7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Büyük ve çok boyutlu oyun...

Son birkaç aydır Kürdistan’da dikkat çekici gelişmeler yaşanmaktadır. Bütün bu gelişmelerin birbiriyle çok sıkı bir bağlantı içinde olduğu ve birçoğunun tek merkezden yönlendirildiği bugün çok daha net ve kesin bir dille ifade edilebilir.

İlgili ilgisiz herkes, her çevre soruyor: “Neler oluyor?”

Kongra-Gel “yeniden savaş” kararı aldı. Askeri operasyonlar yaygınlaştı ve yoğunlaştı, Eski DEP milletvekilleri tahliye edildi, TRT’de Kurmanci ve Zaza lehçelerinde TV yayını yapıldı, PKK/Kongra-Gel yeniden TC’nin iç ve dış politikasının ilk gündem maddesi haline getirildi, Kürdistan’dan hergün ölüm haberleri geliyor!

Bütün bu gelişmeleri nasıl okumak, yorumlamak ve anlamak gerekir? Sorulan ve üzerinde tartışılan konu ve soru bunlar. Evet, herkes bu konu ve soruları tartışıyor, ama tartışmayan, tartışmadan sadece “önderliklerini” anlamaya çalışan, ama sonuçta anlamayan ve anlamadıkları için yerden yere vurulan Kongra-Gel kadroları, çalışanları ve taraftarlarıdır! Çok trajik bir durum. Aslında gelinen noktada traji-komik bir nitelik kazanan bir durum!..

Önce bu gelişmeleri alt alta sıralayalım, sonra değerlendirmeye ve anlamaya çalışalım.

I.

Son birkaç ayın belli başlı gelişmeleri

Hatırlanırsa bundan birkaç ay önce Kongra-Gel içinde bir bölünme yaşandı. “Reformist kanat” olarak tanımlanan Osman Öcalan ve Nizamettin Taş adlarıyla anılan grup dağdan koparak Irak şehir merkezlerine gitti. Dağda kalan Cemil Bayık, Duran Kalkan adlarıyla anılan “Muhafazakâr grup” bütün iktidar iplerinin ellerinde olduğu yanılsamasıyla diğer gruba karşı teşhir ve tecrit kampanyasını başlattı. Osmanlar’ın dağdan kopmaları, bir bakıma iktidardan uzaklaşmaları, bu da güçsüzleşmeleri ve etkisizleşmeleri anlamına geliyordu. Ortaya çıkan görüntü, İmralı çizgisi ve beklentileri açısından “hoş” bir durum değildi. İlk günden itibaren dayatılan şuydu: Bölünme olmayacak, parçalanma olmayacak, tasfiye süreci bütünlük içinde ve zamana yayılmış bir biçimde kontrollü götür&uum;lecek! Bunun anlamı, Genelkurmay’ın yönetimine bağlanmış Öcalan iktidar sisteminin tüm gelişmeleri, dinamikleri ve potansiyelleri kontrol altında tutması ve tek merkezden yönlendirerek mantıki sonucuna götürmesi demekti! Kontrol dışı bir gelişme eğilimine izin verilmemeliydi!

Bu anlayışın bir sonucu olarak İmralı’nın dışarıya düzenli ve sistemli bir biçimde müdahale etmesi sağlandı ve böylece “iç operasyon” başlatıldı. “Gidenler” geri çağrıldı, “iktidar yanılsaması” içinde olanlar görevlerinden uzaklaştırıldı, soruşturma sürecine alındı. “Eski” kadroların burunları böyle sürtüldü, geriye kalan onur kalıntıları ayaklar altında ezildi. Politik ve psikolojik olarak sıfırlanan bu kadroların artık yapabilecekleri bir şey kalmamıştı. İpler bütünüyle Öcalan ve iktidar sisteminin elinde toplandı. Yapılan “2. Genel Kurul” ve bu platformda alınan kararların, anılan iç operasyonu onaylama ve ona meşruiyet kazandırma dışında bir anlamı olmayacaktı.

