11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gürcistan seçimleri…

“Renkli devrim” safsatasının çöküşü

Gürcistan, CIA-Soros-düşkün işbirlikçileri gerici koalisyonu tarafından tertiplenen “renkli devrimler”in “parlak” bir örneği kabul ediliyordu. 2003’te yaşanan olaylar sonucunda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önceki dışişleri bakanı Şaverdnadze başkanlığındaki baskıcı-yozlaşmış rejimin kitlelerde yarattığı tepkiyi de peşine takan gerici koalisyon, ABD eğitimli-CIA güdümlü Mihail Saakaşvili’yi devlet başkanlığı makamına taşımıştı.

ABD ile batılı müttefiklerinin Gürcistan’a “özel önem” atfetmesi boşuna değil elbet. Zira geçmişte CIA’nın organize ettiği askeri faşist cuntalarla yönetimleri deviren ABD, bu defa “kitle desteği”ni ardına alan “demokratik” seçimle başa geçen soysuzlaşmış işbirlikçileriyle bu amacına ulaşmıştı. Bu toz duman için CIA’nın organizasyonu ve Soros’un doları meşruluk açısından pek bir sorun da yaratmamıştı.

“Gürcistanlı Hamit Karzai” rolündeki Saakaşvili’nin başa geçmesi, Washington’daki savaş kundakçıları açısında başarılı bir “sivil darbe” olsa da, Gürcistanlı emekçiler için durum farklıydı.

Gürcistan’da yaşanlar, CIA-Soros patentli rejimlerin demokrasiyi ihya edeceği masallarının anlatılması için uygun bir fırsattı. Oysa demokrasi adına atılan nutukların kaba riyakârlık gösterilerinden öte bir anlam taşımadığının anlaşılması için Saakaşvili karşıtı muhalefetin sokağa inmesi yeterli oldu. ABD yetiştirmesi başkanın sokağa inen muhalefete yanıtı sıkıyönetim oldu. Kolluk kuvvetlerini muhaliflerinin üzerine salan Saakaşvili başkanlığındaki yönetim, sıkıyönetimle “demokrasiyi” güvence altına alarak, savaş makinesiyle demokrasi ihraç eden Washington’daki efendilerini bu konuda da örnek aldığını gösterdi.

Geçe yılın Kasım ayında doruğa çıkan hükümet karşıtı kitle gösterilerini devlet zoruyla bastırmak, yönetimin sorunlarını çözmeye yetmedi. Sıkıyönetim ilanına rağmen dinmeyen kitle gösterileri, Saakaşvili’yi erken seçim kararı almaya zorladı. Muhaliflerin yolsuzluk yapmak ve yetkileri tek elde toplamaya çalışmakla suçladığı Saakaşvili, Rusya’nın muhalefeti kışkırttığını iddia ederek kirli sicilini aklamaya çalıştı.

5 Ocak’ta yapılmasına karar verilen seçimler öncesinde de Gürcistan’da gerginlik devam etmiş, muhalif partiler, Saakaşvili’yi seçime hile karıştırmaya hazırlanmakla suçlamıştı. Saakaşvili suçlamaları reddetse de, muhalefet bu iddiasında ısrarlıydı. Nitekim muhalefet partileri seçimler sonrasında da yolsuzluk iddialarını sürdürdüler. Saakaşvili’nin seçimden önce başkent Tiflis’te toplanan taraftarlarına yaptığı konuşmada, Gürcü demokrasisinin hala hayatta olduğunu göstermenin gerekliliğinden söz etmesi, kendi yönetiminin meşruluğu konusunda tereddütlü olduğunu gözler önüne serdi.

Hal böyleyken, katılımın yüzde 46 sınırlarında kaldığı seçimlerden Mihail Saakaşvili galip çıktı. Aldığı oyların yüzde 50’yi geçtiği, böylece Saakaşvili’nin koltuğunu koruduğu bildirildi. Buna göre Saakaşvili, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 25’inin oylarıyla devlet başkanlığı koltuğunda oturmaya devam edecek.

