7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kürt gençliği ile birlikte
mücadeleyi yükseltelim!

Türk burjuva devleti, AB ile girdiği ilişkilerin gereklerini yerine getirmek, emekçi kitlelerin ve özellikle de Kürt halkının gözünü boyayabilmek için bir süredir uyum yasaları adıyla bilinen düzenlemeler yapıyor. Öze dair hiçbir yenilik veya ilerleme içermeyen bu düzenlemelere son dönemde hız verildi. Yapılanın bir yanı işbirlikçi sermaye iktidarının gerek AB, gerekse de ABD emperyalizmi ile yürüttüğü ilişkilerin ve emperyalist efendilerinin bölgeye yönelik politikalarının bir yansıması ise, diğer yanı Kürt halkına taviz vermek konusundaki eli sıkılığının politik açılımıdır.

TRT’de “Kültürel Zenginliğimiz” adı altında komedi biçiminde Kürtçe yayının başlaması, bin türlü bürokratik engelle karşılaşan Kürtçe dil kurslarının açılması ve ceza süreleri zaten sona ermek üzere olan eski DEP milletvekillerinin tahliye edilmeleri üzerine “Kürt sorunu çözülüyor mu?” sorusu gündeme geldi. Elbette samimi devrimcilerin ve düşüncesi dumura uğramamış kimselerin bu soruya vereceği yanıt çok açıktır. Ancak başka noktalardan öyle manidar yanıtlar veriliyor ki, bir-iki cümleyle de olsa üzerinde durmak gerekiyor.

Burjuva medyanın derin odaklarla ilişkileri herkesin malumu olan bazı liberal yazarları, “atılan olumlu adımlara” methiyeler düzerek, oynanan oyunu “demokrasinin zaferi”, “demokratik devrim” gibi yüzsüz tanımlamalarla duyurdular. Bu güruhun taşıdığı art niyet açık. Zira aynı günlerde HPG gerillalarının cesetlerine işkence edilmesi iğrenç gerçeğine zerre kadar ilgi göstermediler.

Burjuva liberallerinin ve düzen cephesinden onları dengelemek için kullanılan besleme faşistlerin aldıkları tutumların olağanüstü bir yanı bulunmuyor. Bununla birlikte, olağanüstü sayılamasa da, İmralı merkezli bakışa dair birkaç şey söylemekte yarar var. Teslimiyet sürecinin en geri, ihanetin en koyu döneminin yaşandığını görüyoruz. Bir yanda düzlemini emperyalistlere mesaj vermek üzerine belirlemiş ihanetçi çizgi, bir yanda toprakları en rezil kirli savaş yöntemleri ile çiğnenen ve ağır baskılarla yaşayan Kürt halkı... İşte bu uzlaşmaz çelişkinin olduğu yerde, özverili bir mücadelenin mirasçısı Kürt halkı ve gençliği, yalanların, aşağılamaların en kötüsüyle karşılaşmakta ve tüm özlemleri görmezden gelinmektedir.

Sürdürülen inkar ve imha politikaları ile reformist-liberal çizgi arasına sıkışan Kürt halkının çözümü, devrimci savaşım bayrağı altında toplanmaktır.

Havuç ve sopa politikası

Verilen sözde haklar hiçbir demokratik istemin karşılığı olamayacak kadar gülünçtür. Aba altından gösterilen sopa da verilenden fazlasını almak için devreye sokulmuş durumdadır. Serbest bırakılan DEP milletvekillerinin liberal Kürt çevresinin sözcülüğünü yapmaları, kirli barışın devamı gerekçesiyle gerillaya ve geçmişin devrimci mücadele geleneğine dair sarfettikleri inkarcı sözler ortada duruyorken Genelkurmay’ın emriyle açılan dava yukarıda söylediklerimizin bir kanıtı. Kürt halkını teslim olmaya, gerillayı silahlarını bırakmaya çağıran DEP milletvekilleri, bu hizmeti Kürtçe gerçekleştirdikleri için yargılanıyorlar. Üstelik az şey sayılmaması gerektiği döne döne söylenen resmi kanalın Kürtçe yayın yaptığı bir dönemde. Daha farklı nedenleri bulunmakla birlikte ülkedei en büyük kamu emekçileri sendikasına tüzüğündeki anadilde eğitim talebi nedeniyle, yine Genelkurmay emriyle kapatma davası açıldı. Uygulanan havuç-sopa politikası berbat bir orta oyunu halini aldı.

