11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amaç ve araç…

M. Can Yüce

Devrimci mücadelede amaç ile araç arasındaki ilişki konusu, her zaman önemli bir sorun olmuştur. Bugün de bu, önemli ve ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Bu konu çok önemli, salt teorik kavrayışı ile değil, bununla birlikte pratik uygulanışıyla da öyle…

Hep “mücadelede kullanılacak araçların amaca uygun olması gerektiği, bu ikisinin arasında ideolojik ve ahlaki bir bağın ve uygunluğun olması gerektiği” vurgulanır ve her fırsatta tekrarlanır! Peki, ama pratikte gerçekleşen bu mudur? Ya da buna pratikte ne kadar uyulur, özen gösterilir? Bu konuda ortaya çıkan olumsuz pratiklerin üzerine ne kadar ilkeli, samimi ve çözüme dönük yürünür?

Amaç ve araç arasındaki ilişkinin kavranışı, ilkesel ve ideolojik duruşun çok önemli bir ölçütüdür!

Araç fetişleştirilmiş midir? Araç bir tapınma düzeyine çıkarılmış mıdır? Aracın kendisi süreç içinde amaç haline getirilmiş midir? Bu konudaki söz ve davranışlar nelerdir, nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?

Bu ve bu eksendeki soruların yanıtları çok geniş bir tartışmayı gerektiriyor. Salt pratik örnekleriyle değil, teorik kavranışı ile geniş bir tartışmayı zorunlu kılıyor. Bu yazımızda ise konunun ayrıntılı bir tartışmasını yapmayacağız. Bazı önemli ve güncel örneklere vurgu yapmaya çalışacağız!

İktidar, parti, örgüt, savaş, gerilla, parlamento, sendika, grev, basın ve yayın, silah ve daha bir dizi araç, amaca ulaşmada kullanılan araçlardır. Bu araçların amaca uygun olması, amacın ideolojik-felsefik özüyle doğrudan bağlantılıdır. Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, baskısız, ayrıcalıksız; eşitlik, özgürlük ve adaletin egemen olduğu bir yaşam mı amaçlanıyor? O zaman kısaca sıraladığımız araçların özü, biçimi, kullanımı ve sonuçları anılan amaca uygun olmak zorundadır. “Amaca uygunluk”, amaç ile araç arasında zorunlu ahlaki ilişkiyi, aracın amacın özü tarafından belirlenmesi, sonuçlarının da bu bağlama oturması gerektiğini anlatmaktadır. Eğer “amaca varmak için her yol ve araç mubahtır” denilirse, o zaman, burada sözü edilen amacın, devrimci sosyalist, aynı anlama gelmek üzere komünist bir öz ve nitelikte olmayacağı çok açıktır! Bu amaç, “pragmatik”, “Makyavelist” olarak tanımlanır!

“Nasıl bir dünya ve yaşam tasarısı” sorusunun özü, öncelikle bugünün mücadele araç ve yöntemlerinde ete-kemiğe bürünmelidir. Bugün kullanılan araç ve yöntemler, amaca uygun değilse, amacın özünü karartıyorsa, sonuçları amacı tanınmaz hale getiriyorsa ve bu, birçok “zorunlu gerekçe ve koşulların varlığı” ile açıklanıyorsa, ortada, amaç konusunda ciddi bir tutarsızlık ve samimiyetsizlik var demektir. Ne yazık bu genel tespit, geniş bir kesim için geçerli ve sözünü ettiğimiz tutarsızlık hemen hemen her çevreyi etkilemektedir.

Bu konuda, en çok etkisinde kalınan güç ve sistem, egemen güç ve sistemin kendisidir. Sömürücü, sömürgeci ve egemen sistemler için, amaca varmak için her yol ve araç mübahtır. Onlar için önemli olan elde etmek istedikleri sonuçtur, ama bu sonuç elde edilirken yaşanan kirlilik ve ağır tahribatlar umurlarında değildir. Bu, aynı zamanda bu sistemlerin insan karşıtlığını da anlatmaktadır. Bu konuda devrimci, bu sisteme cepheden tavır alma iddiasında olanlar, bu sisteme alternatif bir dünya ve yaşam seçeneği iddiasıyla ortaya çıkanlar, bu noktada kesin, açık ve sınırları son derece belirgin bir anlayış ve pratik sergilemek zorundadırlar. Kullanılan araçların uygunluğu ve ahlakiliği, devrimci güç ve hareketlerin mücadele ederlerken egemen sistemden ne düzeyde etkilenip etkilenmediklerini de ortaya koyan önemli göstergelerden, aynı zamanda amaçtaki tutarlılık ve samimiyeti ölçmede temel ölçütlerden biridir!

