7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol, emperyalizme ve burjuva gericiliğine karşı savaştan geçiyor...

“Kelebeği tutmak istediği anda patlama oldu”

Yıkıntıların altında atıyor çocuk kalbim,
dur bomba, ne olur!
Soluğu kesilecek annemin...

İkinci Dünya Savaşı’nın son günleriydi. ABD hükümetine bağlı bilim adamı ordusu, korkunç bir katliamın ön hazırlığını günlerce önce sona erdirmişti. Onbinlerce sivil insanın ölümü ve daha fazlasının yaralanmasıyla sonuçlanan kanlı katliam, dünya kamuoyuna insanlığın bilimsel gelişimi olarak lanse edildi. Kullanıldığı anda yüzbin insanın canını alan atom bombası, ardında yıkılmış bir şehir, bütünüyle ölü bir toprak, soluk alamayan insanlar ve kahverengi bir gökyüzü bıraktı. Sokaklardan aylarca dağılmayan yanmış ceset kokusu, ABD’nin demokrasi ve insan hakları anlayışının kokuşmuşluğundan başka bir şey değildi.

6 Ağustos 1945’de ABD, Japonya’nın Hiroşima kentine bir atom bombası attı. Bombanın atıldığı anda ölen insanların sayısı 50 bine yakındı. 6 Ağustos’u takip eden aylar boyunca, bombanın radyoaktif etkisinin bir sonucu olarak, ölü sayısı resmi kayıtlara göre 150 bine ulaştı. Bu sayının çok çok üstünde insan sakat kaldı. Yayılan radyasyon doğal yaşamın bütün üretim dengelerini alt üst etti. Hiroşima topraklarında uzun yıllar tek bir bitki yetişmedi ve doğan çocukların büyük çoğunluğu kanser vb. hastalıklarla karşı karşıya kaldılar.

Atom bombasının etkisi gökyüzünden bırakıldığı anda kendini göstermişti. İçerdiği maddenin yayılması sadece saniyeler aldı. İnsan hayatı üzerinde basit bir deneme yanılma oyunu değildi bu. Bilinçli bir biçimde planlanmış olduğu açıktı. Ve hedef gerçekten de onbinlerdi. Zira atom bombasının ortaya çıkarabileceği sonuçlar, üreticisi olan bilim adamlarınca başından beri biliniyordu.

Bu soğuk kanlı bir cinayet miydi, yoksa savaş sırasında yapılmış geri dönülmez bir hata mı? Gökyüzünden yağan ölüm acaba yanlış anlaşılan bir komuttan ya da deli bir pilotun kendi inisiyatifinden kaynaklanmış olamaz mıydı? 6 Ağustos 1945’te dünyada milyonlarca insanın aklından ilk önce bunlar geçti. Akıl almaz bir bilanço çıkmıştı ortaya. ABD kendini aklamaya çalışmıyor, insanlar ilk kez karşılaştıkları bu ölüm makinesinin üzerlerinde yarattığı şok etkisi ile radyoların başından ayrılamıyorlardı. Bu arada Japonya’nın bir şehrinde yaşam durmuş, derileri yüzülmüş ama hayatta kalacak kadar şanslı olan insanlar, nehir kenarlarına sığınmış, kan kokan bedenlerini bataklık sineklerinden korumaya çabalıyor, bir yandan da tepelerine inebilecek yeni bir bombanın korkusu ve haber alamadıkları yakınlarının endişesiyle, ABD’yi lanetliyor ve ölülerine a&curen;ıt yakıyorlardı.

Çok geçmeden ölümün yanık kokusu bütün Japonya’ya yayıldı. Haftalara yayılan bir gece başladı Japonya’da. Gece bitmedi. Gün doğmadı. ABD bir kez daha yeni onbinlerin soluklarını kesmeye karar vermişti. 9 Ağustos 1945, bu kez hedef Nagazaki. Gökten düşen yeni bir atom bombası... İnsanlığı sırtından vuran yeni bir saldırı... Ölümün kokusu aynı, akan kanın rengi, inlemeler ve haykırışlar, tiz çığlıklar, katliamın faili aynı! Hiroşima ve Nagazaki’deki saldırıların ardından hayatta kalmayı başaranların belleklerinde iz bırakan görüntüler aynı...

