11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…

Askeri savcı da askerlerin kurtulmasına “sevin(e)medi”

21 Ekim 2007 Hakkâri Dağlıca’da çıkan çatışma sonucu HPG güçlerince esir alınan 8 asker serbest bırakıldıktan sonra TSK tarafından hemen sorguya alınmış, daha sonra da tutuklanmışlardı. Şimdi ise haklarında ömür boyu ve 3 ila 5 yıl arasında değişen hapis cezası istemiyle dava açılmış durumdadır.

Askeri savcının hazırladığı iddianameye göre, ömür boyu hapis istemiyle yargılanacak olan er Ramazan Yüce’nin “Kürtçe bilmesi, diğer askerlere nazaran teröristlerle daha samimi gözükmesi, kaçırılmaktan memnunmuş gibi davranması”, diğer askerlerinse “memuriyet görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek, büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar” ve “yurtdışına firar” gibi “suçlarından” yargılanması talep ediliyor. 70 gündür Van Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan askerlerin ilk duruşmalarının 1 Şubat’ta yapılacağı açıklandı.

Askeri savcılığın iddianamesinin son derece keyfi ve yer yer gülünç ithamlarla hazırlanmış olması, burjuva medyanın kimi köşe yazarları tarafından bile eleştiri konusu edilmektedir. Ancak 8 askerin kaderi, çatışmada esir alındıkları daha ilk anda, başta Genelkurmay olmak üzere sermaye devletinin tüm yönetici güçlerinin ortak tutumuyla belirlenmişti bile.

Çatışmanın kamuoyuna yansıtıldığı ilk saatlerde esir alınan askerlere dair haberlerin duyulmasına rağmen Genelkurmay’ın bunu doğrulamaması, bu askerlere ilişkin yaklaşımın da en açık ve somut göstergelerinden biriydi. Zira Genelkurmay’a göre bu askerler çoktan zayi listesine eklenmişti ve mümkün mertebe kamuoyu tarafından da öyle bilinmesi arzu ediliyordu. Hatta askerlerin HPG güçlerince sağ salim götürülmesinin engellemesi için yoğun bir bombardıman da uygulanmıştı. Askerlerin esir alınmasındansa her ne suretle olursa olsun öldürülmeleri Genelkurmay’ca arzu edilen en iyi sonuç olacaktı.

Ancak bu emellerine varamayacaklarını anladıkları andan itibaren ve de karşı tarafça bu olayın zaten kamuoyuna yansıtılacağının bilinciyle, bir süre sonra askerlerin esir düştüğü kabul edildi. Aslında Dağlıca’daki çatışma gerçekleşme biçimi ve zamanlama açısından kafalarda birçok soru işareti uyandırmasına rağmen sermaye devletinin topluma empoze ettiği şovenizm zehri içerisinde bu sorular unutuldu, unutturuldu. Sermaye devleti bu çatışma üzerinden başta efendisi ABD’ye ve dünya kamuoyuna karşı “sabrımız taşıyor”, “vatandaşlarımıza hâkim olamıyoruz” mesajları vererek sınır ötesi bir operasyon için vize koparma amacını gütmekteydi. Nitekim başta sermaye medyası olmak üzere devletin tüm kurumlarının işbirliğiyle bu yönde büyük bir kampanya başlatıldı ve sokaklara linç kültürü yeniden hâkim kılındı.

Bu tablodan fazlasıyla hoşnut olan Genelkurmay’ın rahatını bozan tek şey ise emrindeki askerlerinin esir düşmesi ve buna engel olamamasıydı. Bu sonucun Genelkurmay nezdinde iki anlamı vardı; birincisi, NATO’nun ikinci büyük ordusu olmakla övünen TSK’nın uzun süredir PKK’nın açık bir savaşa girmekten korkup ancak uzaktan mayın patlatmalar yoluyla savaşabildiği yönündeki propagandasının böylelikle boşa düşmesiydi. Nitekim çatışmanın kamuoyuna yansıdığı ilk anlarda Genelkurmay’a da yakınlığıyla bilinen kimi burjuva kalemşorların “hayretler içinde” bunu sorgulaması, sonrasında başlatılan şovenist kampanyayla birlikte adeta bıçakla kesilircesine birden bire durduruldu.

