İsrail, pek çok Filistin kentini dikenli ve elektrikli telle çevirmeye başladı. Bu son işgal hareketinin başından beri tutuklanan Filistinlilere uygulanan muamele ve kapatıldıkları kamplar zaten öfke ve tepki yaratmaktaydı. Şimdi bir de sözde özgür Filistinlilerin yaşam mekanlarının tel örgülerle çevrilmesi, Filistin halkının tümden köleleştirilmesi hedeflerini ortaya çıkarmış bulunuyor. Tel örgüler ve tutsak Filistinlilere gösterilen muamele, Filistinde yürütülen soykırımı engellemek için hiçbir niyet ortaya koymayan emperyalist dünyanın medyasında bile Nazi kampı suçlamalarının yer almasına yol açmış durumda. Ancak bunun da tüm önceki kınama ve suçlamalar gibi lafta kalacağı, İsraile verilen desteğin ise eylemli olacağı çoktan kanıtlanmış bulunuyor. Son olarak AB dışişleri bakanlarının aldığı bir kararla FHKCnin de içinde bulunduğu bir grup Filistinli örgüt terör listesine alındı. Beyrutta yapılan Arap parlamenterler toplantısında, Avrupalı emperyalistlerin bu kararına tepkisini dile getiren Filistin Halk Kurtuluş Cephesi yöneticilerinden El Tahir, Filistinlilere karşı en iğrenç suçları işleyen İsraili kınamak yerine desteklemeyi tercih eden ABnin İsrail yanlısı olduğun bir kez daha kanıtladığını söyledi. İsrailin resmen inşasına başladığı ve 120 km. olacağı öngörülen tecrit duvarı Batı Şeriayı İsrailden ayıracak. Yönetimin Filistinli militanların sızmasını önleme gerekçesi ise İsrailde bile yeterli kabul görmedi. Aşırı sağ duvara nihai sınır kabul edileceği gerekçesiyle karşı çıkıyor. Sol ise, 1967 sınırlarına geri çekilmeden ve Yahudi yerleşim merkezleri boşaltılmadan güvenliği sağlamanın mümkün olamayacağını, tersine, duvarın çözüm umudunu engelleyerek intihar saldırılarını artırabileceğini savunuyor. Duvarın inşa planını gerçekleştiren İşçi Partili Savunma Bakanı Binyamin Ben Eliezer, her ne kadar duvarın tek amacının İsrail vatandaşlarının hayatını korumak olduğunu iddia etse de, bu girişimin de saldırıların bir parçası olduğu açık. Nitekim, bu uygulamayı El Aksa Tugayı yöneticilerinden Velid Sbeyhin öldürülmesini takiben gelişen yeni intihar saldırıları, onu da İsrailin yeni işgal saldırıları takip etmiş bulunuyor. Üstelik İsrail bu kez işgalin kalıcı olduğunu resmen ilan etmiş durumda. Bunu da intihar saldırıları sürdüğü sürece diye gerekçelendiriyor. Ayrıca, hedefin Filistinde yönetim değişikliği sağlamak olduğu da açıklanmış durumda. Bu son işgal harekatının ilk hedefleri Batı Şerianın Tulkarim, Nablus, Kalkilya ve Cenin kentleri oldu. Mart ayındaki katliam saldırısından sonra Cenin kampına da giren İsrail askeri,işgal ettiği kentlerde sokağa çıkma yasağı ilan ederek ev ev arama ve tutuklamalara girişti. Tutuklama furyası sadece Filistin kentlerinde değil, İsrailde de başlatıldı ve bir gün içinde 1200 Filistinli gözaltına alındı. İsrailin öne sürdüğü gerekçelerin ne hukukla ne doğrulukla ilgisi var. Bölgenin çırılçıplak gerçeği, İsrail saldırıları karşısında Filistin halkının nefsi müdafasıdır. Elbette tecrit edilmiş, devletsiz, ordusuz, silahsız bırakılmış bu halk, eline ne geçerse kendini onunla savunacaktır. İsrail tanklarına karşı sapan ve taşlarla, bombalarına karşı bedenleriyle... İsrailin ve emperyalist dünyanın terör edebiyatına verilecek en güzel yanıt, Filistin halkının yanında olmak ve savunma silahlarını güçlendirmektir. Filistin direnişiyle dayanışma, anti-emperyalist mücadelenin en güncel ve yakıcı görevlerinden biridir.