Bu iç operasyon iki önemli beklentiye denk düşüyordu. Biri, kontrollü tasfiyeciliğin iç ilişkiler ve iç iktidar bakımından güvence altına alınması; diğeri, daha sonra Kongra-Gel üzerinden geliştirilecek politikalar için daha az sorunlu veya sorunsuz bir örgüt zemini ve aracının yaratılmasıdır.

Bu iki beklenti de gerçekleştirilmiştir. Öcalan’ın tek egemen, tek ve son söz söyleyici, tek karar verici “merci” olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır; dahası bu iktidar sistemi önündeki engeller ve olası tehditler ortadan kaldırılmıştır. Bunlarla birlikte bu sürecin tam bir bastırma, tasfiye ve her alanı denetleme hareketi olarak gelişmesi, daha geniş tartışmaların ve arayışların önünü de kesmiştir. Zaten anılan iç operasyonun bir hedefi de kontrol dışı tartışmaların, mevcut duruma ilişkin uç vermeye başlayan eleştirilerin önünü kesmektir. Bu da önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir.

Sonuçta birkaç aylık bir operasyonla tasfiye edilmesi gerekenler tasfiye edilmiş, tasfiye edilenlerin geriye kalan itibar kırıntıları yerle bir edilmiş ve bir daha itiraz etme olanak ve özgüvenleri yokedilmiş, Öcalan sistemi kendisini çok daha güçlendirerek yeniden her türlü tartışmanın dışına çıkarabilmiştir. Bu biçimde kesin kontrol altına alınan “örgüt” artık her politikaya ve politik oyuna alet edilebilir, emin bir biçimde hedefe gidilebilir!

Anılan bu iç operasyonu Kürdistan ve halkımız üzerinde oynanan İmralı merkezli büyük oyunun ilk ayağı olarak görmemiz ve değerlendirmemiz gerekir. İmralı’nın da Genelkurmay yönetiminde ve denetiminde bir kontrgerilla merkezi olduğunu bilmeyen yok. Herkesin şu soruyu kendisine sorması gerekiyor: Devlet, Genelkurmay, neden A. Öcalan’ın örgütünü çok rahat bir biçimde yönetmesine izin veriyor? Hem de savaş kararlarını çıkarabilecek kadar “özgür” davranmasına izin ve onay veriyor?

Diğer bir dikkat çekici gelişme de eski DEP milletvekillerinin tahliye edilmeleridir! Bu milletvekilleri tahliye edilmeden önce İmralı merkezli yönlendirme ve hazırlama çabalarını da kısaca hatırlatmakta yarar var. Öcalan’ın içe dönük müdahalelerini peş peşe yaptığı dönemde Leyla Zana ve diğer tutuklu DEP milletvekillerine yönelik ısrarlı talimatlar ilettiğini, avukat görüşme notlarından biliyoruz. Leyla Zana’ya Kongra-Gel Başkan yardımcılığı öneriliyor, kendisi üzerinde oynanan Avrupa merkezli oyunları boşa çıkarmaları isteniyor ve Mehdi Zana ile ilişkilerini yeniden düzenlemesini istiyordu. Bu istemler ve talimatlar boşuna değildi. Belli bir süre sonra tahliye edileceklerdi, ama önceden hazırlanmaları, bağlılıkları, ideolojik ve politik duruşları test edilmesi, geliştirilecek politikalara uygun davranıp davranmayacakları net ve kesin bir biçmde anlaşılması gerekiyordu. Bu, bir deneme ve sınavdı. Sınav başarılı verilirse, bağlılığı kanıtlanırsa tahliye edilebilir ve onun üzerinde birkaç kuş birden vurulabilirdi. Bir iki aylık talimat ve rapor alışverişinden sonra Leyla Zana ve diğerlerinin İmralı çizgisine bağlılıkları anlaşıldı, aynı anlama gelmek üzere Genelkurmay’ın politikalarına uygun bir duruş ve pratik sergileyecekleri sonucuna varıldı. Leyla Zana bir yanda bol bol “barış” demeçleri veriyor, bir yandan da İmralı çizgisine bağlılığını tekrarlıyordu. Dolayısıyla tahliye edilmeleri önünde bir engel kalmamış, tersine tahliyeleri birçok bakımdan önlerini açan bir nitelik kazanmıştı. Bu noktanın değerlendirilmesine yeniden dönmeye çalışacağız.