Bu saldırganlık, Türk sermaye iktidarının Kürt sorununa çözüm üretmek gibi bir derdinin kesinlikle bulunmadığının en açık ifadesidir. Gerçekler bu denli ortada, karşılanması düşünülmeyen talep ve özlemler bu denli yakıcı iken, sorunu geçiştirmeye, yaşanılan sürecin üzerinden atlamaya kimsenin hakkı yoktur. Hele hele Kürt halkının en dinamik kesimi olan, pompalanan umutsuzluğun etkisini kırmak için nispeten elverişli bir konuma sahip olan Kürt gençliğinin hiç hakkı yoktur. Binlerce Kürt gencinin Mazlum, Kemal, Hayri, Akif gibi değerli Kürt devrimcilerinin ismini taşıdıkları, onların direniş hikayeleriyle büyüdükleri koşullarda, Kürt gençliğinin omuzlarına önemli bir sorumluluk biniyor.

Denizler ve Mazlumlar ortak cephede
devrimci kavga ateşiyle kaynaşmaya!

Elbette sorun ne tek başına Kürt gençliğinin sorunudur ne de tek başına onun çözebileceği bir kapsama sığabilir. Gençliğin ileri kesimleri bu mücadeleyi sahiplenmek durumundadır. Geçmişte bu topraklarda yürütülen mücadele, ödenen bedeller ve devrim davası için Kürt devrimci hareketinin oynadığı rol bunu zorunlu kılmaktadır. Bu durum hiçbir biçimde sözkonusu sorumluluğu bir vefa borcu olarak görmeyi değil, fakat gençliğin kendi geleceğini kazanmak istediği yerde olmazsa olmaz bir zorunluluk, gelecek kavgasının doğrudan bir parçası olarak görmeyi gerektirir.

Burada bir kez daha, kastedilenin sadece Kürt liberallerinin işine gelecek herhangi bir politik hareketlilik değil, ama tepeden tırnağa devrimci bir bakışın hakim olması gereken zorlu bir süreç olduğunu hatırlatalım.

Gençliğin bugün yükseltmesi gereken öncelikli taleplerden biri anadilde eğitim hakkıdır. Elbette bu talep eğitim alanına ilişkin diğer istemlerden ayrı düşünülemez. Fakat gelinen yerde anadilde eğitim tüm toplumu kesecek biçimde dayatılan taraflaşmanın somut ifadesidir. İktidar sahibi sınıf gericiliğini keskin biçimde ifade etmiş, Kürt orta burjuvazisi ve onun temsilcisi teslimiyetçi çizgi bu gericilikle uzlaşma yolunu tutmuştur.

Gençliğe, gençliğin ileri kesimlerine, devrimci gençlik hareketine bu saflaşmada taraf olmak düşüyor. Konuyu geniş gençlik yığınlarının gündemine sokabilmeli ve Eğitim-Sen zayıf bir tutum alsa da, mücadeleci eğitim emekçilerinin yanında omuz omuza mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kürt gençliğinin samimi unsurları ile omuz omuza yürütülecek bu kavgada birbirimize kazandıracağımız çok şey ve kazanabileceğimiz kardeşçe, özgür bir dünya var.

(Ekim Gençliği’nin Ağustos ‘04 tarihli
74. sayısından alınmıştır...)



Kapitalizm insanın kurdudur

Dünyayı yaz tatillerini geçirdiği tatil köyünden, geceleri ‘dağıttığı’ gece kulübünden ibaret sananlar için yoksulluk edebiyatı, zenginliğin o burnunun ucunu göremeyen kibiriyle sarf edilmiş sözlerle sınırlıdır. Çünkü yoksullukla zenginliğin saatleri birbirine uymaz. Onlar yataklarında uyandıklarında, milyonlar çoktan işbaşı yapmıştır bile. Onlar beş çaylarını yudumlarken paydos ziline daha saatler vardır. Ve onlar sayfiye yerlerinde hiç çalışmadıkları halde emeklilik günlerini tüketirken onların hizmetinde çalışanlar çoktan toprağın altına girmişlerdir bile. Türk filmlerinin esprilere konu olan “Biz ayrı dünyaların insanıyız” cümlesi gerçekte o kadar da anlamsız değildir. Onlar gerçekten de ayrı dünyaların insanlarıdır ve zengin oğlan fakir kızı sevmez hiçbir zaman.

Yoksulluğun penceresinden zenginliğe bakıldığında ise durum çok farklılaşıyor. Şehrin kenarındaki mahallelerde yaşayanlar için zenginlik, uzaklarda bir yerlerden atılan havai fişeklerin ışıltısıdır. Sofralara sığmayan yemeklerdir. Kışın üşümemek, yazın terlememektir. Kısacası özlenen bir şeydir. Yoksulluğun dolaylarında çalışmamak ayıptır. Ama onlar ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar asla zengin olamayacaklarını bilirler. Çalışarak zengin olduğunu söyleyen yalancıdır.

Medya aracılığı ile kışkırtılan sınıf atlama hayalleri bu insanları çürütürken, sömürülmenin, yok sayılmanın biriktirdiği öfke seli, yaşamı kazanmak için mücadeleye değil bireysel kurtuluş çabalarına akar. Para kazanmak için her yol mübah hale gelir.

