11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gençlik hareketinden...

“Kameraya değil eğitime bütçe!”

İstanbul Üniversitesi yönetimi iki yıl önce Merkez Kampüs’e ve Fen-Edebiyat fakültelerine onlarca kamera yerleştirmişti. Bu dönem Avcılar Kampüsü de kameralarla donatıldı. Yaklaşık iki hafta önce de Yabancı Diller Fakültesi’ne birçok kamera yerleştirildi.

Kameralara karşı geçtiğimiz hafta yaptığımız “Kameraya el salla, artık izleniyorsun! F tipi üniversite istemiyoruz!” şiarlı pullardan sonra bu hafta da “Kameraya el salla, artık izleniyorsun!” başlıklı bildirilerimizi dağıttık. Ayrıca “Bir rektör öğrencilerini niçin gözetler? Güvenlik mi, denetim mi?” sorusunun yer aldığı bir anket ve röportajlar yapacağız.

Röportajların ve anketlerin sonucunda Yabancı Diller Fakültesinde yaptığımız röportajları gösterdiğimiz bir sinevizyon gösterimi ve söyleşiden oluşan etkinlik gerçekleştirecek ve kameralara karşı ne yapabileceğimizi tartışacağız.

İstanbul Üniversitesi-Yabancı Diller Fakültesi Ekim Gençliği


İzmir’de parasız eğitim paneli!

İYTE Öğrencileri ve Eğitim-Sen İzmir 3 No’lu Şube olarak ortak bir şekilde hazırlıkları “Parasız ve Bilimsel Eğitim İstiyoruz” başlıklı panelimiz başarıyla gerçekleştirildi. 

120 kişinin katıldığı panel Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi bir arkadaşımızın yaptığı konuşmayla başladı. Arkadaşımız YÖK’ün üniversiteler için ne anlam ifade ettiğini anlatarak onu ortaya çıkartan 12 Eylül faşist askeri darbesinin gençlik içinde yarattığı derin tahribatlara değindi. Ardından neoliberal dönüşümlerin üniversiteler üzerindeki etkilerinden bahsedilen sunumda bugün üniversitelerde herkesi “kocaman bir geleceksizlik” beklediği vurgulandı.

Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi N. Erkin Başer genel olarak bilimsel bir eğitimin nasıl olması gerektiğini anlattı. İYTE Yabancı Diller Bölümü Okutmanı Nihat Koçyiğit de meslekler üzerindeki dönüşümlerin GATS’tan ayrı düşünülemeyeceğini belirtti. Panelde, tüm bu sorunlara ve saldırılara karşı, birleşik bir hatta ortak mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Ekim Gençliği


İÜ’de Kamp-Üs satışı

İÜ yerelinde çıkarılan Kamp-Üs’ün 2. sayısının çıkması ile beraber yaygın bir dağıtım faaliyetine başladık. Diplomalı işsizlik, İÜ’de süren baskı koşulları, halkların kardeşliği konularını işlediğimiz bu sayımızı gerçekleştirdiğimiz satışla öğrencilere ulaştırdık. Edebiyat Fakültesi’nde, yemekhanede ve kantinde satış yaptık. Yaklaşık bir saat süren satışta 50 dergi satıldı. Hazırlık binasında da masa açarak yaklaşık 20 dergi sattık. Satışlar bittikten sonra yeni sayının değerlendirme toplantısını yaptık.

Önümüzdeki günlerde Vezneciler Kız Yurdu’na, Fen-Edebiyat, Yabancı Diller Fakülteleri’ne ve Merkez Kampüs’e yönelik de satışlar gerçekleştireceğiz.

İstanbul Üniversitesi Ekim Geçliği


Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!

H. Doğan

“Özgürlük” vaatleriyle koltuğuna kurulan YÖK Başkanı bir konuştu pir konuştu! “Bütün yasaklar kalkacak.” Duyan da YÖK Başkanı’nın başına geçtiği kurumdan başlayarak tüm antidemokratik uygulamaların köküne kibrit suyu dökecek sanır. Ama ne gezer daha dakika bir gol bir: “Asistanlar maaş almasın, asistanlık süresi emekliliğe sayılmasın, öğretim üyelerinin emeklilik yaşı 70’e çıkartılsın...” Ne yaman özgürlük ama! Bay başkanın özgürlüklerinin rengi de belli olmuş oldu. Neoliberalizmin emeğe saldırma özgürlüğü.

YÖK tarafından kurulan Ulusal Öğrenci Konseyi’nin genel kurulu sonrası öğrencilerle sohbet eden YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, “özgürlük” (!) vaatlerine devam ediyor:

“Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir.”

