5 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/36

  Kızıl Bayrak'tan
  Gürcistan krizi ve Türkiye
   Burjuvazi solunu aramaya devam ediyor!
Komutan yeni, parola eski:
Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluk!

Metal sektöründe mücadele dinamikleri ve görevlerimiz

Metal TİS’lerine müdahale
sorumluluğu
  Canovate’deki saldırıya gereken yanıt verildi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  12 Eylül faşizminden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…/2
  Memlekette sendika(cılık) var mı ?..
Yüksel Akkaya
  Kapitalizmin “güçlü” kadını değil, sosyalizmin özgür kadını!
  Gerici savaşlar halkların birleşik direnişiyle yanıtlanmalıdır!
  Dünyadan...!
  McCain ile Obama’nın başkan adaylığı kesinleşti…
  Çok kutupluluğa doğru…- M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve
kolera günleri / 1
Volkan Yaraşır
  “İki, üç daha fazla Vietnam!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gürcistan krizi ve Türkiye

Rusya’nın Gürcistan’a karşı savaşının gerçekte ABD’ye karşı, ABD’nin yıllardır adım adım ördüğü kuşatmaya karşı bir çıkış olduğu yeterince açık bir olgudur. Fakat bu kuşatmanın mimarı ABD idiyse, Kafkas cephesi üzerinden baş taşeronu da Türk sermaye devleti oldu. Türk sermaye devleti ABD’nin Rusya’yı Kafkasya üzerinden kuşatma girişimlerine başından itibaren katıldı ve birinci dereceden bir rol oynadı. Bu nedenledir ki Rusya’nın Gürcistan savaşı ile bu kuşatmaya vurduğu darbe, aynı zamanda Türkiye’ye de vurulmuş bir darbe sayılmalıdır. Son gelişmelerin üzerinde yeterince durulmayan, resmi çevreler ve düzen kalemleri tarafından ise bilinçli olarak es geçilen bir başka yönü de işte budur.

Kriz patlak verdiğinden beri hükümet üzerinden resmi çevrelerin takındığı tavır ile sermaye medyasının olayı sunuş tarzına bu açıdan tam bir yüzsüzlük egemendir. Onlara göre, Türkiye bu krizin tarafı olmadığı gibi taraflara eşit mesafedeki konumuyla çözümüne katkı sağlayabilecek en önemli bölge ülkesidir de. Konumu, krizin taraflarıyla rahatça konuşmaya ve onları öteki bölge ülkeleriyle birlikte ortak çıkarlarda uzlaştırmaya uygun biricik ülke de Türkiye’dir. Bu söylem buna inandırıcılık kazandırmaya yönelik bazı girişimlerle de desteklenmektedir. Savaşın ertesinde yapılan Rusya ve Kafkasya turları ile bu turlarda alelacele dile getirilen ve yaşadığı isimlendirme macerasından dolayı alaylara da konu olan “Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu” girişimi bunun ifadesidir.

Kriz patlak verdiğinden beri basında sürekli yinelenen bir öteki söylem ise şu oldu: Türkiye bu krizin tarafı olmadığı halde mağduru olmak riski ile yüzyüzedir. Zira Rusya ile yıldan yıla gelişen çok kârlı ekonomik ve ticari ilişkileri vardır; krizin büyümesi ve kontrolden çıkması bu ilişkilere büyük zarar verebilir, Türkiye hak etmediği mağduriyetlerle yüzyüze kalabilir...

İşin aslında güncel planda bütün mesele de budur, sergilenen onca yüzsüzlüğün gerisinde tüm da bu alandaki sıkıntı vardır. Sorun Türk burjuvazisinin stratejik tercihleri ile taktik çıkarları arasındaki boğucu sıkışmadan doğmaktadır. Rusya güçsüz ve çaresiz konumdayken, dolayısıyla da sorunsuzca kuşatılırken, bunları bağdaştırmak kolaydı. Oysa patlak veren kriz ve bunun Rusya’nın meydan okumasına dönüşmesi, bu kolay bağdaştırma döneminin de sonu anlamına gelmektedir. Rusya adı konulmamış kısmi ticari amborgosu ile bunun böyle olduğunu fiilen ilan etti bile.