Haritadan silinenler-Hafızalara kazınanlar

Bugün katliamların üzerinden 59 yıl geçti. 59 yıl, kanayan yaraları sardı belki ama acıları dindirmedi. O günden bugüne çok şey değişti. “Bilim” ilerledi. Atom bombası yerini, nötron bombasına ve isimleri sayıldığında uzun listeler oluşturabilecek bir sürü yeni silaha bıraktı. Kullanıldıklarında bir kenti değil, koca bir kıtayı haritadan silebilecek güçte bombalar üretildi.

Bütün bunlar bir yana ABD, hala, iktidarını öldürerek, öldürterek güçlendirmeye devam ediyor. Elinde devamlı koz olarak tuttuğu nükleer silah tehdidi ile dünyanın her yerinde jandarmalık misyonuna soyunmuş durumda. İkinci Dünya Savaşı sırasında 22 milyonu asker ve 28 milyonu sivil olmak üzere toplam 50 milyon insan can verdi. Şili’de, Vietnam’da, daha dün Afganistan’da, yıllardır Filistin’de ve bugün Irak’ta yüzbinlerce insan öldürüldü ve halen de öldürülmekte. Bütün bu katliamların hesabının kimden sorulacağı açıkça ortada.

Hiroşima ve Nagazaki’deki yaşananların ardından kukla başkan Truman, beslendiği Amerikan kültüründen ve sırtını dayadığı emperyalist Amerikan tekellerinden aldığı güçle, yaptığı tüm açıklamalarda yaşananları savundu, pişman olmadığını, verdiği her iki ölüm emrinin de arkasında durduğunu açıkça ifade etti. “Amerikan rüyası” o yıllarda Japonya halkı için ve devamında tüm dünya halkları için bir kabusa dönüştü.

Atom bombasının etkisinin gücüne dair bir dolu bilimsel açıklama yapılabilir. Örneğin Nagazaki’de kullanılan bomba daha güçlü olmasına rağmen, etkisi daha zayıf olmuştur. Bütün bunların sebeplerinin teknik ve coğrafi açıklamalarına girişilebilir. Atom bombasının geliştirilme süreci, içeriği anlatılıp, buradan bilim etiği üzerine tartışmalar da yürütülebilir. Ancak bütün bu tartışmalar sonucunda değiştirilemeyecek yaşanmışlıklar ve acıları hafifletilemeyecek insan yığını var. Ve kurulacak hiçbir cümle bu gerçeği değiştiremez.

“Alarmdan sonra tehlike geçti işareti daha yeni çalmıştı. Okula gelen arkadaşlarımı tembel tembel seyrediyordum. Sarı-yeşil kanatlı bir kelebek süzülerek geldi, tam karşıma duvarın tepesine kondu. Şimdi düşünüyorum da B-29’un kendine özgü sesini açık seçik olarak işittiğimi hatırlıyorum. Tehlike geçti işaretinin verdiği güvenle, bu ses bir kulağımdan girmiş, bir kulağımdan çıkmıştı. Kardeşim kelebeği tutmak için elini uzattığı anda patlama oldu ve sanki bir fırına atılmışım gibi her yanımda büyük bir yanma duydum. Duvarın köşesine fırlatılmıştım. Aklıma geldikçe hala şaşarım: Önce bir parıltıyla, kapkaranlık bir dünyaya fırlatılıp atıldıktan sonra, nasıl olmuş da kardeşimin elinden tutup koşmaya başlamıştım? Bu sahnenin kopuk görünüşleri fotoğraf kağıdı gibi göz bebeklerime işlemişti.” (Sintara Fukuhara-1945’te dördüncü sınıfta)

“Her yanı yanık içinde, günlerce inleyen kimsesiz insanları, yaralar üzerinde dolaşan kurtları, nöbet içinde feryat ederek ölenleri sizlere anlatmak için nereden kelime bulayım? Yaşayan Cehennem desem, olur mu? ” (Masataka Oseda–1945’te üçüncü sınıfta )

Hiroşima ve Nagazaki’de yaşananlar insanlık tarihinin kara lekesi olarak yıllarca güncelliğini yitirmeyecek. Emperyalist savaşlar sürdükçe, 1945’te açılan yara kapanmak bir yana, derinleşerek büyüyecek.

Gerçek barışa giden yol tam da emperyalizme karşı verilecek savaştan geçmekte. Hiroşima ve Nagazaki’de gaz bulutlarının içinde, küle dönüşen insanların anısı, emperyalizme karşı insanlığın kinini biliyor.

A. Eylül