Kimler ola ki o belli sayıda insanlar? Herhalde kurayla belirlenmeyecek. Başkan konuşuyor: “Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir.” Demek ki parası olanlar üniversiteli olacak, ne güzel(!) Nasıl yapacakmış Bay başkan? “Üniversiteleri paralı yapalım, ihtiyacı olana burs verelim. Hiç olmazsa üniversiteler ayağının üzerinde dursun. Sonra, insanlar çalışınca bu parayı geri ödesin. Aynı Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan alınan kredi gibi. İsteyene 8 – 10 bin YTL kredi versek, sonra bunu bize geri ödese. Neyse borcu... ABD’de olduğu gibi, mezuniyetten sonra ödesin.”

Üniversiteler paralı olursa haliyle parayı veren üniversite kapısından içeri girecek. Parası olmayıp ta ille de okuyacağım diye tutturanlar da borç alacaklar tefeci başkandan. Sonra iş bulabilirse çalışıp ödeyecekler. Üniversiteyi bitiren gençlerin birçoğunun işsiz olduğu, daha har(a)ç parasıdır, öğrenim kredisidir vs. borçlarını ödeyemediği ve her gün o borçların katlanarak sırtına yüklendiği bir durumda bu gençler neyine güvenip de paralı üniversite okumak için borç alacak? Var mı böyle bir babayiğit? Ömrünün yarısını okul okuyarak geçirecek geri kalanını da bizim tefeci başkana borç ödeyerek. Eee hangi ara insanca yaşayacak? Ama Başkanın ve onun hizmet ettiği sermaye sınıfının işçi ve emekçi çocuklarına biçtiği rol aslında bu kadarla sınırlı da değil.

“Bunun ideali, hiç kimseyi üniversiteye taşımamak. Sadece belli sayıda insanı taşımak. Diğerlerini, yüksek teknik okullara ve yüksek meslek yüksekokullarına yönlendirmek. Ara elemana ihtiyaç var. İstihdam sorunu çözülür.”

Evet, Bay başkanın derdi hiçbir emekçi çocuğunu üniversiteye sokmamak. Onlar olsa olsa sermayenin çıkarlarına uygun ucuz nitelikli ara eleman olabilirler. İşte başkanın büyük “özgürlük” düşü! Başkan beyin bozuk Türkçe’siyle ağzından dökülenlerin özü esası bu! Ve Başkanın uşakça hizmetkârlığını yaptığı sermaye sınıfının asıl amacı da üniversiteleri tümden sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak yapılandırmak ve bilim üretmesi gereken üniversiteleri ticarethaneleştirerek içindekileri de müşterileştirmektir. Ticarethanelerinin başına da kendi sınıfının mensuplarından tüccarlar yetiştirmektir.

Bay başkanın bu açıklamalarına ilk tepkiler de gelmeye başladı. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere: “Vahşi kapitalist sistemin önerisi. ABD ve Türkiye’de kişi başına düşen pay ortada. Türkiye’de yoksulluk diz boyu. Gelir düzeyinin adaletsiz olduğu bir ülkede, üniversitelerin paralı hale getirilmesi sınıfsal ayırıma yol açar.”

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Alparslan Işıklı: “Bu, öğrenciyi müşteri yapma yönündeki bir anlayışın belirtileridir. Sosyal devlet, okuyandan para almaz. ABD’deki sistemi taklit etmek için oranın olanaklarına sahip olmak gerek.”

Bu tepkiler anlamlı olmakla birlikte yetersiz ve çarpık bir yan da taşımaktadır. Çünkü tüm adaletsizliklerin kaynağı kapitalist kar düzenidir. Amerika’da ya da bir başka emperyalist- kapitalist ülkedeki gelir düzeyinin bize oranla yüksekliği, hiç de eğitimin paralı hale getirilmesini meşrulaştırmaz. Mesele gelir düzeyindeki adaletsizlikte değil, bir bütün olarak sistemin kendisindedir. Zaten neoliberal saldırı politikalarının mimarları da ABD ve AB’deki emperyalist tekeller ve onların devletleri değil mi? Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından zincirlerinden boşanarak, “sosyal devlet”lerinin ruhuna fatiha okuyanlarda kendileri değil miydi?

Yıllardır sosyal devlet yalanının ardına sığınarak uyguladıkları neoliberal saldırganlıklarını artık açıkça savunmaktadırlar. Yoksa ne bu saldırılar yeni ne de o ardına gizlendikleri sosyal devletleri bu saldırının önünde engel. Bugün saldırganlıkta pervasızlaşmalarının gerisinde bir yanıyla emperyalist dünya sistemine entegrasyonun sancıları varken, bir yanıyla da işçiler, emekçiler ve onların genç kuşaklarının örgütsüzlükleri ve tepkisizlikleri vardır.