Değinilmesi gereken üçüncü gelişme de kısaca şudur: Kongra-Gel ve ona başlı HPG, 1 Haziran 2004 tarihinden itibaren “tek yanlı ateşkese” son vereceklerini ve bundan böyle “meşru savunma” çizgisinde davranacaklarını açıkladı. İmralı eksenli gelişmeleri dikkatle izleyenler, bu tavrın altında başka gerekçelerin ve politik oyunların olduğunu anlamakta zorluk çekmez. 2 Ağustos 1999 tarihli kararda silahlara, silahlı mücadeleye kesin son verildiği biliniyor. Silahlarını devlete teslim etmeye hazır olduklarını da defalarca açıklamışlardır. Ancak devlet istedikleri yasal düzenlemeyi yapmadığı için, yani kendilerini affetmeye hazır olmadığı için silahlar ellerinde kalmıştır. Geçmişte yapılan açıklamalar, alınan kararlar, geliştirilen programlar hakkında tek bir satır söz söylemeden “tek yanlı süren ateşkes kararına son veriyoruz” a&ccdil;ıklamasını nasıl anlamak gerekir? Ortada kesin olarak silahlara veda söz konusu ve bu, belgeli. Başka bir ifadeyle İmralı çizgisi bütün boyutlarıyla sorgulanmadan, sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutulmadan ve gerçekler çarpıtılmadan yapılan açıklamaların hiçbir değeri yoktur. Ama bu açıklamaların ötesinde her gün ölüm haberleri geliyor. Bir çatışma ortamından söz ediliyor ve bu çatışmaortamı TC’nin iç ve dış politikasında etkince bir malzeme olarak kullanılıyor. Ortada TC’nin politik beklentileri için Kürt gençlerinin kanları akıtılıyor. Kürt halkının özgürlüğü için, belli bir stratejiye ve meşru zemine dayanmayan çatışmalar, bir savaş olamaz, olsa olsa bir cinayet olarak tanımlanabilir. Bu cinayetin sorumlularını deşifre etmek her devrimci ve yurtseverin boyun borcudur!

İç operasyon tamamlanıyor, Öcalan iktidar sistemi bir kez daha sağlamlaştırılıyor ve bu, Kongre platformu ve kararlarıyla resmileştiriliyor ve aynı Kongrede “tek yanlı ateşkes kararı”na son verildiği kararı alınıyor. Aslında bu son karar aylar öncesinden açıklanmıştı. Avukat görüşmelerinde 1 Haziran tarihine sık sık vurgu yapılıyor ve hükümetin adım atması isteniyordu. 1 Haziran tarihi ve bu tarihe kadar söylenenler ve yapılanlar rastlantı mıydı? Yoksa aynı merkezli büyük ve çok boyutlu bir oyunun birbirini tamlayan parçaları mı?

Yukarıda kısaca açıkladığımız üç ana gelişme İmralı merkezli, aynı anlama gelmek üzere Genelkurmay odaklıdır; Genelkurmay’ın iç ve dış politika beklentilerine oturuyor!

II.

