20 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/28

Türkiye kapitalizmi tekliyor
OHAL’i mumla aratacaklar
Dünün “Yeşil Kuşak” çocukları günümüzün “Ilımlı İslam”cıları
Tren faciasının asıl nedenleri
Suruç Katliamı’nın 3. yılı
CHP kendi yörüngesinde her daim dönecektir
Star Rafineri’de zehirlenme sonrası polis yığıldı, işçiler tepkili
Sınıfın biriken öfkesini devrime yöneltmeliyiz
BDSP’den 60. gününde Flormar direnişine ziyaret
KHK zulmü akrabaya sıçradı
Güneş paneli sektörü
Üretimde kriz sinyalleri
Putin-Trump görüşmesi
Irak’ta emekçiler sosyal talepler için sokaklarda!
Brüksel Zirvesi’nde NATO’nun iç hesaplaşması
“Zengin fakir ülke”de* emekçilerin durumu ve görevleri
Bir devlet klasiği olarak NSU davası
Mesleki eğitim alanında gelişmeler
Kadıköy’de Flormar işçileriyle forum ve eylem
Kadınlar Şule Çet için sokaklara çıktı
Sen yine sür umut tarlalarını!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir devlet klasiği olarak NSU davası

 

Faşist NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) çetesi, 2000-2007 yılları arasında, sekizi Türkiyeli, biri Yunan ve biri de Alman polisi olmak üzere on insanı katletti. Sayısız kundaklama ve soygunlar gerçekleştirdi. 25 Nisan 2007’de Heilbronn’da bir park yerinde başına sıkılan kurşunla bir polisin öldürülmesi devlet için bardağı taşıran son damla oldu. Kendisine çizilen sınırları bu son cinayetle aşan faşist cinayet şebekesi, devlet için bir yük olmaya başladı. Şebekenin iplerinin çekilmesinin zamanı gelmişti ve düğmeye basıldı.

4 Kasım 2011’de Thüringen eyaletinde küçük bir kasaba olan Eisenach’ta Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un, başarısız bir banka soygunu girişimi sonucunda kaçtıkları karavanlarında polis tarafından sıkıştırılınca teslim olmak yerine intihar ettikleri açıklandı. (İddialardan biri de polis tarafından yakılmış olabilecekleri şeklinde.) Kaldıkları ev ise faşist cinayet örgütünün sağ kalan üyesi Beate Zschäpe tarafından ateşe verildi. Karavanda yapılan aramada, 2007’de öldürülen polis Michèlle Kiesewetter ve aynı olayda ağır yaralanan ekip arkadaşının silahları bulundu.

Başsavcılığın hazırladığı 488 sayfalık iddianameyle 379 duruşması yapılan, 815 tanık ve 42 bilirkişinin dinlendiği açıklanan, 4 yılı aşan dava süresinde soruşturma belgeleri 280 bin sayfaya, 600 klasöre ulaşan, maliyeti ise 56 milyon avroyu aşan Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’ndeki tiyatronun perdesi böylece açılmış oldu. Eyalet mahkemesi daha işin başında, faşist cinayet örgütünün hayatta kalan tek üyesinin yargılanmasıyla kendisini sınırlayarak, bu cinayet şebekesinin arkasındaki devlet güçlerini gizlemeyi kendisine iş edindi.

Faşist katillere devlet koruması

Gerek dört yıl süren mahkeme sürecindeki tanık ifadeleri ve gerekse medyaya yansıdığı kadarıyla ortaya saçılan kısmi bilgiler, faşist katillerin, Alman emperyalist devletinin en azından bir kesiminin bilgisi ve koruması altında bu cinayetleri işlediğini yeterince açığa çıkarmıştır. Silah temininden katillerin gizlenmesine, kanıtların karartılması veya yok edilmesine kadar istihbarat teşkilatları hep devrede oldular. Tanıkların konuşmasını veya doğru ifade vermesini engellediler.

Anayasayı Koruma Dairesi (BND) Başkanı Heinz Fromm 2012’de, NSU dosyalarının terör örgütünün ortaya çıkmasından hemen sonra imha edildiğinin kamuoyuna yansımasından sonra sorumluluğu üzerine alarak görevinden istifa etti. Fromm hakkında, koruması altındaki belgelerin imha edilmesinden dolayı hiçbir soruşturma açılmadı.

Dava avukatları ve ailelerin soruşturmanın genişletilmesi talepleri eyalet mahkemesi tarafından dikkate alınmadığı gibi, federal ve eyalet araştırma komisyonlarının ortaya koyduğu bilgi ve bulgular da hiçe sayıldı. İç istihbarattan sorumlu BND için çalışan Andreas Temme’nin, 6 Nisan 2006 tarihinde işlenen Halit Yozgat cinayeti sırasında olay mahallinde bulunduğu ortaya çıkmasına rağmen, istihbarat elemanı Temme pişkince, “olayı görmediğini” söylemekle yetindi. NSU katiller üçlüsünün yıllarca en az 40 muhbirle izlenmesine karşın, bu görevlilerin cinayetleri “hatırlamıyorum” diyerek soruları yanıtsız bırakmaları da mahkeme tarafından sorun edilmedi. Üstüne üstlük Hessen Eyaleti İç İstihbarat Teşkilatı, önemli belgeler için “120 yıl gizlilik kararı” almasının nedeni üzerine de eyalet mahkemesi söz söylemedi, sorun yapmadı.