İkincisi ise, esir askerlerin çatışmaya ve sonrasına ilişkin yapacakları açıklamaların kendi yalanlarını açığa çıkaracağından duydukları endişeydi. PKK tarafından esir askerlerin görüntülerinin yayınlamasıyla birlikte hemen buna karşılık olarak kamuoyunda askerleri hedef alan karalama kampanyalarına hız verildi. Bu noktada düzen medyası bir kez daha üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirerek esir düşen askerleri “köstebek”likten, “ihanet etmek”ten tutun da, “PKK’ya üye” olmaya kadar bir dizi ithamla topluma yansıtmış oldu. Şovenizm zehriyle sersemletilen kitlelerin önüne “linç edilecek” yeni hedefler sunuldu.

Ancak esir askerlere ilişkin sermaye devletinin yaklaşımını tüm iğrençliğiyle olduğu kadar en açık bir şekilde ortaya koyan, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin oldu. Şahin, bazı DTP milletvekillerinin arabuluculuğu sayesinde serbest bırakılan askerler üzerine “kurtulmuş olmalarına sevinemedim” diyerek, askerlerin düpedüz ölmüş olmalarını yeğlediğini açıkladı. Böylelikle esir düşen askerlere dönük toplumda başlatılan “psikolojik harekâtın” nasıl düzenin tüm güçlerinin elbirliğiyle yürütülmüş olduğunun güzel bir örneğini vermiş oldu.

Şovenizm ile bilinci dumura uğratılan toplum, sermaye devletince lanetlenmiş askerlerin başına geleceklerle de pek ilgilenmeyeceği için gerisini halletmek çok daha kolay olmuştu. Önce askerlerin rutin bir sorguya alındığı ifade edilip, konunun gündemden düşürülüp soğutulması hedeflendi. Daha sonra da askerler çatışmaya ve yaşadıklarına ilişkin açıklamalarının kamuoyuna yansımasının engellenmesi için tutuklanıp tecrit edildiler. Şimdi ise çeşitli “suçlardan” yargılanarak hapsedilmeleri gündeme getirilmektedir. Kısacası sermaye devleti, sağ kalmalarına engel olamadığı askerlerini hapsederek, mezarda koruyacakları suskunluğunu hapiste de devam ettirmelerini amaçlamaktadır. Bu yüzden de tutuklanan asker ailelerinin vatana bağlı oldukları yönündeki hiçbir açıklamanın sermaye devleti nezdinde bir anlam teşkil etmeyeceği açıktır.

Kürt kimliğinden kaynaklı PKK üyesi olmakla itham edilen ve ömür boyu hapis istemiyle yargılanan er Ramazan Yüce’nin birliğin telsiz dinleme ve kestirme görevlisi olarak çatışma öncesinde verdiği raporun “akıbetinin bilinmemesi” ortada dönen oyunun içi yüzünü de olduğu gibi açıklamaktadır aslında.

Dağlıca’da yaşanan çatışma ve sonrasında 8 askerin esir alınmasıyla gelişen süreç, sermaye devletinin Kürt halkına karşı izlediği imha ve inkâr politikasının gerçek yüzünü bir kez daha sergilemesi bakımından çarpıcı bir örnektir. Bu kirli savaşta tüm milliyetlerden yoksul emekçi halkın nasıl alet edildiğinin de ibret verici bir örneğidir aynı zamanda. “Mehmetçiğin bir damla kanı” üzerinden “vatan-millet” edebiyatı yapanlar, ölen askerlerin yoksulluğu özerinden demagoji yapanlar, sırası gelince “kurtulmuş olmalarına sevinemedim” diyerek küstahça açıklamalarda bulunmaktadırlar. Zira onlar için yoksul emekçi çocukları fabrikalarda ucuz iş gücü, askerlikteyse ucuza mal olan canlardır. Dün nasıl Kore’de “Mehmetçik kanı” emperyalistlerin hizmetinde üç kuruşa pazarlandıysa, bugün nasıl işçi ve emekçi gençler kardeş bir halkın katliamına ortak ediliyorsa, yarın da yine aynı şekilde emperyalizmin hizmetinde Ortadoğu halklarına karşı pazarlanacaktır.