Türkiye son 60 yıldır batı emperyalizminin, özellikle de Amerikan emperyalizminin bölgedeki ileri karakolu oldu ve NATO’nun Güney Doğu kanadını tuttu. Doğu Bloku’nun çökmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, bu misyonu zayıflatmak bir yana yeni bir düzeyde güçlendirdi de. O zamandan beri Türkiye toprakları Amerikan emperyalizmi için bir aktif saldırı ve sıcak savaş üssü olmakla kalmadı, Türk devleti de Türkiye’yi kuşatan tüm kriz bölgelerinde ABD hesabına taşeronluğa soyundu.

Bu bölgelerden biri de Kafkasya’ydı. Kafkasya’nın iki ülkesi, Gürcistan ve Azerbaycan, Türk devletinin bu taşeronluğunda çok özel bir yer tuttular. Türk devleti bu iki ülkenin ABD denetimine alınabilmesi ve Rusya’ya karşı birer ileri karakola dönüştürülmesi için üstüne düşen hemen herşeyi yaptı. Bu çerçevede her iki ülke ordusunun eğitimi, donanımı ve modernleştirilmesinde aktif görevler üstlendi*. Türk subayları bu doğrultuda Amerikalı ve İsrailli uzmanlarla yakın bir işbirliği içinde çalıştılar. Bu çabanın gizlenemeyen hedefi, Barış İçin Ortaklık (BİO) programı çerçevesinde Gürcistan ve Azerbaycan’ı NATO üyeliğine hazırlamaktı. Bu, ABD’nin Rusya’yı Kafkasya üzerinden siyasal ve askeri yönden kuşatmak planının temel halkasıydı. Türk devleti bu projenin de taşeronluğunu üstlenmiş oluyordu.

Bütün bunlar, Kafkasya krizi karşısında şu sıra yüzsüzce tarafları uzlaştırmak rolüne soyunanların gerçekte bu krizi hazırlayan sürecin aktif hazırlayıcıları arasında olduklarını, yani doğrudan taraf olarak hareket ettiklerini gösteriyor. Gerçekte Rusya da bunu böyle görüyor, ama resmen dile getirmeyi şimdilik çıkarlarına uygun bulmuyor. Fakat resmen yapılamayan Rus basını üzerinden fiilen ve yeterli açıklıkta yapılıyor. Şaakaşvili’yi hazırlayıp donatmakla kalmayan, onu Osetya saldırısı için bizzat cesaretlendirenlerin arasında Türk devletinin de bulunduğu, Rus basınında açık açık söylenip yazılıyor.

ABD’nin Kafkasya kuşatmasının öteki boyutunda, Rusya’yı devre dışı bırakmaya yönelik enerji aktarım hatları vardı. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Şahdenizi projesi bunun ifadesi idiler. Bu ikisini aynı amaç doğrultusunda ve ticari bir hat olarak Kars-Tiflis-Bakü Demiryolu Hattı tamamlıyordu. Türkiye Amerika’ya ait tüm bu projelerin de merkezinde olan ülkelerden biri oldu. Böylece Amerikan emperyalizminin Rusya’yı kuşatma ve etkisizleştirme stratejisine tam destek vermekle kalmıyor, bundan kendisi için dolaysız ekonomik yarar da sağlıyordu. Rusya’nın Gürcistan savaşının tüm bu projelere de vurulmuş önemli bir darbe olduğu konusunda yaygın bir görüş birliği var bugün. O halde Türkiye bu bakımdan da Rusya’nın çıkışının dolaysız hedeflerinden biri olmuş, Gürcistan üzerinden Türk burjuvazisinin çıkarlarına da önemli bir darbe vurulmuştur.

Fakat basında kısmen dile getirilse de resmi çevreler bu konuda renk vermemeye özen gösteriyorlar. Onlar halen bugüne kadar Rusya ile yolunda olan ekonomik ve ticari ilişkileri korumakla meşguller. Bunda haksız da sayılmazlar. Zira bu ilişkilerin bir yanında hayati değerde ithalat bağımlılığı (petrol ve doğal gaz ihtiyacının büyük bölümü), öteki yanında büyüyen bir ihraç pazarı, kârlı yatırımlar, büyük müteahitlik işleri ve yıldan yıla büyüyen turizm geliri var.** Beklenmedik biçimde gündeme gelen bir krizle bütün bunların heba olmasını istemezler, bunu kaldırabilecek durumda da değiller.

