11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni yılda işçi sınıfına ve emekçilere dayatılan fatura daha çok yıkım, daha koyu karanlık…

Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!

Dünya egemenlerinin tüm insanlığa dayattıkları rotanın karanlık ve yıkımdan başka bir sona götürmediği, 2007 boyunca yeniden ve yeniden doğrulandı. Yeni yıla girilirken geçen yılın burjuva çevrelerde bile yarış halinde lanetlenmesi, bunun bir itirafı aslında. Üstelik neredeyse bütün dünyada, işlerin daha da kötüye gideceği öngörüsü üzerinde tartışmasız bir mutabakat var. Demek oluyor ki dünya genelinde gerici burjuva çevreler payına alışılmış türden pembe tablolar çizmek bile eskisi gibi olanaklı ve inandırıcı değil artık.

Türkiye’deki egemenler için durum çok farklı olmasa da onlar, birçok etkene rağmen ve elbette başka bazı etkenler sayesinde, hala da iyimser görünme gayretindeler. Bunların başında şüphesiz, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri düzenin sıkı kontrolüne aldıklarına yönelik özgüven geliyor. Geçen yıl düzen içi krizin toplumsal gündeme damgasını vurduğu günlerde bile işçi ve emekçi kitlelerin kontrolünü yitirmediler. Hatta gelişmelerin de yardımıyla işçi ve emekçilerin düzenle olan bağlarını çok daha sıkı hale getirdiler. Sermaye cephesindeki sürtüşme sayesinde düzen sınırlarında politize edilen kitlelerin, seçim döneminde bu kez düzenle bağları pekiştirildi. Bu dönem boyunca ayrıca Kürt halkına yönelik şoven histeri nöbetlerinin de kitleler üzerindeki kontrolü güçlendirmede epeyce yardımı oldu. Son iki ayda ise sermaye cephesindeki iyimserliğe kaynaklık eden başlıca etken, emperyalist efendi ABD ile ilişkilerin onarılması yönünde atılan adımlar ile bunun ürünü olarak Güney Kürdistan’ı bombalama vizesi almış ve bunu kullanmış olmalarıdır.

Sermaye cephesi ayrıca tek başına hükümete koşulabildiği andan itibaren burjuvaziye tarihi hizmetlerde bulunan AKP’nin, önümüzdeki birkaç yıl daha işleri sorunsuz yürüteceğini umuyor, hayal ediyor. Elbette ki dinci gericiliğin seçimlerle birlikte mevzilerini sağlamlaştırmış ve yeni mevziler kazanmış olmasının düzenin bir kanadında yarattığı rahatsızlık orta yerde duruyor. Tekelci sermaye çevrelerinde bunun hiç değilse şimdilik hızla gündem dışına itilmesinin oldukça makul, demek oluyor ki tümüyle çıkara dayalı nedenleri var. Aynı dürtülerin etkisi olsa da ordu tarafında ilk günlerdeki reaksiyoner tarzın terkedilmesi ise, ilerici-devrimci muhalefeti de hedefler şekilde Kürt hareketine karşı yürütülen saldırılar sayesinde mümkün olabilmiştir. Yine de uzun yıllardır yaşanan deneyim, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadele sahnesinde yer almamaları durumunda burjuvazinin siyaset alanındaki bu tür çatışma ve gerilimleri bir şekilde idare edilebildiğini gösteriyor.

Öte yandan, şiddetle lanetlenen 2007’de sınıf ve kitle hareketinin kimi dışavurumları da, AKP üzerinden işçi sınıfı ve emekçi kitleleri daha uzun süre kontrol altında tutmanın öyle kolay olmayacağını gösteriyor. Hem demagoji olanakları tükenmekte, hem borç ekonomisini döndüren kaynaklar azalmakta, hem işçi ve emekçilerde yaratılan ve karşılanması imkansız beklentiler tepkisel isteklere dönüşmekte, hem de saldırılar yeni alanlar üzerinden tüm şiddetiyle sürmektedir. Asgari ücrette yapılan komik artış bile burada sıralanan olguların dolaysız bir örneği sayılır. Asgari ücretin kesinleşmesine yakın günlerde, 26 Aralık’ta TÜSİAD’ın düzenlediği konferansta, Sanayi, Hizmetler ve Tarım Komisyonu Başkanı’nın itirafıyla, 2001 krizinin ardından sağlanan istikrar ortamındaki yüksek büyüme sürecinde (siz bunu kitleleri zapturapt altına alıp büyük vurgunlarla muazzam sömürme-semirme dönemi diye okuyun) tıkanıklıklar baş göstermiş, “Enflasyon, bütçe açığı, cari işlemler açığı ve borç dinamiklerinde iyileşmeler durmuş, hatta yer yer geriye gidişler başlamıştır.”

Yine de AKP, çizdiği başarı tablosundan, öncekilerden farklı olarak başvurduğu bu yüzsüz taktikten taviz vermeye yanaşmıyor. 60. hükümet adına açıklanan program da, 2008 bütçesi de birer başarı ve pembe tablo destanı adeta. Fakat ne hikmetse “düze çıkan ekonomi, büyüyen refah” ile “tabana yayılan adalet”ten işçi ve emekçilerin payına hep sömürü ve sefalet, hep devlet terörü ve faşist baskı, hep yeni hak gaspları düşüyor. AKP’nin gerçeklerle bu denli kaba bir şekilde alay etmesini, işçi ve emekçilerin mücadele sahnesine çıkması durdurabilir ancak. Şimdiye kadar bu yöndeki çıkışlar süreklilik sağlayamadı. Çoğu, sendika bürokrasisi başta olmak üzere eldeki denetim aygıtları ve toplumsal-siyasal olaylar sayesinde manüple edildi.

