Kurtuluşun yolu işçi sınıfının devrimci programıdır!.. İşbirlikçi burjuvazi ülkeyi iflasa, Son yıllarda düzen cephesinden sıkça tekrarlanan argümanların başında istikrar sözcüğü geliyor. Her derde deva sihirli bir sözcük gibi kullanılıyor. Ancak bir türlü o çok aranan ve özlenen istikrar yakalanamıyor. On yıllardır yapısal bir krizle boğuşan ve döne döne kendini gösteren iktisadi krizlerin pençesinde kıvranan Türkiye kapitalizmi için istikrar, hiç de krizin aşılması umudunu ifade etmiyor. Krizin yapısal niteliği, işbirlikçi burjuvaziye sadece bu krizi yönetme imkanı verebiliyor. Bundan dolayı istikrar, krizin faturasının düzenli olarak işçi ve emekçilere çıkarılması, buna uygun siyasal yapı ve ortamın yaratılması anlamına geliyor. Buna bağlı olarak siyasal istikrar da, bu fatura edişin sürekliliği için gerekli olan ve onu güvenceye alan bir baskı, terör ve yasaklar rejiminin egemen kılınmasında gerçek anlamını buluyor. Yapısal krizin faturasının işçi ve emekçilere çıkarılmasında yakalanan başarıya rağmen, kriz giderek ağırlaşıyor. İşçi ve emekçiler üzerinde sefaletin koyulaşması, yıkımın derinleşmesi ile düzen kısa bir soluklanma imkanı bulsa dahi, orta vadede krizin derinleşmesine engel olamıyor. Bugüne kadar krizin her patlama evresi bir öncekini aşan bir yıkım ortaya çıkardı. Her ne kadar işçi ve emekçiler üzerinde misli bir faturaya dönüştürülse de, düzenin iflas ve çöküş yönünde hızla ilerlediğinden kuşku duyulmaz. Bunün güncel örneği Arjantindir. Emperyalizme göbekten bağlı bir kapitalist ülke olarak İMFnin sistemli yıkım programlarını uygulayan Arjantin, bu sürecin sonunda bir ekonomik iflasla yüzyüze kaldı. Türkiye kapitalizminin yolu da aynıdır; iflas ve çöküş hemen hemen kaçınılmazdır. Türkiye kapitalizmi için bundan başka bir yol görünmüyor. Bunun dışındaki bir ikinci yol ise, mevcut düzeni temellerinden yıkacak olan bir devrim ve onun ürünü olacak işçi sınıfının devrimci iktidarıdır. Türkiye için başka bir çıkış yolu olmadığı son kırk yıl üzerinden olduğu gibi, Türkiye kapitalizminin son iki yıllık tablosu üzerinden de açıkça görülebilir. Son iki yılın tablosuna genel çizgileriyle yeniden bakalım: Üstüste yaşanan iki kriz birbirinin devamı olarak gerçekleşmiş, sonraki bir öncekini hem çap hem sonuçları açısından aşmıştır. Sermaye iktidarının bu krizlere karşı tutumu değişmemiş, çöken İMF programı bir yenisiyle değiştirilmiştir. Öncesini aşan bir iktisadi ve sosyal yıkım programı acımasızca uygulanmış, işçi ve emekçi kitlelerin yaşadığı sefalet koyulaştırılmış, sömürü katmerleştirilmiştir. Ülke yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla bir bütün olarak emperyalizme peşkeş çekilmiş, idari, ekonomik ve mali açıdan emperyalizme tam anlamıyla teslim edilmiştir. 15 günde 15 yasa çevikliğiyle İMFye uşaklıkta tüm sınırları aşan işbirlikçi uşak takımı büyük bir siyasal kararlılık ve zorbalık örneği sergilemiştir. Şubat krizinden bu yana adına Güçlü ekonomiye geçiş programı denilen İMF programı büyük ölçüde, işçi ve emekçilerin direnişine takılmaksızın uygulanmış bulunuyor. Faşist baskı ve zorbalık eşliğinde uşakça sadakatle uygulanan İMF programı ülke emekçilerinin üzerine bir kâbus gibi çökmüştür. Milyonlarca insan işsiz, aç ve çaresiz duruma düşürülmüştür. Bunun karşılığı olarak işbirlikçi tekelci burjuvazi emperyalistlerden kendisine düşen kırıntılarla soluklanmış bulunuyor. Kriz derinleşmeye ve yeni bir patlama nöbetine doğru yol almaya devam ediyor. Son günlerde yaşanan gelişmeler bu nöbetin ilk işaretleri sayılabilir. Oysa daha birkaç hafta önce düzen cephesine iyimserlik rüzgarları egemendi. Krizin aşıldığı, ekonominin rayına oturtulduğu, piyasaların canlandı&currn;ı, üretimin arttığı, enflasyonun düştüğü vb. lafızları ağızlardan düşmüyordu. Derviş kahraman pozlarında bir erken seçim için nutuklar atıyor, düzenin gerçek yönetici organları tarafından bilinçli bir biçimde siyasal istikrar adına öne sürülüyordu. Ama şimdi bu tablo tersine dönmüş bulunuyor. İyimserlik yerini tam bir karamsarlığa bırakmış durumda. Hükümet sözcüleri borsa ve döviz kurundaki gelişmeleri mali piyasalardaki büyük oyuncuların oyunlarına yorsalar da, gerçekte bunu kriz kokusunu alan uluslararası mali sermayenin ülkeyi terk etmesine bir kanıt saymak gerekir. Gelişmeler ve göstergeler, ekonomik krizin yeni bir düzeyde ağırlaşmakta olduğunun açık işaretlerini veriyor. İMF programının acımasızca uygulanması yapısal krize çözüm olmak bir yana, işbirlikçi