Bu kısa ve genel hatırlatmalardan sonra birkaç somut örnek üzerinde durmak istiyoruz. Bilindiği gibi TC, kuruluşundan bu yana ülkemizde özel savaş uygulamaktadır. Özel savaş, baskı ve şiddette, sindirme ve yıldırma hareketlerinde ölçü, sınır ve yasa tanımama anlamına gelmektedir. Bundan dolayı “kirli” ve “pis” sıfatlarıyla birlikte anılmaktadır. TC için amaç, Kürdistan üzerindeki egemenliğini süreklileştirmek, kalıcılaştırmak ve “dikensiz gül bahçesi”ne çevirmektir. Bunun anlamı, Kürt ve Kürdistan ulusal gerçekliğini tarihe gömmektir. Bir halkın inkârını ve topyekûn tarihe gömülmesini öngören hedef, zamana yaydırılmış bir soykırım hedefidir. Bundan dolayı ölçüsüzlük, sınırsızlık, yasadışılık bu hedefin kendisinde vardır. TC’nin tarihi, bu bakımdan “anlaşılırdır”, özünün icrasıdır! Bunu günümüzde de aynı sınırsızlık ve ölçüsüzlükte sürdürmektedir…

Bu noktada devrimci kurtuluş ve yurtseverlik iddiasındaki bir hareket, kullandığı araçlar ve yöntemler, bunların kapsam ve sonuçları bakımından son derece dikkatli, özenli ve ilkeli, amacıyla tutarlı olmak durumundadır. Bu konuda yaşanacak herhangi bir sapma ve bozulma, ilkeler ve amaçtan uzaklaşmayı getirir. Sadece bu kadarı da değil; politik olarak özel savaşın yol açtığı kirlilik ve belirsizlik içinde sap ve samanın birbirine karışmasına katkıda bulunur, hangi eylemin kim tarafından yapıldığı karmaşası ortama ve kafalara egemen hale gelir. Eylemler ve araçların kullanımında ortaya çıkan karmaşa ve belirsizlik ortamı, hiç kuşku yok, özel savaşın işine yarar. Onun yaratmak istediği ortam da bu ortamın kendisidir.

Ne yazık ki, süreç içinde PKK devrimci emekçi çizgisinden uzaklaştırıldığı ölçüde anılan sapma, tutarsızlık, karmaşa süreci de başlamış ve giderek pratiğinin önemli bir unsuru haline gelmiştir. III. Kongre’den sonra başlatılan “Zorunlu askerlik yasası”, aslında bir rastlantı değildir. Parti içinde tek kişiye dayalı iktidar sistemi ve bunu gerçekleştirmek için uygulanan çok yönlü tasfiye hareketiyle halk ile ilişkilerde uygulanan zor ve kuralsız, egemenleri taklit eden uygulamalar birbirini tamamlamıştır; bunlar, artık kendi türünde bir egemenlik ilişkisidir ve ilk kuruluş özelliklerinden bir kopuşu, karşıtına benzeşmeyi anlatmaktadır.

Koruculara karşı geliştirilen “Ocak söndürme” gibi kitlesel katliamlara varan hareketler, bu iç egemenlik ve korku yaymaya dönük eylemler, ulusal kurtuluş hareketini kirleten, hem ilkesel ve hem de politik olarak darbeleyen eylemler olmuştur. Bu tür eylemlerin, politik bakımından hem Kürdistan’daki aşiret çatışmalarının yarattığı kültürden, hem de TC’nin “tedip ve tenkil” pratiğinden beslendiğini vurgulamamız gerekiyor.

