20 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/28

Türkiye kapitalizmi tekliyor
OHAL’i mumla aratacaklar
Dünün “Yeşil Kuşak” çocukları günümüzün “Ilımlı İslam”cıları
Tren faciasının asıl nedenleri
Suruç Katliamı’nın 3. yılı
CHP kendi yörüngesinde her daim dönecektir
Star Rafineri’de zehirlenme sonrası polis yığıldı, işçiler tepkili
Sınıfın biriken öfkesini devrime yöneltmeliyiz
BDSP’den 60. gününde Flormar direnişine ziyaret
KHK zulmü akrabaya sıçradı
Güneş paneli sektörü
Üretimde kriz sinyalleri
Putin-Trump görüşmesi
Irak’ta emekçiler sosyal talepler için sokaklarda!
Brüksel Zirvesi’nde NATO’nun iç hesaplaşması
“Zengin fakir ülke”de* emekçilerin durumu ve görevleri
Bir devlet klasiği olarak NSU davası
Mesleki eğitim alanında gelişmeler
Kadıköy’de Flormar işçileriyle forum ve eylem
Kadınlar Şule Çet için sokaklara çıktı
Sen yine sür umut tarlalarını!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türkiye kapitalizmi tekliyor...

Erdoğan yönetimi faturayı
emekçilere ödetmeye hazırlanıyor

 

Erdoğan yönetimi 24 Haziran öncesinde işçi ve emekçileri kendisine yedeklemek için “faizler, enflasyon ve cari açık düşecek, Türkiye ekonomisi büyüyecek ve dünyaya markalar sunacak küresel bir güç haline gelecek” türünden vaatleri dilinden düşürmüyordu. Tek adam rejimiyle 2023’e kadar şahlanacak bir ekonomi ve istikrardan dem vuruyordu. Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme hedefi dillerinden düşmüyordu. Erdoğan iktidarının seçim öncesi ekonomiye dair çizdiği pembe tablo böyle idi. Ancak ekonominin gerçek tablosu başka şeyler söylüyor.

Gelinen yerde bütçe açığı geçen yıla göre neredeyse 2 kat artarak Haziran ayında 25,6 milyar TL’ye ulaşmış, kişi başı milli gelir 8 bin dolara düşmüştür. Türkiye’nin kısa vadeli borç miktarı artmaya devam etmektedir. Kısa vadeli dış borç stoku ilk beş ayda yüzde 4,8 artışla 123,3 milyar dolara yükselmiştir. Haziran ayına kadar Türkiye’ye giren sıcak para geçen yıla göre yüzde 97,7 oranında azalmıştır. Türk parası Haziran itibarıyla değersiz konumunu sürdürmekte, dolar 5 TL’yi, avro ise 6 TL’yi zorlamaktadır. Enflasyon yükselmekte, işsizlik artmaktadır. Her ne kadar AKP’nin hesaplamalarda kullandığı “kurnaz” yöntemlerle TÜİK, işsizliği %9,6 gösterse de sendikaların araştırmalarına göre gerçek işsizlik %17,3’e yükselmiştir. İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı kıskacında yaşayan ve en çok vergi ödeyen kesim olan işçi ve emekçilerin durumu giderek kötüleşirken, sermaye çevreleri açısından da işler kolay “sürdürülebilir” halde değildir. Türkiye’nin en büyükleri arasında yer alan 85 şirketin kredi borcunu ödeyemeyecek duruma düştüğünden bahsedilmekte, sayının artacağı tahmin edilmektedir. Öte yandan OHAL’in kalkmasıyla birlikte iflas erteleme yasağı da kalkacağından pek çok şirketin bu yola başvuracağı da beklenmektedir.

Tarım, yıkımın yaşandığı en temel alandır. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, kur artışına bağlı olarak maliyetlerin arttığından şikâyet etmekte, bunun karşılığının enflasyon ve hayat pahalılığı olacağını vurgulayarak, başta mazot desteği olmak üzere destekleme ödemelerinin artmasını istemektedir.

“Yükselen sektör” inşaatta da işler pek parlak değildir. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD) her ay düzenli olarak yayınladıkları İnşaat Malzemeleri Sanayisi Bileşik Endeksi’nin Haziran 2018 sonuçlarında, “Türkiye ekonomisi, inşaat sektörü ve inşaat malzemeleri sanayisine ilişkin güven kaybı Haziran ayında yavaşlayarak devam etti. Yurt içi pazarlarda da Haziran ayında güven kaybı gerçekleşti” demektedir. Endeks verilerine göre, tüm faaliyetlerde belirgin gerilemeden bahsedilirken, yurtiçi satışlarda Haziran ayında sert bir düşüş olduğuna işaret edilmekte, ihracatın da uzun süre sonra Haziran ayında bir önceki aya göre gerilediği belirtilmektedir.