Dünyada ve Türkiye’de sözü edilen tıkanma, daha şiddetli saldırılar gerektiriyor. Sermaye çevreleri bir itirafta bulunurken aynı zamanda bu ihtiyaca da işaret etmiş, deyim yerindeyse bindikleri atı kamçılamış oluyorlar. Hükümete yaslanmanın avantajıyla semirdikçe semiren özel sermaye gruplarının temsilcisi olarak AKP ise, kamçıdan önce şaha kalkmış durumda zaten. Bu şahlanışın ne anlama geldiğini, özel sektörün önünü açmak için yapılacak “reform”ları sıralayan Hazine’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek açıkça dile de getiriyor. Açıklamalara göre “Sosyal Güvenlik Reformu (SSGSS Yasası) ocak ayında Meclis’ten geçirilecek.” Yeni bir “istihdam paketi” açılacak. Özelleştirme hızlandırılacak. “Elektrik dağıtım ve üretim, Türk Telekom, Halkbank, Tekel, Otoyallar, Limanlar gibi bir çok şirket ve varlık özelleştirilecek.” Ayrıca “kapsamlı bir anayasa değişikliği ve kamu personel reformu geliyor.” Kısacası “Sermayenin güçlendirilmesi ve yasal altyapının iyileştirilmesi için ne gerekiyorsa” yapacaklarını söylüyor sermayenin bakanı Şimşek (2 Ocak ’08, Milliyet).

Burada istihdam paketi diye kapitalistlerin vergi oranını azaltıp prim payını kaldıran, işten atma özgürlüğünü genişleten, sınıfın ve ayrıca da kadın işçilerin işyeri doktoru, kreş, emzirme odası, spor alanı, hükümlü çalıştırma zorunluluğu gibi önemli kazanımlarını yok eden, bu koşullarda her şeyden önemlisi de kıdem tazminatına el uzatan bir saldırı dalgası kastediliyor. Bu kadar ağırını işçi sınıfı ve emekçi kitlelere kabul ettirebilmenin yolu da hazır. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’ten öğreniyoruz ki güya 2008’i işsizlik ve kayıtdışıyla mücadele yılı ilan etmiş AKP.

AKP’nin de gerçeklerle alay etmesinin bir sınırı var elbette. 2007’nin kıpırdamaları ve planlanan sözkonusu saldırıların işçi ve emekçilerde yaratması muhtemel tepkiler (ki bunun ipuçları da SSGSS’ye yönelik genel tepkiden, özelleştirme karşıtı hareketlenmeden, fabrikalardan yansıyan tekil eylemlerden vb. görülebilir) bu sınırın sermaye uşaklarının karşısına çıkarılmasını sağlayabilir.

Dünyanın karanlığa doğru gidişinde tartışmasız başrol oynayan ABD’nin, Türkiyeli uşaklarına biçtiği rolün gerekleri kendini dayattığında, TÜSİAD’ıyla, ordusuyla, AKP’siyle, CHP-MHP’siyle, medyasıyla sermaye iktidarının nerelere savrulacağını ise şeytan bilir. Henüz Kürt halkının acıları karşılığında yapılan kirli pazarlıkta uşakların hangi taahhütlerde bulundukları net değil. Fakat tahmin edilemez de değil. Ortadoğu batağında efendiye koltuk değneği olmak, yeni saldırılarda (örn. İran) koçbaşı görevini üstlenmek vb. görevler büyük olasılıklar olarak orta yerde duruyor.

Burada değinilen saldırı başlıkları ve siyasal alanı kesen vurgular, doğal olarak önümüzdeki dönemin gündemlerine de bir gönderme sayılmalı. Bugünden bu gündemler çerçevesinde etkili, sistemli, hedefli ve yoğun bir faaliyet örgütlemek, gelmekte olan Baharı hak ettiği gibi karşılamanın zorunlu bir koşuludur. Yalnızca karşılamak için değil, sonrasına köprü kurulamadan geride bırakılan takvimsel eylem günlerini sınıf ve emekçi kitle hareketine ivme kazandıracak köşe taşlarına dönüştürmek için de bugünden böylesi bir faaliyet gereklidir. Elbette ki komünistler açısından bu faaliyetin öncelikli zemini her yerde sınıf çalışmasıdır. Hem zaten mücadelenin her düzeyden toplumsal dinamiklerini ancak işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkması-çıkarılması ayağa kaldırabilir. Ve bu olmaksızın burjuvazinin savrulan pembe yalanlar eşliğinde gerçekleri tepetaklak ederek dayattığı yıkım ve karanlık engellenemez.

Saflarımızda bu konuda asgari bir bilincin ve kavrayışın olduğundan kuşku duymuyoruz. Gerek sınıf ve emekçi kitlelere yönelik faaliyette, gerekse bu temelde ortaya çıkacak imkanları doğru bir şekilde yakalayıp değerlendirmekte yaslanacağımız kuvvet, öncelikle ideolojik çizgimize dayanan bu sınıf bilinci olacaktır. Baharın öngünlerinde yürüttüğümüz faaliyetin bir yanı da bu bilinci sürekli bir biçimde bilemek ve yaygınlaştırmak olmalıdır. Böylelikle komünistler, karşılarına çıkan tüm gelişmelere, en genelinden en yerilene tüm imkanlara, sınıf çalışması zemininden sapmadan müdahale etmekte çok daha ileri deneyimlere imza atabileceklerdir.