22 Haziran'02
Sayı: 24 (64)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi burjuvaziye AB taşeronluğu!
  İşbirlikçi burjuvazi ülkeyi iflasa, emekçileri yıkıma ve kırıma götürüyor
  Metal işçileri sendikal bürokrasi barikatını aşmalıdır!
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Temsilciler Kurulu toplantısı yapıldı
  İzmir TEKEL işçisi eylemlerine devam ediyor...
  İSDEMİR direnişinin başarısı için...
  Yerel eylemler ve politik müdahale
  Bush, Şaron ve gerici Arap rejimleri işbirliği içinde
  Filistin'e Nazi kampları
  Futbol şovenizmine karşı mücadele devrim mücadelesinin bir parçasıdır
  Futbol asla sadece futbol değildir!
  Tarihsel kazanımlar birleşik militan mücadelenin gücüyle korunabilir!..
  Büyük direnişin yıldönümünde kitlesel işçi şöleni
   "Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz!"
   Dünya Bankası memuru Derviş liderliğe mi hazırlanıyor?
   Paris'te "İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği" gecesi
   "Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!"
   Dünya Gıda Zirvesi'nin aynasında kapitalizm gerçeği
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Aymasan'da kazandık! Aymasanlar'da kazanacağız...
   "Sınıf çalışmasının sorunları"
   Şadi Özpolat F tipi hücreleri anlatıyor...
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“Sosyal liberal sentez” ya da...

Dünya Bankası memuru Derviş
liderliğe mi hazırlanıyor?

K. Ferhat

Kemal Derviş Şubat krizi sonrasında işleri yerinden yönetmesi için bizzat emperyalistler tarafından gönderilmiş bir DB memurudur. Kendisi hizmetleri nedeniyle DB’den yüklü bir emeklilik ikramiyesi alarak geldi. Fakat bu DB memurluğunun bittiği anlamına gelmiyor. Geldiği günden beri ülkenin ekonomisinin emperyalistlere teslim edilişinin bir resmi olarak gözler önündedir. Hükümet içindeki konumu (buna hükümet üstündeki konumu da denebilir) bugüne kadar rastlanmamış bir durumdur.

Özal dönemiyle birlikte resmi açılışı yapılan prensler dönemi hafızalardadır. Fakat bu prenslerin Engin Civan örneğindeki gibi Amerika’ya nasıl geri döndükleri de... Özal’ın prenslerinin hepsi uygun şekillerde sisteme monte edilirdi. Bu daha çok önce bürokratik mekanizmalarda olurdu. Bürokratik mekanizmalarda yer bulan prenslerden bazıları bir sonraki seçim döneminde meclise sokulur, bakan yapılırdı. Derviş söz konusu olduğunda ise tam bir dayatma yaşandı. Burada Derviş şahsında yaşanan, ülkenin ekonomik yönetiminde göstermelik bütün perdelerin yırtılmasıdır.

Derviş’in gelmesiyle birlikte, konumuna dair tartışmaların yanında, sözü edilen memurun siyasi arenada nasıl yer bulacağı da tartışılmaya başlandı. Öncesinde bu tartışma sağda mı solda mı olacağı şeklinde idi. Zira konumu itibariyle, düzenin pazarlayıcıları açısından solda olması garip karşılanabiliyordu. Diğer taraftan geçmişi üzerinden bakıldığında Derviş’in sol bir etiketi vardı. Kendisi ilk zamanlarda sosyal demokrat olduğuna dair açıklamalar yaptı. Sonrasında ANAP’la yakınlaştığına dair haberler okuduk.

Neticede bu İMF memurunun göze batan konumu ile kalıcı olması pek mümkün gözükmüyor. Bundan dolayı seçim tartışmalarının alevlendiği bugünlerde Derviş’e yer bulunmasına yönelik çalışmalar da hız kazandı. Burjuva köşe yazarlarından Hikmet Bila’nın 3 Haziran Pazartesi NTV’de yaptığı konuşmada Ecevit’in yerine Kemal Derviş’in düşünülebileceğini söylemesi bu çabaların en son örneği.

Elbette Derviş de bu çabanın içinde ve merkezinde bulunuyor. Elbette bu yer bulma çabası liderlik düzeyinde ise, belli bir söylem gerektiriyor. Bu yeni söylemi uzun süre bekledikten sonra buldu. Aslında söylem kelimesi bile burada abartılı kaçıyor. Buna yafta demek daha doğru. Çünkü biraz ardını eşelediğinizde bunun bir yaftadan öte bir anlam taşımadığı görülüyor. Yapılan eski çürük mirasın üzerine yeni bir etiket asmaktan başka birşey değil.