TÜSİAD gibi büyük sermaye temsilcileri zaten kaygılarını her fırsatta dile getiriyor, “Türkiye’nin istikrarlı ve sürdürülebilir büyüme” hedefinden ısrarla bahsediyorlar. Ekonominin mevcut tablosuna dair uluslararası sermaye çevreleri de endişelerini dile getirmektedir. IMF, Türkiye’nin 2018 büyüme beklentisini yüzde 4,4’ten yüzde 4,2’ye indirirken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Fitch, Moody’s ve S&P, Türkiye’ye yatırım yapılabilir seviyenin altında not vermektedir. Fitch, Türkiye’nin kredi notunu BB+’dan BB’ye düşürerek, görünümü “durağan”dan “negatif”e çevirdi. Uzmanlar, bunun biraz daha ilerisinin iflasa doğru gitmek olduğuna dikkat çekiyor. Moody’s ise, Türk bankalarında sorunlu kredi miktarının Haziran’ın son haftasında sert artış kaydettiğine dikkat çekerek, sorunlu kredilerde ani artışın sürekli hale gelmesi halinde kârlılığın düşeceği uyarısında bulundu. Sermayenin o çok aradığı ekonomik istikrarın aşağıya doğru inişe geçtiğini, belirsizliğin arttığını vurgulamaktalar. Bu tabloda Türkiye’nin büyük dış finansman ihtiyacının ülkeyi şoklara karşı hassas bıraktığına dikkat çekiliyor. Bu duruma “seçimler sonrasındaki ilk politika aksiyonlarının” neden olduğuna işaret ediliyor.

Erdoğan, her ne kadar basın karşısında, uluslararası sermeye kuruluşlarının bu telkin ve eleştirileri hakkında “Onların yaklaşımlarını umursamıyorum” dese de, sözcüleri, sermayeye güven verecek açıklamalar yapmaktan geri durmuyor. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, “Bütçe disiplininin sağlanması, enflasyonla mücadele, gerekli yapısal reformların hayata geçirilmesi önceliklerimiz arasında yer alıyor” derken, Hazine ve Maliye’nin başına geçirilen damat Berat Albayrak da benzer mesajlar veriyor. Cumhurbaşkanlığı kabinesi olarak gerçekleştirdikleri ilk toplantıda, yeni dönemde ekonomi politikalarında “bütçe disiplini, tek haneli enflasyon ve yapısal reformları önceleyerek, Türkiye ekonomisinin istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme ile kalkınmasını sağlamayı” hedeflediklerini vurguluyor.

Ancak işin temennilerle, vaatlerle yürümediği ortada. Uluslararası sermaye vaat değil icraat görmek istiyor. Erdoğan’ın, Merkez Bankası’nın hukuki ve fiili bağımsızlığını isteyen uluslararası sermeye temsilcilerinin aksine yeni düzenlemelerle kendine bağımlı kılması örneğinde olduğu gibi, tek adam rejiminin tercihlerinin ekonomik kırılganlığı daha da arttırdığını görüyorlar. Erdoğan’ın “Dolar çok kısa sürede düşecek, göreceksiniz” demesine, piyasalar dövizin artışıyla karşılık veriyor. Tüm bunlar sorunların artarak büyüyeceğinin işaretleridir.

Türkiye kapitalizminin krizlere gebe mevcut halinde, sermayenin imdadına tek adam rejimi de yetişemeyecek, pek fayda edecek gibi görünmemektedir. Bu nedenle sermaye çevreleri Erdoğan’ın ekonomi politikalarından memnun olmasalar da şundan eminler; bu yeni rejimle Erdoğan’ın sermaye lehine işleri çevirebilmesi için başka “sürdürülebilir” seçenekleri, kalıcı OHAL düzeniyle birlikte güçlendirdiği baskı ve zor aygıtları ile kitleleri manipüle etme becerisi vardır. “Büyüyen, güçlü Türkiye” hayali çökerken, bunun büyük ve yıkıcı faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yükleme konusunda, sermayeye Erdoğan’dan daha iyi bir hizmetkâr olabilir mi?

Son tahlilde belirleyici olan, işçi ve emekçilerin sermayenin çıkarları zeval görmesin diye bu yıkıcı faturayı ödemeyi kabul edip etmemesi, sömürüye ve baskıya boyun eğip eğmemesidir.