Karanlık sular

Para kazanmak için girilen mübah yolların sonuçları oldukça ürkütücü. Geçtiğimiz günlerde Ankara Ticaret Odası, Neler Oluyor Bize başlıklı ve dört dosyadan oluşan rapor yayınladı. Yer yer geri siyasal istem ve bakışlarla iç içe geçen raporun Dilenen Türkiye başlıklı dosyasına göre, Türkiye’de 50 bin dilenci yaşıyor. İnsanların acıma duygularını sektör haline getiren dilenci mafyası, bu sektörden yıllık yaklaşık yarım katrilyon para kazanıyor. Rapora göre; dilenciler, aylık 750 ila 1 milyar liralık gelirle, işçi ve memur ücretlerinin çoğundan daha fazla kazanıyor. Bu kadar kârlı olan bir sektöre uygun insan bulmak için insanlık dışı yöntemlerle insanlar sakat bırakılıyor. Kimi zaman yoksullukla pençeleşen ailelerin çocuklarını ayda 200-250 milyona kiralayan mafya, bu çocukları sokaklarda dilencilik yapmaya zorluyor. Şddete, cinsel tacize en fazla maruz kalanlar ise bu dilenci çocuklar. Trilyonların döndüğü bu sektörde aslan payını alanlar, insanlığı kendi karanlık sularına doğru sürüklüyorlar. Bunların insan değil canavar olduğunu düşünenlere duyrulur: Failler sadece onlar değiller.

ATO’nun raporunun bir diğer dosyası da fuhuş ile ilgili. Türkiye’de fuhuş da tıpkı dilencilik gibi mafya tarafından kontrol ediliyor ve milyarlarca dolar para dönüyor. Fuhuş yapan kadınların sayısı 100 bini buluyor. (Lütfen burada durun, bir dakika düşünün). Fahişelik yaşı ise 12’ye kadar inmiş durumda. Ayrıca fuhuş yapan kadınların %30’u kocası tarafından, %10’u baba, anne gibi diğer yakınları tarafından fuhuşa zorlanıyor. Bunun yanında suç oranları da geçmiş yıllara oranla artış gösteriyor. Özellikle hırsızlık, yankesicilik, gasp, kapkaç gibi suçlar artmış durumda.

Fakir kızın kaderi sosyalizmle birlikte değişecek

İnsanı insanlıktan çıkaran, insani olan ne varsa aşağılayarak değersizleştiren kapitalizmin ta kendisidir. Paranın herşeyi satın alabildiği bir düzende, küçücük çocuklar, dilendirmek için kiralanır, kadınlar karanlık sokak aralarında pazarlanır, bu ülkenin gençleri para için hırsızlık yaparlar. Yoksulluğun alabildiğine doldurduğu sokaklarda kurulan zenginlik düşleri insanları bataklığın dibine doğru iter. Uzaklardan gördükleri havai fişeklerin ışıltısı beyinlerine çoktan girmiştir. Açlığa, yoksulluğa, aşağılanmaya karşı kurtuluş gibi görünen bu ışıltılar benliklerini çürütüp onları insanlıktan çıkarır.

Güzel olan, yaşamı anlamlı kılan ne varsa elimizden alıyor kapitalizm. Çocukların masumiyetini, aşkın, sevginin vazgeçilmez tadını, paylaşmanın zevkini... İnsanlar tüketilip yokediliyor. Sonra yenileri yetişiyor. Zengin oğlanla evleneceğini sanan fakir kız fena halde yanılıyor. Zengin oğlan fakir kızı sevmeyecek hiçbir zaman.

H. Ezgi

(Ekim Gençliği’nin Ağustos ‘04 tarihli
74. sayısından alınmıştır...)



Ekim Gençliği’nden Direnişçi Castleblair işçilerine...

İşçi sınıfı davasına duyduğumuz sarsılmaz güvenle yanınızdayız!

Direnişçi Castleblair işçileri;

Sermayenin azgın sömürü çarkları arasında her gün milyonlarca işçi ezilmekte ve sömürülmektedir. İşçi sınıfı için bu çarkların dişlileri her geçen gün daha çekilmez bir hale gelmektedir. Yeni saldırılarla tüm dünyadaki işçi ve emekçiler için yaşam her yeni günde bir öncekinden daha çekilmez hale gelmektedir. Bu saldırılara sürekli yenileri eklenmektedir. İşçi ve emekçiler için kölelik koşullarında çalışma ve yaşam öngören yeni iş yasası, kamu emekçilerinin kazanılmış tüm haklarını bir bir yokedecek olan Kamu Yönetimi Reformu saldırısı, ülkemizdeki yeni saldırı programlarına birer örnektir sadece.