Bunun böyle olduğunu daha açık görebilmek için Derviş’in İngiltere’de mezun olduğu School of Economics’de verdiği konferansa bakmak yeterli. Konferansın amacı Türkiye’nin muhtemel başbakanını uluslararası sermaye çevrelerine pazarlamak olarak özetlenebilir; tabii ki yeni söylemiyle. Konferansın başlığı, “Tarihin sonu ve yeni başlangıcı-Bir ekonomistin perspektifi”. “Tarihin sonu”; hani şu Derviş’in ağababası Fukuyama’nın birkaç yılda tuzla-buz olan büyük öngörüsü(zlüğü). Sözü edilen toplantıdan medyanın aktardıkları, Derviş’in “sosyal-liberal sentez” yaftası hakkında “en geniş” verileri içeriyor. Çünkü üç-beş paragraftan ibaret olan bu açıklamaların birkaç cümlesi sözü edilen yaftanın gerçekliğini ele veriyor. O c¨mlelerden biri; “Aslında Gidden’in üçüncü yolu da sosyal liberalizmden farklı birşey değil”.

Yafta nitelemesinin haklılığını bu cümle tek başına ortaya koyuyor. “Üçüncü yol” Blair ve Clinton örneklerinde simgeleşen üçüncü yoldur. “Üçüncü yol” allanıp pullandıktan sonra, birkaç yıl içinde savunanları iktidardan edendir. “Üçüncü yol” sosyal demokrasinin vardığı bataklık ya da çürümenin doruğudur. Bu “üçüncü yol”cular, Deniz Baykal’ın Ricky Martin şarkıları eşliğinde yaptığı gibi, devlet uygulamaları’, ‘ekonomik müdahalecilik”, ‘toplumsal ürünün adil dağılımı’ gibi maddeleri birer birer çıkardılar. Bunların yerine neo-liberal politikaların esasa ilişkin uygulamaları kutsanmaya başlandı. Özelleştirilmeler savunuldu, sosyal devlet harcamalarının tasfiye edilmesi, devletin militarist karakterinin güçlendiilmesi, esnek üretim ve esnek istihdam, sendikasızlaştırma vb. neo-liberal politikalar parti programlarında yer aldı. Piyasa ekonomisinin kesin kabulü ilan edildi. Ahlak, din, milliyet gibi geleneksel değerler politikaların malzemesi haline getirildi. Tony Blair’in öncülük ettiği “üçüncü yol” olarak tanımlanan bu eğilimin sosyal-demokrat partilerde egemen hale gelmesiyle birlikte, burjuva siyaset sahnesi sağı ve soluyl aynılaştı.

Burada akla Derviş’in neden sol maskesi takmayı seçtiği sorusu geliyor. Bunun nedeni kitlelerin düzene büyüyen tepkisidir. Çünkü bu büyüyen öfke karşısında neo-liberal saldırılar açıkça savunulamaz. Bu durumda geleneksel sosyal-demokrasinin konumunu üstlenmeyi seçiyor Derviş. Yani emekçilerden yana görünüp sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket etmek. Fakat şu açık ki, bu maske Derviş’in üzerinde oldukça iğreti durmaktadır. Bu haliyle emekçilerden destek alması mümkün değildir. Ama daha makyaja yeni başlanıyor. Hatırlanacağı üzere, dünyayı asıl yönetenlerin kulübü olarak ifade edilen Bilderberg’in Türk katılımcılarından biri de Derviş’ti. Bu durumla ilgili olarak bir ‘Bilderberg takipçisi’, “İstikbali ne olacak, görelim bakalım” yorumunu yapıyor.



Bölge müdürlüklerinin kapatılması üzerine İzmir Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Başkanı Kamer Çelik ile konuştuk...

“Saldırıları püskürtmek için
ortak mücadele gerekiyor!”

- Kamunun küçültülmesi, tasarruf tedbirleri çerçevesinde ele alınan, fakat gerçekte İMF’nin reçeteleri doğrultusunda Çankaya’ya ikinci kez gönderilen bölge müdürlüklerinin kapatılmasına ilişkin karar resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bölge müdürlüklerinin kapatılmasının esas amacı nedir sizce?