Sermayenin bu kanlı çarkını durduracak olansa her milliyetten işçi ve emekçilerin “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıyla yükselteceği ortak mücadele olacaktır.



Bakırköy’de SSGSS eylemi...

İstanbul’da oluşturulan platformun SSGSS saldırısına karşı yerellerde örgütlenecek mücadele çerçevesinde oluşturduğu bölge platformları eylem ve etkinliklerine başladı.

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun Bakırköy ayağı 9 Ocak’ta gerçekleştirdiği basın açıklaması ve yürüyüşle SSGSS’ye karşı mücadele çağrısı yaptı. Bakırköy Yenimahalle Doğumevi Poliklinikleri önünde toplanan platform bileşenleri, hasta yakınlarının katılımı ve yoğun ilgisiyle eylemlerini gerçekleştirdiler.

Basın açıklamasını platform adına Hava-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Eylem Ateş yaptı. Tasarının yasalaşması halinde ‘parası olanın parası kadar emeklilik ve sağlık hakkına sahip olacağı’ şartının emekçilere dayatılacağını ve sermayeye yeni kâr alanları sağlayacağını söyledi. Açıklamada dünyanın çeşitli yerlerinde halkın tepkileri ile püskürtülen benzer tasarıların Türkiye’de muhalefetin tepkisiyle püskürtülmesi gerektiğinin altı çizildi.

Açıklama şu sözlerle devam etti: “Ekonomik Sosyal Konsey toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘Bu süreçte bazı kesimlerin fedakarlıkta bulunması gerekebilir’ derken bir kez daha faturayı emeğiyle geçinmek zorunda olan geniş emekçi kesimlere ve onların ailelerine çıkartıyor.”

Açıklamanın son bölümünde sağlık hakkının gaspına karşı birlikte mücadele çağrısı yapılarak tasarının yasalaşması halinde yaşanacak hak gaspları maddeler halinde sıralandı. Açıklamanın sona ermesinin ardından SSGSS karşıtı bildirilerin dağıtımı Bakırköy Özgürlük Meydanı’na yürünerek yapıldı. “Herkese sağlık güvenli gelecek!” yazılı önlüklerle yapılan yürüyüş ve bildiri dağıtımı boyunca çevredeki insanlara mücadele çağrısı yapıldı, sloganlar atıldı. Açıklamaya ve bildiri dağıtımına 100’ü aşkın kişi katıldı. Açıklama sırasında birçok hasta yakını da eyleme destek verdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Esir askerler hakkında skandal dava!

Siyasi davaya karşı siyasi dayanışma ve mücadele!

PKK’ye esir düşen 8 asker meselesi sorun olmaya devam ediyor. Askerlerin esir düştüğü çatışmanın ardından, bir süre ‘kayıp’ açıklamalarıyla idare etmeye çalışan devletin, esaretin ortaya çıkmasıyla birlikte ‘ölüm duası’na durduğu ise çok geçmeden anlaşılmıştı. Askerlerin sağ-salim geri verilmesiyle birlikte, devlet katından yapılan açıklamalar, bu ölmeme halinden ne kadar telaşa düştüklerini gösteriyordu.

Nitekim telaşa düşmekte pek de haksız olmadıkları hemen anlaşıldı. Serbest bırakılmış askerlerden bazılarının yaptığı kimi açıklamalar, devlet katında arzulanan Kürt düşmanı propagandadan uzak, hatta ‘Kürt dostu’ propagandaya gayet açıktı. Ve bu, elbette, esir düşmeleri yetmediği gibi bir de sağ salim geri dönmüş olan askerlere bunun bedelini ödetmenin yani gerçek teröristin kim olduğunu göstermenin fırsatı olacaktı.

İşkenceli sorgulardan sonra tutuklanan askerler, “PKK propagandası” yapmaktan yargılanmaya başladılar.

Askerler hakkında açılan dava iddianamesinde öne sürülen gerekçeler, bunun yine baştan ayağa siyasi bir dava olduğunu ortaya koyuyor. Ve elbette, başka pek çok siyasi davada olduğu gibi, yine hukuk skandalları eşliğinde cezalar yağdırılacak. Ama kuşkusuz, cezanın ağırı Kürt kökenli askerlere kesilecek. Diğerleri ise, sadece, öleceklerine teslim olmalarının karşılığı cezalarla ‘terbiye’ edileceklerdir.