Bu arada Saakaşvili başkanlığındaki Amerikan uşakları, el çabukluğuyla seçimlere referandum işlevi yükleyerek, Gürcistan’ın NATO üyesi olması için “halkın onayı”nı almayı da başardı.

Bu kadarlık başarıyı ABD başkanlık seçimlerini taklit ederek sağlayan Saakaşvili liderliğindeki Amerikancılar’ın, “büyük bütçeli” bir seçim kampanyası yürüttüğü bildirildi.

Belli ki “Soros’un doları” bu seçimde de işe yaramış.

Tiflis’teki Amerikan uşakları zaferlerini ilan etseler de, muhalif partiler seçim yolsuzluklarını protesto eden eylemler düzenliyor. Seçim ertesinde sokağa çıkan muhalif lider Gaçeçiladze’nin 10 bin taraftarı yoğun kar yağışına rağmen Tiflis’te Saakaşvili’yi protesto etti.

Kalabalık gözlemci heyetiyle seçimleri izleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT’in Saakaşvili’ye “vize” vermesi, muhalefet partilerini ikna etmedi. AGİT’i eleştiren Rusya da birçok yolsuzluğun görmezden gelindiğini savundu.

Göründüğü kadarıyla seçimlerin erkene alınması, Gürcistan’daki rejim krizini aşmaya yetmeyecek. Ülke nüfusunun dörtte birinin oylarıyla işe devam etmek isteyen Saakaşvili başkanlığındaki ABD işbirlikçilerinin işi pek kolay görünmüyor. Buna karşın muhalefetin parçalı tablosu, Amerikancıların işini şimdilik kolaylaştırıyor.

Bu tablo, “renkli devrimler” safsatasının beklenenden de erken çöktüğünü gözler önüne sermektedir. Farklı olması da mümkün değildir zaten. Zira bir ülkenin çoğunluğunu oluşturan emekçileri hedef alan hiçbir yönetim uzun süreli bir istikrara kavuşamaz. Emperyalizme uşaklık eden her yönetim emekçi düşmanlığı yapmak zorundadır.

Belirtmek gerekir ki, iktidar-muhalefet çatışmasında Gürcistanlı emekçiler adına söylenen sözlere henüz rastlanmıyor. Dolayısıyla çatışma her yönüyle düzen içidir. Emekçilerin en azından bir kısmı yazık ki, çatışan gerici tarafların destekçisi durumundadır. Bundan dolayı, şu veya bu gerici akımın değil, kendi adına söz söyleyene kadar Gürcistanlı emekçiler lehine herhangi bir gelişmenin olması beklenmiyor.


Polonya madenlerinde grev dalgası 

Polonya’da Kompania Weglowa kömür madenlerinde süresiz grev, son anda hükümetin işçilerin talebi olan %15 ücret artışını kabul etmesi üzerine durduruldu. Budryk madenlerinde ise grev sürüyor.

Polonya’da 17 Aralık’ta da 12 sendikanın yaptığı çağrıya uyan 40 bin madenci 24 saatlik uyarı grevine gitmişti. Polonya kamu sektöründeki 3 kömür madeninden en büyüğü olan ve 95 madencinin çalıştığı Kompania Weglowa’de madenciler 19 Aralık’ta grev komitesi oluşturmuş ve 7 Ocak’ta 16 maden ocağında “biz toplumda saygın ve onurlu bir yer için mücadele ediyoruz” diyerek süresiz greve gidileceğini ilan etmişti.

