22 Haziran'02
Sayı: 24 (64)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi burjuvaziye AB taşeronluğu!
  İşbirlikçi burjuvazi ülkeyi iflasa, emekçileri yıkıma ve kırıma götürüyor
  Metal işçileri sendikal bürokrasi barikatını aşmalıdır!
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Temsilciler Kurulu toplantısı yapıldı
  İzmir TEKEL işçisi eylemlerine devam ediyor...
  İSDEMİR direnişinin başarısı için...
  Yerel eylemler ve politik müdahale
  Bush, Şaron ve gerici Arap rejimleri işbirliği içinde
  Filistin'e Nazi kampları
  Futbol şovenizmine karşı mücadele devrim mücadelesinin bir parçasıdır
  Futbol asla sadece futbol değildir!
  Tarihsel kazanımlar birleşik militan mücadelenin gücüyle korunabilir!..
  Büyük direnişin yıldönümünde kitlesel işçi şöleni
   "Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz!"
   Dünya Bankası memuru Derviş liderliğe mi hazırlanıyor?
   Paris'te "İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği" gecesi
   "Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!"
   Dünya Gıda Zirvesi'nin aynasında kapitalizm gerçeği
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Aymasan'da kazandık! Aymasanlar'da kazanacağız...
   "Sınıf çalışmasının sorunları"
   Şadi Özpolat F tipi hücreleri anlatıyor...
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Futbol şovenizmine karşı mücadele
devrim mücadelesinin bir parçasıdır

Milli takımın dünya kupasında önce yarı finale ardından da çeyrek finale kalması, büyük sıkıntı içindeki siyasi iktidarın eline bulunmaz bir fırsat verdi. Başbakan’ın hastalığı, AB tartışmaları derken ortaya çıkan siyasal belirsizlik yüzünden başı iyice ağrımaya başlayan iktidar çevreleri, kupa başarıları sayesinde kitleleri kısa bir süre için de olsa oyalama imkanı yakaladılar. Kutlamalar adeta yarı resmi bir hale geldi. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali, her türlü taşkınlığa göz yumulmaya başlandı.

Maç saatlerinde devlet dairelerinde bile işlerin durduğu, parti liderlerinin maçı nerede ve nasıl izlediği, kutlamaların il il görüntüleri ana haber bültenlerinin neredeyse tek konusu haline getirildi. Çok yakın geçmişte Türk bayrağının usulsüz kullanımı gerekçesiyle davalar açıldığı unutuldu; başta tişört olmak üzere Türk bayraklı giysi ve çeşitli aksesuarların üretimi, satışı ve kullanımı teşvik edilir oldu.

Kitlelerin (daha özelde yoksul kitlelerin) bu şekilde oyalandığı aynı süreçte, petrol ve onun üzerinden temel tüketim mallarına zam üstüne zam yapılıyor, tazminat hakkını ve iş güvenliğini tümüyle ortadan kaldıran yeni bir iş yasası el çabukluğuyla meclisten geçiriliyor, TİS görüşmeleri sendikaların başındaki hainlerin de iğvasıyla hızla ve büyük hak kayıplarıyla sonuçlandırılıyor. Bu kez futbol havasıyla şişirilen “ulusal birlik” balonu, her zaman olduğu gibi yine işçinin ve emekçinin başında patlatılıyor.

Asıl olan yönetime sağladığı yararlar olmakla birlikte, sistemin futboldan sağladığı yarar elbette bununla sınırlı değil. Ayyuka çıkan reklam kampanyalarının da gösterdiği gibi, futbol, egemen sınıfın parasal çıkarlarına da hizmet ediyor. Tekstil sektörü bu sayede yaz modasını değiştirdi, kırmızı-beyazın hakim olduğu giysilerle satış rekorlarına ulaştı. Resmi iletişim sponsoru olarak Turkcell’den Filli boyaya, DYO’dan Shell’e, Garanti Bankası’na Toshiba’ya kadar önüne gelen firmalar hazırlattıkları reklamlarla futbol şovenizminden yararlanmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Hiç ilgisi yokmuş gibi görünenler menfaate koşarken, medya geri kalacak değil elbette. Televizyonlar, gazeteler futbol haberleri, yorumları vb. ile bir yandan sisteme şovenizmi körükleme hizmeti sunarken, diğer yandan kendi satışlarını, dolayısıyla kârlarını artrmaya bakıyorlar. Artık gazetelerin sadece spor sayfaları ve yazarları değil, siyaset sayfaları da kupayla ilgili haber yorumlara yer vermeye başladı. Televizyonlar zaten haber saatlerini nerdeyse futbolla açıp futbolla kapatır oldular.