Öncelikle şunu vurgulamak isterim. Bu kapatmalar iktidarın İMF reçeteleri doğrultusunda işçi ve emekçiler üzerinde yıllardır sürdürdüğü saldırının vardığı yeni bir boyuttur. Özelleştirme saldırısı kapsamı içerisindedir. Bu saldırı yeni değildir. Sermayenin farklı biçim ve kapsamlarda çalışanlara ve yoksul halka yönelik saldırılarının sadece bir biçimidir. Bununla amaçlanan, devletin sosyal alandan tamamen çekilerek, kamu işlerini özel şirketlere devretmesidir. Burada asıl hedef tahtasındakiler kimler diye sorarsanız, emeği ile geçinenlerin bütünüdür.

Bölge müdürlüklerinin kapatılması sosyal kurumların tasfiyesidir. Devlet tüm kamusal hizmetlerden elini çekiyor, geriye kalan güvenlik ve altyapı denebilir. Bunun da kimin güvenliğini sağlamak olduğu, kamu emekçilerinin mücadelesinde, işçi eylemlerinde haklarını arayanlara uyguladıklarından ortaya çıkıyor. 4 Martlar’da emekçiler üzerine attığı bombalardan anlaşılıyor. Altyapı yatırımları da yap-işlet-devret tarzı ile özel sektöre devrediliyor. Emekçilere az da olsa hizmet verebilen kurumlar birer birer tasfiye ediliyor. Sosyal güvenlik yokediliyor. Tasarruf tedbirleri adı altında uygulanan programın çerçevesini ve özelleştirmenin bir ayağını da taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, işsizleştirme oluşturuyor. DDY, Köy Hizmetleri, Emekli Sandığı, Sağlık Müdürlükleri, Karayolları Bölge Müdürlükleri, Bacurren;-Kur kapatılması hedeflenen kurumlar arasındadır.

- Bu saldırılar karşısında neler yapılmalıdır? Sendikacılara düşen görevler yok mu?

Elbette yapılacak şeyler vardır. Sendikacılara da burada çok iş düşüyor. Ancak bu saldırı sadece sendikalara ya da üyelerine veyahut kamu emekçilerine yönelik değildir. İşçi ve emekçi, dar gelirli herkese yöneliktir, yani kapsamı büyüktür. Bunu püskürtmek için de ortak mücadele gerekiyor. Yıllardır halkın emeği ile kurulan bu kurumların tasfiyesine karşı başta sendikalar olmak üzere sisteme muhalif tüm kesimlerle, DKÖ’lerle, partilerle, vb. ortak bir hat örülmelidir. KESK ve sendikamız Eğitim-Sen’in bu konudaki tutumu bellidir.

Sermayenin bu saldırılarına, özelleştirmelere, sendikasızlaştırmaya, örgütsüzleştirmeye karşı defalarca eylem örgütledi. Saldırının daima karşısında olmuştur. Ancak eksiklikler de söz konusudur. Bu saldırıları birkaç sendikanın basın açıklamasıyla püskürtmek mümkün değildir. Bugün bu konu çok yakıcıdır. Ve zaman yitirmeden platforma taşınmalı, her türlü mücadele yöntemi değerlendirilmelidir. Ancak tekrar vurgulamakta yarar görüyorum. Bu saldırıyı püskürtmek işçi ve emekçiler ile diğer muhalif kesimlerin ortak mücadelesi ile mümkündür. Yıllardır alanlarda attığımız “Genel grev, genel direniş!” sloganını gerçek kılmamız gerekir.

- Sendikaların bu konuda ciddi bir tepki gösteremediği ortada. Bu saldırılara karşı merkezi kararları beklemek mi lazım? Yerellikte bir şey yapılamaz mı?

Elbette yapılabilir, ancak sonuç alıcı eylem olabilmesi için KESK’in merkezi kararı da yetmez, bu konuda duyarlı her insana iş düşüyor. İşçi ve emekçilerin ortak mücadelesi şarttır ve bu konuda yerellik zorlayıcı olabilir. Özelleştirme Karşıtı Platformları aşan bir örgütlülük gereklidir.

SY Kızıl Bayrak/İzmir



İHD’den tecrite karşı mektup eylemi

19 Haziran günü İzmir İHD Şubesi tarafından, tecridin kaldırılması talebiyle, mecliste sandalyesi olan partilere, Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlığa ve Adalet Bakanlığı’na mektup gönderildi. Cumhuriyet Meydanı’ndaki Büyük Postane’den gönderilen mektup eyleminde, “F tipi cezaevlerine, tecrit politikalarına son verilmesi ve konuya duyarlı olunması” istendi. Yaklaşık 40 kişinin katıldığı eylem mektupların postalanmasıyla bitirildi.

SY Kızıl Bayrak/İzmir