2400 madencinin çalıştığı ve Polonya’nın en modern ocağı olarak bilinen Budryk’te de madenciler 17 Aralık’ta greve gitmişlerdi. 24 Aralık’ta 400 madenci, ocağı işgal etti. Madenciler Noel bayramında grevdeydiler. İşçilerin mücadelesi o günden bu yana sertleşerek sürdü. Hükümetin gizli servisi araya sokması bile madencilerin mücadele kararlılığını kıramadı. 2 Ocak’ta hükümet grevin legal olmadığını söyleyerek yeraltında işgal eylemini sürdüren madencilerin ihtiyaçlarını karşılayan asansörleri durdurdu ve ocakların güvenliğinden sorumlu kişileri geri çekerek durumu daha da sertleştirdi. Ama tüm bu provokasyonlar madencilerin kararlılığını bozamadı.

Solcu mücadeleci “80 Ağustos’u” ve “Kadra“ sendikalarında örgütlü Budryk madencilerinin temel talebi eşit işe eşit ücret. Budryk madeninin JSW’ye dahil edilmesi üzerine Budryk madenlerinde çalışanlar JSW madencileri ile aynı ücreti almak istiyorlar. Sendika ayrıca tüm Polonya’da çalışan madenciler için ortak sözleşme ve eşit ücret talep ediyor.

Polonya’da şimdiye değin değişik madenlerde örgütlü olan sendikalar işverenle farklı ücret anlaşması yaptılar. Örneğin Kompania Weglowa da aynı işi yapan madenciye 55 Euro fark ödeniyor. Ayrıca daha önce işten atılan binlerce madenci taşeron firmalar aracılığı ile madenlerde daha düşük ücret ve çok daha ağır koşullarda çalıştırılıyor.

Madencilere karşı gerçekleşen bu saldırıların arka planında Polonya hükümetinin madenleri özelleştirme planları yatıyor. Polonya madenlerinin 2008 yılından başlayarak 2015 yılına değin yarı özelleştirme ile borsaya girmesi planlanıyor.

Polonya madenleri 41 ocağı ile 90 bin ton kömür üreten Avrupa’nın en büyük kömür madenleri.

 

Kenya’da kitlesel katliamlar…

Afrika halkları despot işbirlikçiler ile emperyalist efendilerine karşı direnmelidir!

27 Aralık’ta Kenya’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından patlak veren çatışmaların hızla yayılması, bu ülkede de katliamları başlattı. Başkent Nairobi ve diğer kentler meydan gelen olaylarda 400’ü aşkın kişi hayatını kaybetti. Yaralı sayısının kabarık olduğu ülkede, Birleşmiş Milletler’in verdiği rakama göre 250 bin kişi evini terk etmek zorunda kaldı.

Afrika’nın “istikrarlı” ülkelerinden biri sayılan Kenya’da olayların kısa sürede aldığı boyut, “yeni bir soykırım mı başlıyor?” endişelerine yol açtı.

Kıtanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Kenya’da da ekonomik-sosyal yaşamda kabileler etkin bir rol oynuyor. Ülkenin egemenleri kitle desteğini mensup oldukları kabilelerden devşirdikleri için, rakip siyasi eğilimler, aynı zamanda “rakip kabileler” anlamına da geliyor. Dolayısıyla iktidar ve rant yağmasından daha büyük pay almaya çalışan egemenler, kabilelerine dayanarak güç gösterilerinde bulunuyorlar. Egemen güçlerin emperyalistlerle işbirliği içinde olmaları ise sorunları daha da karmaşıklaştırıyor.

Seçimlerin ertesinde Kikuyu kabilesinden cumhurbaşkanı Mwai Kibaki galip ilan edilmiş, Lou kabilesinden muhalefet lideri Raila Odinga, seçime hile karıştırıldığı için kendisinin zafer kazanmasının engellendiğini savunmuştu. Bu restleşme Kenya’daki olayların fitilini ateşledi.

Seçim sonuçlarını “sivil bir darbe” olarak tanımlayan Turuncu Demokratik Hareket lideri Raila Odinga, kitle hareketi başlatarak Mwai Kibaki’yi yenilgiyi kabul etmeye çağırdı. Bu yönde basınç yapabilmek için Odinga’nın çağrısıyla sokaklara çıkan onbinlerce kişi kolluk kuvvetlerinin ateşiyle karşılaştı, onlarca kişi katledildi.