Fakat başta da söylediğimiz gibi, bu geçici bir durum. Yani kitleleri ancak belirli bir süre oyalayabilir, sistemin kimi sorunlarını çözmeye değil, olsa olsa ertelemeye yarar. Onuncu Yıl Marşı’nın daha uzunca bir süre açız feryatlarını bastırmaya yetmeyeceği ise şimdiden belli oluyor. Sermaye çevrelerinin kırmızı beyazlı ilan ve reklamları TİS sürecindeki işçileri “milli birlik” yolunda aç kalmaya ikna etmeye yetmiyor örneğin. Diğer yandan, kitleleri oyalamakta belirli bir başarı sağlasa da, şovenizm propagandasıyla para piyasalarını oyalamak da mümkün görünmüyor. Dolar yükselmeyi sürdürüyor, İMF ve TÜSİAD’ın uyarıları giderek daha da sertleşmeye başlıyor. Siyasal belirsizlik sürdüğü taktirde yeni bir krizin kaçınılmazlığı telaşı yaygınlaşıyor.

Fakat işin bu yanı sistem açısından en zor olan kısmı değil. Yapısal bir sorunu olarak krizler, sistemin sürekli uğraştığı ve sonuna kadar da uğraşmaya devam edeceği bir durum. Kitleleri bir yolla oyalamayı, krizlerin yükünü işçi sınıfı ve emekçilere yıkmayı başardıkları sürece idare etmeye de devam edecekler. Milli takımın başarıları veya bir yönetim aracı haline getirilen futbol onları esas olarak bu yönüyle ilgilendiriyor. Pek çok Latin Amerika ülkesinin futbol geçmişi bu açıdan iyi birer örnek teşkil ediyor. Brezilya, Arjantin gibi ülkelerin futbol takımları, oyuncuları yıllarca başarının sembolü oldular. Onların başarıları ülkelerindeki iktidarların da ayakta kalmasında destek işlevi gördü. Ne var ki, futbol bu ülkelerde hala başarılı ve hala önde gelen spor olmasına rağmen, artık kitleleri oyalamada eski etkisini sürdürdü&urren;ünü söylemek çok mümkün görünmüyor. Özellikle Arjantin’de son birkaç yıl, Arjantin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin artık eskisi gibi yönetilmeyi kabul etmediğinin ve etmeyeceğinin işaretleriyle dolu. Yani bu ülkede iktidar sahiplerinin, sırtlarını dayadıkları ABD’ye rağmen işleri hayli zor ve giderek daha da zorlaşıyor.

Latin Amerika’daki örnekleri futbol şovenizminin iktidarlara sağladığı yararlarla birlikte bunun ilelebet kullanımının mümkün olmadığını da gösteriyor. Ancak bu kendiliğinden gelişmeye/değişmeye bırakılabilir bir durum da değil. Şovenizmin her türlüsüne karşı olduğu gibi futbol şovenizmine karşı da mücadele gerekiyor. Sınıf devrimcileri her konuda olduğu gibi futbol konusunda da işçi ve emekçileri kendi sınıfsal çıkarları konusunda uyarmaya, bilinçlendirmeye ve örgütlemeye hız vermek zorundalar.



Arsızlık örneği bir tasarı...

Hak ihlali devletten, tazmini halktan...

Terör burjuvazinin kendine hem kalkan hem de saldırı aracı olarak kullandığı bir kavram olarak oldukça iş görüyor. Bu özelliği 11 Eylül sonrası daha da arttı. Bunda elbette Amerikan emperyalizminin çok özel bir payı var. “Terör” emperyalizmin ve işbirlikçi uşaklarının temel demagojik argümanı durumunda. Amerikan emperyalizmi yerleşmek istediği ülkelere terör demagojisi çerçevesinde saldırıyor ya da saldırmaya hazırlanıyor. AB yeni terör listeleri hazırlıyor. Her muhalif devleti teröristlikle suçluyor.