Fakat olayların halihazırdaki gelişim seyri işlerinin zor olduğunu gösteriyor. Rusya’nın adı konulmamış ticari ambargosu bunun ifadesidir. Bu kuşkusuz NATO savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişine verilen izne bir misillemedir. Bu geçişler halen de sürmektedir. Aynı şekilde ABD’nin bunun daha da kolaylaştırılmasına yönelik baskıları da. ABD Rusya’nın Gürcistan çıkışını kolay kolay sineye çekemeyecek, ne edip edip buna karşılık vermeye çalışacaktır. Bunun faturasının çıkacağı ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Amerikan saldırganlığının sözcüleri basında Türkiye’yi “safını seçmeye” çağırmaktadırlar, gerçekte safı her bakımdan açık ve gözler önünde olduğu halde. Buna rağmen bu türden bir çağrının yapılması, ortada Türkiye’ye üstlenilmesi zor dayatmaların bulunduğunu göstermektedir.

Bir yandan NATO üyesi, ABD’nin bölgedeki ileri karakolu ve Kafkasya’daki aktif taşeronu olmak, öte yandan bunu bu güçlerin dört koldan kuşattığı Rusya ile kârlı iş ilişkileriyle bağdaştırmak artık eskisi kadar kolay olmayacaktır. Rusya’nın Gürcistan çıkışı ile başlattığı yeni dönemin Türk burjuvazisi ve devleti için anlamı budur.

Muhtemelen bu olgunun Türk iç politikasına da önemli etkileri olacaktır. Bundan böyle ABD’nin Rusya politikası ile tam uyum göstermek, iç politik çekişmelerde onun desteğini alabilmenin önemli olanağı haline gelmiştir. AKP halen Rusya ve İran ile ilişkilerde bu uyumu yeterince gösterememenin sıkıntılarını yaşamaktadır. Amerikancı ve natocu Türk generallerinin bu konularda AKP’den daha uyumlu davranacaklarından kuşku duyulmamalıdır. Nitekim halihazırdaki Boğazlar’dan geçiş izninin onlar tarafından verildiğine ilişkin dikkate değer spekülasyonlar yer almaktadır basında.

Rusya sorunu ABD için şimdi artık İran sorunundan da önemli hale gelmiştir. Zira Rusya bundan böyle ABD hegemonyasını tanımadığını açıkça ilan etmiş, Gürcistan’a karşı savaşını da bunun eylemli ifadesi olarak sunmuştur. ABD, buna etkili bir karşılık vermeyi başaramazsa eğer, zaten çözülmekte olan hegemonik konumunda hızlı bir gerileme kaçınılmaz olacaktır. Rusya politikasında kendisiyle tam uyumlu bir Türkiye ihtiyacı da bu çerçevede bir önem ve anlam kazanmaktadır.

Kızıl Bayrak

* “Türkiye, ... Gürcistan özel kuvvetlerinin 700 subayını Harp Akademileri’nde eğitmektedir. 13 Türk özel kuvvet subayı, Tiflis'te Gürcü askerlerini eğitmektedir. Türk Deniz Kuvvetleri, Gürcü Deniz Kuvvetlerine iki hücumbot hediye etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Gürcistan Silahlı Kuvvetleri'ne 100 milyon dolar lojistik yardım yapmıştır..” (Hürriyet, 11 Ağustos 2008)

** Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler konusunda basında yer alan bilgiler şöyle:

- Rusya'daki Türk yatırımları 5 milyar doları, üstlenilen müteahhitlik projeleri ise 25 milyar doları aşıyor. Rusya Türk müteahhitlerin en fazla iş aldığı ülke: 2000-2005 yılları arasında yüzde 14.7 ile ilk sırayı alıyor.

- İki ülke arasındaki ticaret hacminin 2008 yılı sonunda 38 milyar dolara ulaşması umuluyor. Rusya Türkiye’nin en büyük ithalat yaptığı ülke (yüzde 16) ve en fazla ihracat yaptığı 5’inci ülke (yüzde 5). Mavi Akım projesiyle Türkiye enerjide büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı hale gelmiş durumda. Petrolde ithalatın yüzde 40’ı, doğalgazda da yüzde 64’ü Rusya’dan sağlanıyor.

- Rusya artık Türkiye’nin en fazla turist çektiği ülke (2.5 milyon).