11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gül’ün Bush’la görüşmesinin doğruladığı gerçek...

Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!

“Türkiye 2008’i adeta bir ‘Amerika yılı’ yapacağa benziyor. 2003’den beri ABD ile belirli biçimde bozuk ilişkilerini tamir edip, toparlamak bir yana, bu ilişkileri ‘tamir’in ötesine geçirip, sanki ‘sağlamlaştırma’yı dış politika önceliği gibi almış görüntüde.”

Bu sözler Cengiz Çandar’ın 3 Ocak tarihli Referans gazetesinde yeralan yazısından... Yazının konusu Abdullah Gül’ün ABD ziyareti. Çandar, iki ay önceki Erdoğan-Bush görüşmesinin hemen ardından Gül’ün ABD yolunu tutmasını bu biçimde değerlendiriyor. Bu kadar kısa zamanda iki üst düzey kişinin Bush’un huzuruna çıkmasını bu gerçeğe dayandırıyor. Cengiz Çandar bu konuda haksız değil. Çünkü, ABD-Türkiye ilişkileri 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra yeni bir mecraya ulaşmış bulunuyor. 5 Kasım’da Bush PKK’yi “ortak düşman” olarak tanımlayarak Türk sermaye devletinin Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlarına vize vermişti. Bununla birlikte, o zamana kadar burjuva düzen cephesinden estirilen ve belli bir plan dahilinde örgütlenen anti-Amerikancı rüzgarlar dağıtıldı. Bunun yerine Amerikacılık yükselen bir değer olarak düzen cephesi tarafından topluma empoze edilmeye başlandı. Artık ABD, Türkiye’nin en büyük dostu, müttefiki ve ortağı sayılmakta, bu yolda sistemli bir propaganda yürütülmektedir. İşte ABD-Türkiye ilişkilerindeki bu belirgin yön değişiminin ardından gelen Gül’ün ziyareti her şeyden önce, Çandar’ın belirttiği gibi ilişkilerin “tamir” aşamasından geçip sağlamlaştırıldığını anlatmaktadır.

Daha farklı bir ifadeyle, 1 Mart tezkeresinden bu yana ABD-Türkiye ilişkilerinin önünde hep bir engel olarak gösterilen toplum düzeyindeki anti-Amerikancı duygular artık aşılmış sayılmaktadır. Doğrusu, halkın antiemperyalist duyguları ve bilinci sermaye devleti tarafından Kürt düşmanlığıyla bozularak ABD ile pazarlığında bir malzeme olarak kullanılmıştır. Nihayet, ABD’nin bölgesel çıkarları için PKK operasyonlarına izin vermesi, Kürt halkına sırtını dönmesiyle birlikte sermaye devleti bu pazarlığında büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. Bundan dolayı Kürt düşmanlığıyla temellendirilen anti-Amerikancı rüzgarların yönünü en soysuzundan bir Amerikancılıkla değiştirmeye başlamıştır. Medyanın bu yolda yürüttüğü sistemli yan çizme ve manüpilasyon, oldukça çarpıcı boyutlardadır. Örneğin devlet televizyonu Gül-Bush görüşmesiyle aynı saatlerde iki “ortak”ın “Kurtuluş Savaşı”na dayanan köklü ilişkilerini anlatan bir belgesel yayınlamaktaydı.

Fakat, Güney Kürdistan’ın vurulmasıyla anti-Amerikancı engellerin aşılması sonucunda ulaşılan yeni düzlükte ABD-Türkiye ilişkileri de yeni bir kapsama ulaşacaktır. Zira, ABD emperyalizmi için Güney Kürdistan’ın vurulması ve PKK’nin “ortak düşman” sayılması karşılıksız yapılmış bir hizmet değildir. Bu hizmet, ancak büyük hesaplar ve beklentiler karşılığında verilmiştir ve ABD için artık hesap zamanı da gelmiştir. Tıpkı Öcalan’ın tesliminde olduğu gibi. Hatırlanırsa Öcalan ABD tarafından Türk devletine teslim edildiğinde de benzer biçimde ortalığı Amerikancı rüzgarlar kaplamıştı. Çok sonraları ABD Irak’a girmeye hazırlanıp da Türk sermaye devletini bu kirli işinde kullanmak istediğinde, Öcalan Suriye’de iken Suriye’ye Hatay’dan esip gürleyen general (yeni anlıyormuş saflığına yatarak) bunun Öcalan’ın karşılığı olduğunu dillendirmişti. İşte, 5 Kasım’daki Bush-Erdoğan görüşmesinde sınır ötesi operasyona vize çıkarılırken ABD’nin planlarında bu, Türk sermaye devletini daha geniş bir alanda hizmetine sokmanın bir bedeli olarak görülmüştür. Zaten bu görüşme sırasında sıkça bahsedilen ancak içeriği özenle gizlenen “kapsamlı paket” esasında bu gerçeği içermektedir.

Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin 8 Ocak tarihli yazısında “ABD yönetiminin tavrını hem yansıtan, hem de bağlayan düzeyde bir yetkili”ye dayandırdığı şu ifadeler, durumun tam olarak böyle olduğunu gösteriyor:

“Erdoğan’ın Bush ile görüşmesi, o dönemin özel koşulları nedeniyle neredeyse yalnızca PKK’nın terörist saldırılarının önlenmesi etrafında geçti. Oysa Gül ile terörle mücadelede devam edecek işbirliğimiz yanısıra iki ülkeyi ve bölgeyi ilgilendiren bir dizi konuyu etraflıca ele alma imkânı olacak.

“Başkan Bush, Gül ile görüşmesinin hemen ardından Ortadoğu ülkelerinde bir tura çıkacak. Bu turda hem Irak’ın geleceği, hem de Annapolis toplantısı sonrası İsrail-Arap ihtilafının çözümüne ilişkin durum değerlendirmesi yapılacak. Türkiye’nin her iki konuda da verebileceği katkı ve oynayacağı rol var.”

Bu ifadelerde de yer aldığı gibi, Bush Gül’le görüşmesinin hemen ardından Ortadoğu turuna çıkıyor. ABD tarafından büyük önem verilen Bush’un bu turu, ABD’nin Ortadoğu planları açısından kritik bir mahiyete sahip. İran dahil olmak üzere, Irak’ın geleceği ve Filistin sorunu konusunda ABD’nin sistemli müdahalelerle yol almaya çalıştığı koşullarda Bush önemli bir eşiği aşma niyetinde. İşte bu koşullarda son dönemde gösterdiği performans ile ABD’nin bölgede görevlendirilmiş bir “dışişleri yetkilisi” gibi davranan Abdullah Gül’ün Bush tarafından Ortadoğu turu öncesi Beyaz Saray’da ağırlanması boşuna değil. Bush, böylelikle Gül’ü yanına alarak öncelikle Ortadoğu’da yeniden yapılandırmaya çalıştığı Amerikancı cepheyi göstermiş oluyor. Türkiye, Amerikan planlarında maşalığını ilan ediyor, ordusuyla-hükümetiyle ve cumhurbaşkanıyla hizmete hazır olduğunu göstermiş bulunuyor.

Durum böyle olmasına karşın medyada bir takım kalemler tarafından Gül’ün ziyareti, “fast-food” diplomasisi denilerek önemsiz ve zoraki olarak değerlendirildi. Görüşmeye ilişkin yapılan açıklamalardan konuşulanların genel geçer şeyler olması bu iddiayı doğrulamakla birlikte, Gül’ün Bush’la görüşmesinin asıl önemi onun sembolik ve seremonik niteliğinden gelmektedir. Öyle ki, Gül’e Bush tarafından yapılan muamele esasında Özal’ın Beyaz Saray günlerini hatırlatacak cinstendir. Özal’ın Türk sermaye devleti ile ABD ilişkilerinde sunduğu örneğin ne anlama geldiği iyi bilinmektedir. “Üç koyup beş alma” hoyratlığıyla ABD’nin dümenine oturmuş “aktif” bir uşaklık pratiğidir onunkisi. Açıktır ki, birçok söyleşisinde Özal’ı örnek aldığı beyanında bulunan ve halihazırda üstlendiği Amerikan dışişleri memuru kimliğiyle yaptıkları Gül’ün de bu yolda olduğunu göstermektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, Gül’ün duruşu esasında Türk sermaye devletinin ABD ile girdiği yeni “sağlam” ve “aktif” uşaklık ilişkisinin bir sonucudur. Bu ilişki temelinde ortaya çıkmaktadır.

İşçi ve emekçiler, Gül’ün ziyaretiyle tescillenen bu aktif uşaklık çizgisinin bedelinin ağır olacağını iyi bilmek durumundadırlar. Kürt halkının kanı karşılığında ABD emperyalizmine hizmette sınır tanımamak anlamına gelen bu ilişkinin sonucunda, emperyalist boyunduruk-halkların kırımı ve her türlü onursuzluğa ortak olma gelecektir. Şoven-milliyetçi kampanyaların nasıl bir tuzak olduğu artık daha rahat görülmektedir.

İşçi ve emekçiler bu tuzaktan kendilerini kurtarıp, halkların kardeşliği çizgisinde anti-emperyalist bir çizgide Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçi sermaye iktidarına karşı mücadele bayrağı altında birleşmelidirler. Aksi halde egemenlerin Beyaz Saray’da altına imza attıkları gerici planların altında ezilmek kaçınılmaz olacaktır.