Cumhurbaşkanlığı koltuğunu ele geçirmek için başlayan çatışma, tarafların mensup olduğu kabileler arası çatışmanın başlamasına neden oldu.

Kenya’nın 41 kabilesi Kikuyuları, iktidarı ve ticareti tekeline almakla suçlarken, Raila Odinga’nın mensup olduğu Lou kabilesi ile Mwai Kibaki’nin kabilesi Kikuyular arasında çatışmalar yayıldı. Bu tür çatışmalarda vahşet sahnelerinin yaşandığı daha önce yaşanan benzer örneklerden de biliniyor. Nitekim 200 kişinin sığındığı kilisenin ateşe verilmesi sonucu 100 civarında insanın öldürülmesi, Nairobi morgunda çekilen fotoğraflarda üstüste yığılan çocuk cesetleri görüntüsü, Kenya’da da tüyler ürpertici katliamların başladığını gösteriyor.

İki lideri de şiddeti körüklemekle suçlayan basın, “Acilen müdahale edilmezse, Ruanda, Sierra Leone, Somali, Fildişi Sahilleri gibi iç savaşla paramparça olup tahayyül edilemeyen boyutta soykırım yaşamış ülkeler arasına katılacağız” uyarısı yaptı.

Uyarıları dikkate almayan Odinga ve Cumhurbaşkanı Kibaki taraftarları, karşılıklı olarak birbirlerini “seçimlerden sonra soykırım ve etnik temizliğe girişmekle” suçluyorlar.

“Odinga taraftarları etnik temizlik yapıyor” açıklamasını yapan hükümet sözcüsü, “Bu örgütlü soykırım ve etnik temizlik eylemlerinin, Odinga’nın Portakal Demokratik Hareketi tarafından seçimden önce çok iyi planlandığı, finanse edildiği ve provasının yapıldığı netlik kazanmaktadır” iddiasında bulundu. “Soykırımdan doğrudan hükümet suçludur” yanıtını veren Odinga ise, taraftarlarını sakinleştirmesi çağrısını “Kenya halkına tecavüze uğrayabilsinler diye uyuşturucu vermeyi reddediyorum” diyerek karşılık verdi.

Bu arada tartışmalı seçimleri kazandığı açıklanan Cumhurbaşkanı Mwaki Kibaki ile diyaloğa girmekten memnuniyet duyacağını belirten Odinga, bunun için Kibaki’nin seçimleri kaybettiğini kabul etmesini şart koştu. Odinga, BBC’ye verdiği mülakatta, hükümeti sorumsuz davranmakla, her ne pahasına olursa olsun, iktidarı bırakmamakla ve halkın taleplerini gözardı etmekle suçladı.

Şiddeti sona erdirmek için Odinga ile görüşmek istediğini açıklayan Kibaki ise Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmaya yanaşmadı.

Kibaki’yi ilk kutlayan ABD, seçimlerin şaibeli olduğunun ortaya çıkması üzerine tutum değiştirdi. Çatışmaların yayılması üzerine endişelenmiş görünen ABD ile AB emperyalistleri, taraflarla görüşerek, “sorunu uzlaşarak çözün” emrini verdi. Konuyla ilgili ortak görüş bildiren AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana ile ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Kenya’da devlet başkanı seçimlerinin ardından oluşan krizin çözümü için bir koalisyon hükümeti kurulması çağrısında bulundu.

Üstten gelen bu emir üzerine tarafların uzlaşma sinyalleri verdiği gözlendi. Ancak bu müdahalenin istenen sonucu vermesi de kolay görünmüyor.