Sharonun tehlikeli kartviziti Gideon Spiro İsrailde demokratik altyapı derin bir krizin içinde bulunmaktadır. McCarty benzeri bir atmosfer sürekli genişlemekte, sol liberal gazeteciler işten çıkarılmaktadır. İşgale karşı gelen ve refusniksi (İşgal altındaki yerlerde görev yapmayı reddeden askerler) destekleyen sanatçılara çalışma yasağı konuyor. İsraile gelen Avrupalılar ve Amerikalılar ırkçılık politikalarına ve işgal altındaki bölgelerdeki insan hakları ihlallerine karşı tavır sergilediklerinde, konuştuklarında gözaltına alınıp sınır dışı ediliyor. Konuşma özgürlüğünü kısıtlayan ve İsraildeki silahlı mücadele ile ilişkisinden şüphelenilen bütün İsrailli Araplara seçme özgürlüğünü yasaklayan iki ayrı yasa İsrail parlamentosunda kabul edildi. Dünya İsraildeki demokratik normların eridiğini anlamak istemiyor ama İsrail ordusunun işgal altındaki bölgelerde yaptığı kanlı eylemlerin resimlerini idrak edebilmekte. Tabii ki İsrail hükümetine, özellikle Sharona karşı sert eleştirilerini dile getirebilmektedir. Anti-semitizmin kirli ve yanıltıcı dili İsrail eleştirisinden ayrılmalıdır. İsrailli ve uluslararası insan hakları temsilcileri Sharonun politikalarına katılmayanları tarafsız kalmakla tehdit eden bu tuzağa düşmemelidirler. (
) Soruna benim yanıtım dört ana kısımdan oluşmaktadır. Birincisi: İsrailin eleştirilere karşı dokunulmazlığı yoktur. İkincisi: İsrail eleştirisi anti-semitizmle özdeşleştirilemez. Üçüncüsü: Irkçılık ve insan hakları ihlalleri İsrailde de vardır. Dördüncüsü: Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki katledilmelerini gerekçe gösterip, İsrailin şimdiki politikalarına göz yumulamaz. (...) İsrail politikasının savunucularına sormak gerekir: Uluslararası anlaşmalara ve Birleşmiş Milletler kriterlerine göre savaş suçu sayılan İsrailin işgal altındaki bölgelerindeki yerleşim politikalarını savunuyorlar mı? Haider ya da Le Pen gibi insanları Almanyada iktidarda görmek isterler mi? Eğer değilse, Haider ve Le Pen benzeri üyeleri olan İsrail hükümetini neden destekliyorlar? İşgal altındaki bölgelerdeki halkı baskı altında tutan İsrail ordusu, devlet terörünün bir belgesidir. Bu terör 3 milyon insanı askeri kuşatma altında tutmakta ve binlercesini ise açlık sınırına getirmekte. Bu terör hamile kadınların zamanında hastaneye ulaşmasını engelleyip, yeni doğan bebeklerin ölümüne neden olmakta. Bu terör diyaliz hastalarının tedavisini engelleyip onların ölümlerine neden olmakta. Bütün bunlar Sharon-hükümetinin uygulamalarının sonucudur. Ve bütün bunlar, caddelerimize ölüm eken Filistin terörüyle ilintilidir. Dinci-ulusal Yahudi gericilik Filistinli karşıtını beslemekte. Birilerinin İsrail işgal güçlerini İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Alman ordusuyla kıyaslaması hiç de sürpriz değildir. Polonyadaki Alman işgaliyle Norveçteki Alman işgalinin aynı olmadığının hatırlanması gerekir. Askeri işgaller farklı yerlerde farklı yüzlere sahiptir. Tabii ki Batı Şeria ve Gazze, 35 yıllık İsrail işgalinde Nazi toplama kamplarını yaşamadılar ama onlar Norveç ve Danimarkadaki işgallere nazaran çok daha kötü koşullara sahiptirler. Sadece haksızlığın kurbanı olan insanların çığlıklarının ve eleştirilerinin ölçütleri her zaman utangaç bir analiz olmayabilir. İsraile karşı etkin bir eleştiri Filistin işgalinin sona ermesini sağlayabilir. Bunda Almanya önemli bir rol oynayabilir: Askeri malzeme yerine bir parça insan hakları ihraç edebilir. En azından Almanların kendi geçmişinden ötürü. (Almanyada yayınlanan Neues Deutschland adlı günlük gazetenin 25/26 Mayıs 2002 tarihli sayısından kısaltılarak çevrilmiştir...) Gideon Spiro (66) Berlinde doğdu ve 1939 yılında Filistine göç etti. İsrail ordusunda paraşütçü olarak 1956, 1967 ve 1973 savaşlarına katıldı. İsrailin 1982 yılında Lübnanı işgalini protesto ederek ordudan ayrıldı. Arkadaşlarıyla beraber Yesh Gvul (Bir sınırı var) adlı örgütü kurdu. Kudüste yaşıyor. |
|||||