Başkanımızın bir de takiye diye bir derdi var! Bir öğrencinin, “Neden, bu yöntemle başlama ihtiyacı duymadınız da üniversite sayısını artırma yolunu seçtiniz?” sorusu üzerine, “Çünkü bunu söylersek daha geldik, üç haftada, herhalde beni oradan çabuk indirirler diye” cevap veriyor. Takiyeyi Tayyip hocasından öğrenmiş olacak ki -ne de olsa ilk koltuğa oturduğunda belli konularda konuşmaması için Tayyib onun kulağına fısıldamıştı: “aman Hocam ipimizi çekerler”- epey mahir bu konuda. Ama tasalanması boşuna, çünkü hizmet ettiği sermaye sınıfına kendisi gibi uşaklar lazım, zaten öyle biri olmasa orada işi ne. Bay başkan seni ve senin gibi tüm sermaye uşaklarını o hizmet ettiğiniz sermaye düzeniyle birlikte tarihin çöplüğüne atacak bir güç var, o güç ise “ara eleman” olarak rol biçtiğiniz işçi sınıfı ve emekçi çocuklarıdır.

Ruhunu kapitalist piyasada pazara çıkarmış bir sermaye uşağının özgürlüğünün ne menem bir özgürlük olduğu biz komünistler, devrimciler ve ilericiler için zaten bilinen bir şeydi. Sermayenin yıllardır adım adım uyguladığı saldırganlıklarının işçiler ve emekçiler için ne anlama geldiği bizim için açık olmasına rağmen, bizler hala daha bu saldırıların mahiyeti üzerine işçiler ve emekçiler ve onların genç kuşakları içinde etkin bir çalışma yapabilmiş, onları sermaye sınıfına karşı örgütlü mücadeleye sevk edebilmiş değiliz. Tam tersine sermaye sınıfı kendi cephesini tahkim etmiş durumdadır. Bir yandan AKP eliyle ve dinci gerici seremoniler eşliğinde gözlerine mil çekilen, bir yandansa şoven kudurganlıkla zehirlenen işçi-emekçiler ve onların genç kuşakları sermayenin saldırılarına seyircileştirilmiştir.

Önümüzde zor ama bir o kadar da onurlu bir görev duruyor: İşçi sınıfını, emekçileri ve onların genç kuşaklarını sermayenin karşısına dikmek... “Sınıfa karşı sınıf!” şiarını ete kemiğe büründürmek... İşte o zaman, şimdilerde sermaye uşaklarının, bizleri oyalamak, kandırmak için kullandıkları “özgürlük” kavramının içini emeğe yakışır bir güzellikte doldurabileceğiz.


“Özcan istifa!”

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın “Üniversite’ye herkesin gitmesi gerekmez ve bedavaya okul olmaz” açıklamalarını Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Araştırma Görevlileri Derneği ve Gneç-Sen, 9 Ocak’ta Beyazıt Meydanı’nda saat gerçekleştirdiği eylemle protesto etti.

“Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Şube” pankartı ve Genç-Sen flamalarının açıldığı eyleme 100 öğretim görevlisi ve öğrenci katıldı.

İlk önce Eğitim-Sen Başkanı Alaatin Dinçer bir açıklama yaptı. Ardından Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu adına Tahsin Yeşildere konuştu.

Yeşildere, YÖK düzeninin üniversiteler üzerindeki etkisinin yaygınlaşarak sürdüğünü, üniversitelerin akademik özgürlüğünü ve idari özerkliğini kaybettiğini, mali sorunlarını piyasa koşulları içerisinde çözme durumuyla karşı karşıya kaldıklarını ifade etti.

Yeşildere taleplerinin, üniversitelerin biran önce özgürlükçü, katılımcı ve özerk bir yapıya geçmesini sağlayacak anayasal reformların yapılması olduğunu ifade etti ve tüm üniversite bileşenlerini bu yolda mücadele etmeye çağırdı.

Daha sonra Araştırma Görevlileri adına Berke Özenç bir açıklama yaptı.

Ardından Genç-Sen yaptığı açıklamada YÖK başkanının sözleri kınandı.

Eylem boyunca, “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “Parasız eğitim, parasız sağlık!”, “Müşteri değil öğrenciyiz!”, “Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!”, YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!” ve “Özcan istifa!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/ İstanbul