Bu konunun devleti bu derece öfkelendirmesi, önce 8 askerini gözlerinin önünde esir kaptırmasıyla ilgili. Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın en güçlü, NATO’nun bilmem kaçıncı en güçlü ordusu üstüne yapılan onca propaganda, onca reklam bir çırpıda yerle bir olmuştur. Ancak bozulan sadece devletin imajı değildir. Aynı zamanda, PKK için çizmeye çalıştıkları karanlık tabloyu da bozmuştur esir askerler. Teröristlerin elinde en küçük bir eziyet çekmedikleri, işkence görmedikleri, gerek yayınlanan fotoğraflar, gerekse serbest kaldıktan sonraki açıklamalarında herkes tarafından görülmüş bulunuyor. Üstelik, PKK’nin serbest bırakması ardından bu kez terör devleti tarafından esir alınan aynı askerler, gerçek terörü burada tanımış bulunuyorlar.

Burada da görüldüğü gibi, terör devleti psikolojik savaşta sadece itiraf ettiği alanlarda değil, başarılı olduğunu sandığı alanlarda da hezimet üstüne hezimet yaşıyor. Ancak kimseleri suçlama hakkı yok. Bu başarısızlıkları tümüyle kendi gayretleri, kendi marifetleriyle kazanmaktadır. PKK’nin bu olaydaki tek ‘yardımı’, esirlerine kötü davranmamak olmuştur. Kirli savaşın psikolojik ayağındaki başarısızlıklarını, ‘insan hakları’ gibi kavramları yeterince ‘kullanamamak’ olarak tarif eden Genelkurmay Başkanı, salt açıklamasındaki ‘kullanma’ ifadesiyle haklar arasındaki tezat nedeniyle bile ve sadece düzen cephesinde dahi yeterince eleştirilmişti. Ancak eleştiriciler, buradaki aslında bir çıkmazı ifade eden çaresizliği pek görmek istemedi. Kullanamamaktan yakınıyordu Genelkurmay Başkanı. Kullanamıyorlardı, çünkü sık sık, çok sistemli ve çok da kirli biçimde ihlal etmek zorundaydılar. Tıpkı, şimdi sermaye devletinin esiri olan askerlere yaptıkları gibi.

Bu askerler insan. Onların da tüm insanlar gibi bir takım hakları var. Şimdi ayaklar altında çiğnenen bu haklar, kontracı sermaye devletinin de güya tanıdığı uluslararası anlaşmalarla güvence altındadır. Ancak, hakları yazanlar da, sonradan tanıyanlar da yaptıklarına çoktan pişman oldukları için hepsini unutmayı, yok saymayı tercih ediyor.

Bu skandal dava hakkında uluslararası camia denen emperyalist dünyadan tık çıkmıyor.

Çıkmasını beklemek de gerekmiyor.

Hak ve özgürlük, sadece kullanma söz ve eylemiyle değil, verme söz ve eylemiyle de temelden çelişir. Haklar, sadece ve sadece, fiili-meşru mücadelenin gücüyle alınır ve kullanılır. Hak ihlalcilerine ise ancak onu tanıma zorunluluğu düşer.

Esir askerler davası skandalına karşı mücadele ve onlarla dayanışma, genel hak ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalı ve güçlendirilmelidir.


SSGSS’ye karşı faaliyetlerden...

GOP İşçi Platformu’ndan panel!

GOP İşçi Platformu olarak yürüttüğümüz SSGSS yasa tasarısı karşıtı çalışmamız çerçevesinde, 6 Ocak günü Eğitim Sen 4 No’lu Şube’de panel gerçekleştirdik. Panelin ön sürecinde “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek” platformunun çıkardığı bildirileri ve GOP İşçi Platformu imzalı çıkardığımız el ilanlarını dağıttık. Yine panelin duyurusunu yapan ilanları Elmabahçesi başta olmak üzere bir çok yere astık, SSGSS üzerine işçilerle sohbetler gerçekleştirdik.