tekelci burjuvazinin yaşadığı soluklanma da oldukça kısa olmuştur. İMFnin yıkım programlarının acımasızca uygulanmasının karşılığı olarak verilen üç-beş milyar dolar gerisin geri emperyalistlerin kasasına akmış, dolarlar geldi yaygarasından işbirlikçi burjuvaziye düşen havasını almak olmuştur. Şubat krizinden sonra kurtarıcı havalarında ülkeye sömürge valisi olarak atanan DB memuru Derviş, son yaptığı açıklamaların birinde, kendi misyonunu ve başarısını borçların çevrimindeki tıkanmanın aşılması olarak tanımlıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere, acımasız İMF programıyla sadece ve sadece emperyalistlerin ve işbirlikçi burjuvazinin kaymak tabakasının çıkarları güvenceye alınmıştır. Ülkenin boydan boya emperyalistlere peşkeşiyle, ama bu kadarıyla da sınırlı kalınmayarak, Mehmetçik kanı pazarlanarak bu yapılabilmiştir. Ancak tüm bu yıkım politikaları yapısal krizi hafifletmek bir yana, gerisin geri büyütüp derinleştirmiştir. Türkiye kapitalizminin bugün bulunduğu noktayı daha iyi anlayabilmek için bizzat Dervişin bir başarı olarak sunduğu borçların durumuna bakmak gerekir. Türkiyenin bugün sadece iç borçları 93 milyar doları bulmuştur. Bu miktar milli gelirin yüzde 63üne tekabül etmektedir. Dış borçları da buna eklediğimizde, Türkiye kapitalizminin nerede bulunduğu açık ve yalın biçimde görülüyor: Arjantin yolundan iflas ve çöküş! Bu arada sermaye devletinin önümüzdeki beş ay içerisinde 12.2 katrilyon borç ödemesinin olduğunu belirtelim. Bugün bu ödemeyi yapacak kaynağa da sahip değil. Borcu ödemek için her zamanki gibi daha ağır koşullarda yeni borçlara ihtiyaç var. Yani borç döngüsünün daha da ağırlaşmasına... İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenler, bu gerçeğin farkında olarak, son günlerde sıkça Arjantine atıf yapıyorlar. 11 Eylülle yakalanan şansla birlikte ABDye asker olma rolünü üstlenen ve kendisini Arjantinin yolundan ayıracak bir ihraç malı olarak Mehmetçiğin kanını pazarlayan işbirlikçi uşak takımı, bugünlerde Arjantin olma korkusunu derinden derine yaşıyor. İşbirlikçi burjuvazi ve hükümet tam da bunun gereklerine göre davranıyor. Arjantin sendromu içerisinde, geçmişte olduğu gibi bugün de tek çözümleri var. Örneğin TÜSİAD feryat figan ettikten sonra, çözüm olarak iki şart öne sürüyor. Birincisi, İMF anlaşmalarının kesintisizce yürümesi, ikincisi AB üyeliği yolunda somut adımlar. TÜSİADın bu çözümünü, kendisi de eski TÜSİAD yöneticisi olan Milliyet gazetesi yazarı Güngör Uras daha da açarak dillendiriyor: Birincisi, İMF desteğinin devamı; ikincisi, dış finans çevrelerinin güveninin devam etmesi, yani TCnin borçlanma şansını kaybetmemesi. Merkez Bankası başkanı geçen hafta yapılan Bakanlar Kurulunda verdiği brifingte, bunu İMF programlarına tam riayet dışında, ekonomik verimliliği arttıracak yapısal önlemler olarak sıralıyor. Ekonomik verimliliğin ise öncelikle, geriye dönük endeksleme mekanizmalarının azaltılması ve mal ve faktör piyasalarında sağlanacak esnekliğe bağlı olduğunu belirtiyor. Tüm bunların işçi ve emekçiler için anlamı açık. Ülkenin emperyalistlerin yağmasına açılması, işçi ve emekçilerin sosyal ve iktisadi yıkımına devam, sömürünün ve emek piyasalarının esnekleştirilmesi-vahşileştirilmesi... Daha ağır ve pervasızca elbette... Bir de buna emperyalist savaş arabasına koşulsuz bağlanmayı ekleyebiliriz. Yani düzenin egemen güç odakları bugüne kadar yapılanların dışında başka bir çözüme sahip değil. Bu çözüm işçi ve emekçilere yıkım, kıyım ve sefalet dışında hiçbir şey vaat etmiyor. Oysa işçi sınıfının burjuvazinin tüm ülkeyi ve kendilerini derin bir karanlığa götüren bu çözüm programına karşı bir çıkış yolu var. Bu, işçi sınıfının devrimci programıdır. İşçi sınıfının devrimci programının rehberliğinde işçi sınıfı hem kendini hem de tüm emekçileri kurtuluşa ve özgürlüğe götürebilir. Bu biricik gerçek çıkış yoludur. Bu ülkenin son 20 yılının verileri üzerinden bu gerçek daha somut biçimde görülebilir. İşbirlikçi tekelci burjuvazi borç ödeme mekanizmalarıyla bu ülkeden sadece faiz ödemeleri yoluyla 200 milyar doları emperyalistlerin kasalarına akıtmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi işbirlikçi tekelci burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin bunun dışında bir çözümüü de yok. İşçi sınıfının devrimci programı iç ve dış borçların geçersiz sayılmasını öngörüyor. Sadece bu kadarı bile devrimci alternatifin çözüm gücünü ortaya koymaya yetiyor. |
|||||