Avukatların gözlemleri ve araştırma komisyonlarının bulguları

Avukat Behrens, Aralık 2017’de mahkemedeki son sözünde, “Anayasayı koruma kurumlarının 10 cinayetin, 43 cinayete teşebbüs vakasının ve 15 soygunun açıklığa kavuşturulmasını sistematik olarak imkansız kıldığını ve engellediğini” belirterek, davanın hangi koşullar altında sürdürüldüğünü dile getirdi. Behrens, “iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı uzun yıllar boyunca NSU çevrelerinde pek çok farklı muhbir yerleştirmişti ancak yetkililerin talimatları doğrultusunda ya kısmen ya da hiçbir şekilde ifade veremediler” diyerek, cinayetlerin arkasındaki güçlerin aydınlatılmasını engellemek için BND’nin üstlendiği role işaret ediyordu.

Federal Meclis’te konuyla ilgili oluşturulan komisyonlardan birinin başkanlığını yürüten iktidar partisi Hristiyan Demokrat Partili (CDU) Clemens Binninger bile, Federal Savcılığın “NSU’nun yalnızca Zschäpe, Böhnhardt ve Mundlos’tan oluşan sadece üç üyeli bir terör örgütü olduğu” tezini inandırıcı bulmadı. “Bu üçlü grubun sadece iki üyesi tüm cinayetleri işlerken, hiçbir yerde hiçbir iz bırakmadılar mı?” sorusunu yöneltti.

Thüringen Eyaleti’nde olayın aydınlatılması için oluşturulan eyalet meclis komisyonuna başkanlık da yapan Martina Renner ise, “Anayasa Koruma Dairesi’nin dosyaları karartıldı ya da bu dosyalara erişime izin verilmedi. Hatta bazıları imha edildi. Nedeni ise hala meçhul” diyor.

“Devlet, devletin sorumluluğunun üstünü kapatıyor” diyen avukatlardan Seda Başay Yıldız, şunları dile getirdi:

Dava boyunca bir sürü ipucu ortaya çıktı. Çok sayıda meclis araştırma komisyonu bu üçlü terör hücresi tezinin yanlış olduğunu, çok daha büyük bir terör ağı olduğu görüşünü ortaya koydular. Başsavcılığın ilk günden itibaren sanki devletin hiçbir sorumluluğu yokmuş, bunların destekçileri yokmuş gibi sadece üç kişiden ibaret bir terör örgütünden yola çıkması çok saçma ve yanlış. Baştan beri başsavcılık bu işi genişletmek istemiyor, bu yargılama sonrası ‘NSU olayını kapattık’ demek istiyorlar. Nihayetinde başsavcılık da bir devlet kurumu. Devlet yine devleti, polislerini, memurlarını korumak istiyor.”

Soma madencilerinin katillerinin söz söyleme hakları yoktur

Soma Katliamı’nda maden ocaklarında diri diri gömülen madencilerin kanları ellerinde olan Türk sermaye devletinin yöneticileri de eyalet mahkemesinin sonuçlarını tatmin edici bulmadıklarını açıkladılar. Katillerin sokaklarda cirit attığı, mafya babalarını hapishanelerde ziyaret edenlerin ve İçişleri Bakanı’nın muhalifleri tehdit ettiği, hiçbir muhalif güce hayat hakkı tanımayıp hapishanelere dolduran istibdat rejiminin bekçilerinin söz söyleme hakları yoktur ve olamaz da. Burjuvazinin adaletinin sınırlarının devletlerinin ve iktidarlarının sınırlarına kadar olduğunu, gerek Soma davasında ve gerekse NSU davasında gördük.

Başbakan Merkel’in, “Başkalarını kökeni, ten rengi ve dini nedeniyle tehdit eden, dışlayanların üzerine gidileceği”ne dair verdiği söz üzerine umutlanan ailelerin umutları da sermaye devletinin sert kayalarına çarparak yerle bir oldu.

Faşist çeteler tarafından devletin bilgisi dahilinde katledilenlerden biri olan Mehmet Kubaşık’ın eşi Elif Kubaşık, NSU cinayetlerinin aydınlatılmadığını, Merkel’in 2012 yılındaki özrünü de kabul etmediğini söyleyerek, “‘Öldürdük, buradan giderler’ diye hiç düşünmesinler. Alnımız dik, buradayız. Çocuklarımız burada oldu, torunumuz burada doğdu, yaşamaya devam edeceğiz.”

Sonuç olarak, Münih Eyalet Mahkemesi’nde görülen NSU davası, devletin çıkarları için cinayet işleyen katillerin nasıl kollanıp korunduğunun ve burjuva hukukunun bu işe nasıl alet edilebileceğinin kanıtlarıyla doludur. Faşizme karşı mücadelenin, sermaye devletine karşı mücadeleyle nasıl da iç içe geçtiğini bu mahkemenin derslerinden bir kez daha öğrenmiş olduk.