Bu saldırılar sadece ülkemizle de sınırlı bulunmamaktadır. En gelişmişleri de dahil tüm kapitalist dünyada işçi ve emekçilerin kazanılmış hakları birer birer gaspedilmeye çalışılmakta, çalışma ve yaşam koşulları gün geçtikçe dayanılmaz bir hal almaktadır.

Direnişçi Castleblair işçileri,

Dünya çapında sermayenin ve onun zor aygıtı devletlerin işçi ve emekçilere karşı bu ölçüde saldırganlaştığı bir dönemde başlatmış bulunduğunuz direnişi yürekten selamlıyoruz.

Direnişiniz, kölece yaşam koşullarına mahkum olmuş milyonlarca işçi ve emekçi için, hak alma mücadelesi içerisindeki işçiler için her geçen gün önemi artan bir kılavuz haline gelmektedir. Direnişiniz, bugüne kadar iliklerine kadar sömürülen işçilere haklarını kazanmaları için nasıl dişe diş bir mücadele örmeleri gerektiğini göstermektedir.

Bugün sigortasız, sendikasız, düşük ücret ve uzun çalışma saatleri koşulları altında çalışan milyonlarca işçi ve emekçi, haklı ve meşru direnişinizin ortaya çıkardığı derslerden öğrenmeli ve sizler gibi onurlu direniş safında yerini almalıdır. Bu sömürü çarkları işte o zaman parçalanacak ve tüm insanlık için geleceğin sömürüsüz ve özgür toplumunun yolu açılacaktır.

Direnişçi Castleblair işçileri,

İşçi ve emekçilerin hak alma mücadelesi sermayenin ve devletinin zorbaca terörüne maruz kalmaktadır. Sendikalaşma faaliyetleri üzerinden başlatılan grevler ve eylemlerde devlet, arkasındaki sermaye sınıfının çıkarlarını korumak için emekçilere azgınca saldırmakta ve bu hak alma mücadelelerini bastırmaya çalışmaktadır.

Ancak bugün işçi sınıfının karşısında tek başına bu zor aygıtı bulunmamaktadır. Burjuva düzeninin bir parçası olan, çıkarları sermaye sınıfının çıkarları ile örtüşen, gerçek misyonları emekçilerin hak alma mücadelesini ve direnişini zayıflatmak, sınıf mücadelesini sermayenin istediği sınırlar içerisinde tutmak olan sendika bürokrasisi, sermaye sınıfının elinde, belki de devletin kirli ve kanlı zor aygıtından daha güçlü bir silah haline gelmiştir. Yakın tarihimizde bu sendikal ihanetin yüzlerce örneğini görmek mümkündür.

Bugün DİSK-Tekstil sendikası şahsında bu ihanetlerin bir yenisi sergilenmektedir. Bu sendikanın başındaki çetenin işçilere, özellikle de öncü işçilere karşı ihanetler serisinden oluşan kabarık bir suç sicili vardır. Sizin arkadan hançerlenmeniz, bu suç zincirine yeni bir halka olarak eklenmiştir. Fabrikadaki sendikalaşma faaliyetinin başını çekmiş, bu faaliyetin kazanılmasında yeri doldurulamaz roller üstlenmiş olan siz öncü işçileri sırtından hançerlemiş bu çetenin yakasını gençlik olarak biz de bırakmayacağız. Sesinizi ve direniş soluğunuzu her yere taşıyacak, bu çetenin maskesini her yerde düşüreceğiz.

Direnişiniz, bugüne kadar onlarca satış sözleşmesi imzalamış bulunan, sendikal faaliyetin başını çeken işçilerin kapı önüne konulmasına destek olan, sendikaların başına çöreklenmiş bu ihanet şebekesine işlerinin hiç de kolay olmadığını göstermiştir. DİSK-Tekstil yönetimi bu sefer baltayı taşa vurmuştur. İşlediği bu yeni suç ona pahalıya mal olacaktır.

Bugün gelinen yerde direnişinizin omuzlarında, sendikal bürokrasinin maskelerini bir bir düşürme sorumluluğu bulunmaktadır. Mücadelenizdeki kararlılığınız ve bugüne kadar kazandığınız başarılar, tüm işçi sınıfına olduğu kadar biz gençliğe de umut vermektedir.

Direnişçi Castleblair işçileri,

Direnişiniz kesin bir kutuplaşma oluşturmuş bulunmaktadır. Bizler işçi sınıfı davasına sarsılmaz bir inanç ve kararlılıkla bağlı olan gençler olarak, haklı ve meşru taleplerinizin ve mücadelenizin yanındayız. Direnişinizi sonuna kadar sahipleniyor ve “mücadeleniz mücadelemizdir!” diyoruz.

Ekim Gençliği
27 Temmuz 2004

(Ekim Gençliği’nin Ağustos ‘04 tarihli
74. sayısından alınmıştır...)