Eski İngiliz sömürgesi olan Kenya, “bağımsızlık”tan sonra da Britanya emperyalizminin kıtadaki yakın müttefiklerinden biri olarak kaldı. İlk dolaysız müdahalenin, savaş kundakçılarının Londra şubesi gibi çalışan İngiliz başbakan Gordon Brown’dan gelmesi tesadüf değil. Kenyalı iki lidere de diyalog çağrısı yapan Brown, eski sömürgeci olarak “hamilik” gösterisine soyundu.

Kenya’daki olayların, “yeni bir soykırım mı yaşanacak?” endişesine yol açmasının anlaşılır sebepleri var. Ruanda, Sierra Leone, Somali, Fildişi Sahilleri vb. örneklerde görülen kitlesel kıyımların, benzer koşulların varolduğu Kenya’da da yaşanması olasılığını akıllara getiriyor.

Görünürde kabileler arasında yaşanan, fakat arka planında işbirlikçilerin rant kavgaları ve emperyalist güç odaklarının müdahaleleri bulunan çatışmalarda ‘90’lı yıllardan bu yana milyonlarca insan katledilmiştir. Sadece Ruanda’da bir milyona yakın insan Fransız ordusunun gözleri önünde boğazlanmıştır.

Emperyalist güç odakları ile soysuz işbirlikçilerinin halkları birbirine kırdırmakta bu kadar başarılı olabilmelerinin gerisinde, bu kıtada toplumsal gelişmenin önünün sömürgeci yağma ve talan nedeniyle kesilmiş olması gerçeği var. Bu nedenle kabile yaşamını çözecek bir gelişme düzeyine ulaşamayan kıta Afrikası’nda işçi sınıfı tam oluşamamış, kabilelerin ekonomik-sosyal yaşamdaki aşağılıkları önemli ölçüde günümüze kadar taşınabilmiştir. Bu durumu istismar eden emperyalist güçlerin güdümündeki despotlar, “kabile aidiyetleri” üzerinden kitleleri iktidar ve rant kavgalarına alet etmeyi başarabilmektedirler. Bu ise, egemenler arası çatışmalara yedeklenen kıtanın yoksul halklarının birbirlerini boğazlamalarına neden olmaktadır.

Halkları öğüten bu ölüm çarkının kırılması kolay olmasa da, kıta halklarının emperyalist güç odakları ile hangi kabileden geldiğine bakmaksızın despot işbirlikçilerine karşı direnme kararlığı gösterdiğinde, kölelik ve kıyım çarkının kırılması süreci de başlayacaktır.

İspanya’da Frape Behr işçileri grevde!

Alman tekeli Behr Group şirketine ait Frape Behr işçilerinin grevleri değişik protesto biçimleri ile Eylül ayından bu yana sürüyor. İşçiler bu eylemleri ile, merkezi Stuttgart’ta bulunan Behr tekelinin 295 işçiyi işten atma planlarını protesto ediyorlar.

İşçiler 21 Aralık günü Noel kutlamaları için evlerine gitmek yerine fabrikada kalarak günlerce süren fabrika işgali gerçekleştirmişlerdi. Eylemde fabrikanın dış duvarlarına taleplerini içeren pankartların yanısıra 295 iş gömleğini de asarak işten atılmaları protesto etmişlerdi. 24 Aralık tarihinde de fabrikada yürüyüş yaptılar.

3 Ocak günü ise Barcelona’da sokaklara barikat kurarak, işten atılma ve kötü çalışma koşullarına karşı protestolarını sürdürdüler.

Frape Behr firması Behr Group’a yani Behr İndustries’e ait. Tekel, otomobil endüstrisine klima ve motor için soğutucu üretiyor. Tüm dünyadaki işletmelerinde 20 bin işçi çalışıyor ve yıllık 3 milyar Euro ciroya sahip.

İspanya’da birçok sendika, Behr direnişi için, mücadeleci işçi, örgüt ve sendikaları uluslararası dayanışmaya çağırıyor.