Bu arada yaratılan ortam demokratik hakları kısıtlayan faşizan yasaların çıkmasına bir vesile olarak kullanılıyor. İçinde “terör” kelimesinin geçtiği yasalar revaçta.

Tabiidir ki “terör” lügatı oldukça gelişkin olan sermaye devleti de bu değirmene kendince su taşıyor. Son dönemde çıkan ve çıkmak üzere bekleyen çeşitli “terör” orijinli yasa ve tasarılar mevcut. Bunların bir yenisini Radikal gazetesinin haberinden öğreniyoruz. “Terör ve terörizmle mücadeleden doğan zararların karşılanması hakkında kanun tasarısı”nın 20 maddeden oluştuğu ifade ediliyor, fakat henüz tam metni yayınlanmadı.

Haberde ayrıntılı olarak anlatılan tasarıya “terörle mücadele”de yeni bir araç olarak bakmak olanaklı. Devlet, kendi yasalarınca yasakladığı faaliyetlerine yasal finansman sağlamak istiyor. Artık örtülü ödenekler yeterli gelmiyor olsa gerek, yasal fonlar devreye sokuluyor.

Tasarıya göre, büyük bölümü doğrudan halkın cebinden çıkacak bir fon kurularacak, bu fonun adı “Terör zararlarını karşılama fonu” olacak. Bu fondan yararlanacak olanlara gelmeden önce zararları belirleyecek komisyonlara bakalım. “Zarar Tespit Komisyonu” adı verilen bu komisyonlar, İçişleri Bakanlığı’nın belirleyeceği bir vali yardımcısının başkanlığında, emniyet, jandarma, il teşkilatları ve meslek kuruluşlarından birer temsilciden oluşacak. Bileşimi bu olan bir komisyon kimlerin zararını tespit ve tazmin edecektir? Herhalde işkence ettikleri insanların değil! Ya da faili meçhule gidenlerin yakınlarının veya cezaevinde kolu kepçeyle koparılan Veli Saçılık’ın...

Kaldı ki devlet terörü sonucunda ortaya çıkan onulmaz yaralar için büyük bedellerle ödense bile (ki ödenmez), söz konusu tasarının burjuva hukuk kuralları ve mantıksal açıdan durumu düzelmez. Siz işkenceyi yasalarınızda sözde yasaklayıp muhalif kesimleri işkencelerden geçireceksiniz. Sonra da işkence yaptıklarınızın zararlarını tazmin etmek için yine onları vergiye bağlayacaksınız. Üstelik de bunu AB ve demokratikleşme yaygaraları arasında yapacaksınız. Bu, burjuva devletin çürümüşlüğünün bir başka göstergesidir.

Bu tasarının altında yatan temel sebeplerden biri olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giden davaların azaltılması gösteriliyor. Çünkü AİHM’e yapılan 5 binden fazla bireysel başvurudan 1539’unun işkenceyle ilgili olduğu söyleniyor. Hani şu “münferit” işkence iddiaları! 1539 münferit işkence vakıası! Bunlar muhtemelen kanıtlanma olasılığı en yüksek olanlar. Yine bu başvurucular haklarını aramada en ısrarcı ve direngen davranabilenler. Yani bu 1539 münferit, buzdağının görünebilen kısmı.

Söz konusu fonun göstermelik bazı icraatlar dışında, gerçek işlevinin hak arama önünde yeni bir set olması kuvvetle muhtemeldir. AİHM başvurularını azaltmaktan kasıt bu olsa gerek. AİHM’deki mahkumiyetleri dolayısıyla devletin milyonlarca dolar ödediği ve daha fazlasını ödemesinin beklendiği söyleniyor. Bu tasarı AİHM’deki muhtemel faturaların azaltılması ve halka ödettirilmesi girişimidir.

Diğer taraftan kurulacak fonun “terörle mücadele” ettiği söylenenler için tabir yerindeyse yeni bir “arpalık” işlevi göreceği muhtemel bir başka sonuçtur. Bunun izlerini tasarı fazlasıyla barındırıyor. Nitekim tasarıda oluşturulacak komisyonlara fondan harcırah ödeneceği belirtiliyor.

K. Ferhat