Panele İTO’dan Dr. Nazmi Irgat katıldı. Irgat, SSGSS yasa tasarısı hakkında canlı ve akıcı bir sunum gerçekleştirdi. Ardından Platform temsilcisi SSGSS yasa tasarısına karşı mücadele ve görevlerimiz ekseninde sunumunu yaptı. Konuşmaların ardından sohbete geçildi. GOP yerelinde oluşturulacak SSGSS karşıtı ortak çalışmaya sunulmak üzere fikirler oluşturuldu ve karara bağlandı.

Toplantıya katılan işçilerin önerileriyle oluşturulan SSGSS karşıtı çalışma programımızı önümüzdeki günlerde fabrikalar başta olmak üzere işçi ve emekçi semtlerinde daha güçlü yürütecek asgari bir zemine kavuşmuş bulunuyoruz

GOP İşçi Platformu


Topkapı’da SSGSS toplantısı

Topkapı’da 5 Ocak akşamı SSGSS Yasa Tasarısı ile ilgili bir işçi toplantısı gerçekleştirildi. İşçi Derneği’nin örgütlediği toplantıda, Haber-Sen temsilcisi, bir sağlık çalışanı ve dernek çalışanı bir işçi sunum yaptılar. Toplantı, “Topkapı işçileri yeni sosyal güvenlik yasasını tartışıyor” başlıklı bir afiş çalışmasıyla duyuruldu.

Toplantıda ilk konuşmayı yapan işçi arkadaş, tarihsel süreç içerisinde sosyal güvenlik kurumlarının nasıl içinin boşaltıldığını ayrıntılı olarak anlattı. Onun ardından söz alan sağlık çalışanı ise sunumunda oldukça canlı örneklerle sağlığın özelleştirme sürecini anlattı. Oldukça açıklayıcı ve aydınlatıcı olan konuşması işçiler tarafından ilgiyle dinlendi. Son olarak konuşan Haber-Sen temsilcisi ise, saldırı karşısında mücadelenin ve birlikteliğin önemine vurgu yaptı.

Sunumların ardından toplantıya katılan diğer işçiler de görüşlerini ortaya koyarak çeşitli tartışmalar yürüttüler.

Kızıl Bayrak/İstanbul


OSİM-DER’de SSGSS paneli

SSGSS’ye karşı bölgemizde “Sağlıkta Yıkıma, Mezarda Emekliliğe Geçit Yok” şiarı ile yürüttüğümüz çalışmalar sürüyor. OSB-İMES işçilerini mücadeleye çağıran afişlerimiz ve bildirilerimizle başlattığımız çalışma kapsamında 5 Ocak günü OSİM-DER’de panel düzenledik. Panelin duyurusunu hafta boyu yaptığımız afişler ve dağıttığımız el ilanları ile bölgemizdeki işçilere ulaştırdık.

“Sermayenin asgari ücret politikası”, “SSGSS Yasa Tasarısı Ne Getiriyor” başlıkları altında yaptığımız panele İstanbul Tabip Odası temsilcisi Nazmi Irgat, DİSK Genel-İş İstanbul 3 No’lu Bölge Şube Başkanı Veysel Demir katıldı. Panelin ilk bölümü Irgat’ın barkovizyon eşliğinde yaptığı, sağlık alanındaki dönüşümleri anlatan canlı sunumuyla başladı. Irgat sunumunu 13 Ocak Kadıköy Altıyol’da yapılacak eylemin duyurusu ile bitirdi.

Soru-cevap kısmı ve verilen aranın ardından panelin ikinci bölümüne geçildi. İkinci bölümde söz alan Veysel Demir, tasarının yasalaşması durumunda mezarda emekliliğin bile hayal olduğuna değindi. İşçilerin yeni yasa ile birlikte birçok hakkının tırpanlanacağına değinen Demir, sermayenin adım adım özelleştirme politikalarını hayata geçirdiğini ve işçi ve emekçilerin bu süreci bir adım geriden takip etmek zorunda bırakıldığını belirtti.

Panel 13 Ocak’ta yapılacak eyleme ve haftaya dernekte düzenlenecek olan film gösterimine çağrı ile bitirildi. Panele 25 kişi katıldı.

OSİM-DER’den işçiler