamamı zaten bu tacizi hak etmekteydi. Yabancı kadınlar ahlaki değerlerden yoksundu. Ve burjuva medya tarafından bile altı çizilen bu olgu sayesinde sorun neredeyse bir haçlı seferine dönüştürüldü. Irkçılığın bu cinsel yansıması, pornografi sosuna bulanınca karşımıza cinsel tacize duyulan tepkinin dahi “Türkiye’nin prestijini zedelemek” yönlü ifade edilişi çıkmış oldu. Yani sanki aynı şey bir sokak arasında gizlice, sessizce yaşanmış olsaydı linçlere ve toplu tecavüzlere aşina burjuva medyamız tarafından konu meşhur hassassiyetlerden birine dahil edilerek geçiştirilebilecekti. Ama tablo farklı olunca, sorunun yabancı kadınların önümüzdeki yıllarda da benzer tacizlere uğramalarına çanak tutacak bir içerik ve tacizi cinsel bir tahrik etme aracına dönüştüren görsel malzemelerle geçiştirilmesi tercih edildi.

Bedeli 57 YTL!

Metalar düzeninde fazla bile!

Taksim’de her yıl yaşanan ama her nasılsa halen daha “münferit” nitelenen bu olayın ardından gözaltına alınan şüpheliler 57 YTL karşılığında serbest bırakıldılar. Ölü yok, yaralı yok! Tecavüz gerçekleştirilememiş... Zedelenen kadınlık onuru, insanlık onuru...

Bu düzende her nevi onurun değeri düşük. Bu yılın “münferit” deliliğinde zedelenen onurun bedeli de 57 YTL olarak tespit edilmiş. Ama metalar düzeni açısından aslında fazla bile değer biçilmiş.

Örneğin sokak arasında kendini satan kadınların büyük bir kısmının bedeninin bedeli 5 ila 10 YTL arasında değişmektedir. Dayak yiyen ve mahkemeye gitme cesaretini bulmuş ya da açılan göstermelik kamu davası dolayısıyla kendini hakim karşısında bulmuş kadınların yediği dayağın bedeli, çoğu kez hakimin dayak atan eşi şöyle bir azarlamasıdır. Bursa’da yanarak can veren işçi kadınların bedeli biraz daha yüklüydü. 5 kadın katledilmişti ve patron 182 bin YTL ödemeye mahkum edilmişti. Sorun sadece kadınların bedeli değil elbette. Bütün bir yıl boyunca azgın sömürü koşulları içerisinde güvencesiz çalışan işçi sınıfının bedeli asgari ücret, genç işçilerin bedeli ise aynı asgari ücretin üçte biri... Tersanede patronun ihmalinden can veren iki çocuk babası işçinin bedeli ailenin bir yıllık ihtiyaçlarına dahi yetmeyecek bir tazminat... Bu veriler düşünüldüğünde 3-5 “yabancı” kadının uğradığı saldırıya biçilen 57 YTL’lik değer küçümsenmemeli!

Beş para etmeyen düzenin yasalarının gereği bu!


Feministler’den taciz protestosu

Feminist kadınlar 4 Ocak akşamı gerçekleştirdikleri yürüyüşle, yılbaşı akşamı Taksim Meydanı’nda erkekler tarafından taciz ve saldırıya uğrayan kadınlara sahip çıktılar.

Kadınlar saat 22.00’de tramvay durağında toplanarak sloganlar ve dövizlerle Galatasaray Lisesi’ne yürüdüler.

Yürüyüş boyunca “Erkekler taciz ediyor devlet göz yumuyor!”, “Kabahat değil cinsel saldırı!”, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da istiyoruz!”, “Yaşasın kadın dayanışması!”, “Ar değiliz, zar değiliz, mal değiliz, feministiz biz feminist!” sloganlarını atan kadınlar, erkek egemenliğini hedef alan dövizler taşıdılar.

Galatasaray Lisesi önünde açıklama yapan Berrin Hotacıkoğlu, 31 Aralık gecesi Taksim’de yaşanan taciz ve saldırıların cezasının alt sınırının 4 yıldan başlamasına rağmen olaylara seyirci kalındığını ifade etti.

Mor iğnelerinin dağıtımını yapan feminist kadınlar, “geceleri de sokakları da” teketmeyeceklerini söylediler.

Kızıl Bayrak/İstanbul