Daha sonra masum kitleleri hedefleyen “Mavi Çarşı” türünden eylemler, “düşmanına benzeşme” noktasında varılan noktayı göstermektedir. Amaca hizmet etmeyen, ulusal kurtuluş gibi bir hedefi olmayan bu türden eylemsel araçların giderek “kent eylemleri” çizgisi haline geldiğine tanık olmaktayız. Bu, bugüne dek yaratılan kirliliğe su taşımaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.

16 Aralık 2007 tarihinde Kandil’in bombalanmasından sonra PKK / KCK adına bir sözcü TV’ye çıkıp, gençlerin artık özgür olduğunu, her türlü eylemi yapabileceklerini, bu konuda hiçbir sınırlamanın olmadığını belirtiyordu. Kuşkusuz yaptığı “çağrı”, kendi bireysel görüşü ve tutumu değildi. “Merkez”in resmi görüşünü ve tutumunu açıklıyordu. Sonra “araç yakma” furyası başladı. Bu “eylemlerin” ırkçı şovenizmin tabanını genişletmekten, özel savaşın yarattığı kirli ortamı daha da kirletmekten, dost ve düşman kavramını daha da belirsizleştirmekten, Kürt halkını yalnızlaştırmaktan başka getirdiği bir politik sonuç var mı? Peki, iki hafta önce açıkladıkları 7 maddelik deklarasyonla bu düzene ve devlete kabul edilmeyi istemiyorlar mıydı? Amacınız bu ve bu, Kürt halkının hiçbir haklı istemiyle bağlantılı değildir. Burada derdiniz, kendiniz ve bu düzene kabul edilmek! Bunun için her tarafı yakıp yıkmada beis görmüyorsunuz! Bu, tam anlamıyla bir çılgınlık değilse, “amaca varmak için her yol mübahtır” sınırsızlığı değilse nedir? Peki, bu, en tam anlamıyla politika mıdır?

Ardından Amed’de gerçekleşen bombalı saldırı olayı geldi. Birkaç gün geçtikten sonra eylemin yerel birimlerin kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiği bir eyleme benzediği, durumu araştırdıklarını ve sonucu kamuoyuna açıklayacaklarını duyurdular. Bu, bir itiraf aslında… Sormak gerekir: Kime hizmet ettiniz? Ya yaşamını yitiren masum insanların sorumluluğunu kim üstlenecek ve nasıl?

İki tür dengesizlikle karşı karşıyayız. Bir: Kürt halkı adına uygulanan şiddetin hedefi, 7 maddelik deklarasyondur, bunun da anlamı “Onurlu teslimiyet”ten başka bir şey değildir. “Onurlu teslimiyet” için, kimi zaman ölçüsüzlüğe varan şiddet arasında ciddi bir dengesizlik vardır. Bu dengesizliğin her açıdan Kürt halkını, onun mücadele bilincini, haklı dava ve mücadele araçlarını vurduğunu vurgulamak gerekir. İki: Şiddet aracı, Kürt halkının ulusal hedefleri adına yapıldığı için, ama pratikte hem böyle bir hedefi olmadığı, hem de içinde sınır, ölçü ve meşruiyet gibi ahlaki-politik değerleri taşımadığı, yani halkın temel amaçlarıyla makul bir uygunluğu taşımadığı için Kürdistan halkının mücadele değerlerini tahrip ediyor ve gelecek mücadelesini gölgeliyor!

Kısacası Kürt halkının ciddi ve gerçek anlamda bir öncülüğe, mücadele araçlarını ne pahasına olursa olsun temel amaçlarıyla uyumlu, dengeli, aralarındaki ahlaki ve meşru ilişkiyi her koşul altında gözeten bir devrimci öncülüğe ihtiyacı var. Bunu başardığı ve geçmiş mücadele tarihini bu bağlamda devrimci bir muhasebeye tabi tutup gerekli derslere ulaştığı ve bu dersleri şaşmaz bir biçimde uyguladığı ölçüde onurlu geleceği, özgür geleceği ve bağımsız bir yaşamı yakalayabilir!

İstediğimiz temiz, en azından daha az lekeli bir pratik ve bunun üzerinde kurulacak bir özgürlüktür! Bunun aşağısındaki bir özgürlük mü?

Hayır!

8 Ocak 2008