İmralı merkezli iç operasyonun anlamı ve hedefleri

Yukarıda da kısaca vurguladığımız gibi, sarsılmaya başlayan, iç sarsıntı geçiren Öcalan sistemi onarılmadan, yeniden daha güçlü bir temelde restore edilmeden İmralı merkezli politikaların tam anlamıyla yaşama geçme ve firesiz uygulanma şansı yoktu. Örneğin sahte ve kontrollü savaş oyununun tutması ve olası “sapmalara” uğramaması için İmralı’nın denetimi, mutlak yönetimi kaçınılmazdı. Bundan dolayıdır ki haftalarca bu konu üzerinde duruldu, bunun için avukatlar seferber edildi. Her iki “kanat” tasfiye edildi, etkisizleştirildi, daha da önemlisi geriye kalan itibar kırıntıları beş paralık edildi. Her zaman olduğu gibi Öcalan iktidar sistemi bu yöntemle sağlamlaştırıldı. Geçmişte de Öcalan içte yaşanan her önemli olayı ve tartışmayı önce her türlü yöntemle bastırmış, bununla birlikte bu bastırma hareketi eşli&curen;inde kendi sistemini çok daha güçlendirmiş ve başka bir aşamaya sıçratmıştır. Örneğin, Semirler’in eleştirilerini önce bastırmış, sonra bu olayı kendi sistemini kurmada ve yerleştirmede önemli bir basamak yapmıştır. Şenerler’in tutumunu önce bastırmış, sonra bu sistemini ZDK adıyla zindanlara dayatmış ve böylece bütün sistemini kurumlaştırmış, önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmıştır. Kongra-Gel i&ccedi;inde yaşanan bölünmeyi de aynı mantıkla bastıran Öcalan 2. Genel Kurul ile sistemini güçlendirmiş, iktidar restorasyonunu gerçekleştirmiştir.

Kısa ve uzun vadeli tasfiye stratejisinin başarısı için bu restorasyon kaçınılmazdı, yoksa İmralı’nın Genelkurmay için bir anlamı kalmayacaktı.

III.

“Savaş” kararı, Genelkurmay’ın iç ve dış politika beklentilerinin sonucu olarak Kürt kanı üzerinde sahnelenen büyük bir oyundur!

Tarih, aynı ve tek karargahtan yönetilen iki düşman ordusunun savaşına tanık olmamıştır!

Ama ne yazık ki, bugün, bu hilkat garibesi olaya tanık oluyoruz. Kürt kanı üzerinde gelişen, Kürdün umudu ve özsaygısını doğrayan bir oyun ile karşı karşıyayız. Yine ne yazık bu gerçeklik büyük bir demagoji ve yalanlarla perdelenmekte, “özgürlük savaşı” olarak yutturulmaya çalışılmaktadır.

Açıkça vurgulamalıyız ki, ortada Kürtler’in istemlerinin, iradesinin kırıntısı dahi yok. İmralı’da dile getirilen ve dayatılan her söz ve davranışın Genelkurmay iradesini yansıttığından kuşku duymamak gerekir.

Niçin savaşılıyor?

Bu savaş hangi askeri ve politik stratejiye dayanıyor?

Hangi amaç ve hedefler için?

Bu soruların cevabı yok! Verilen cevaplar ise açıktır:

Kürtler devlet istemiyor, bir iktidar hedefleri ve perspektifleri yok! Bağımsızlık, federasyon, otonomi de istemiyoruz! (Bunun için Kongra-Gel programına, Öcalan’ın talimatlarına ve son günlerde Özgür Politika’da yayınlanan Mustafa Karasu’nun makalesine bakılabilir) Hiçbir askeri ve politik çizgiye oturmayan M. Karayılan’ın 29 Haziran 2004 tarihli Özgür Politika gazetesinde çıkan bir açıklamasında, temel stratejilerinin demokratik siyasal mücadele olduğu, meşru savunma çizgisinin bu temelde olduğu belirtilmektedir. Bunlar, tutarsız, birbirini götüren çelişkili sözlerdir ve kafa karıştırmaya, yaratılan sanal havayı daha da koyulaştırmaya yönelik açıklamalardır! Savaş ve silahlı mücadeleye ilişkin dünden bu yana söylediklerinin kısa bir dökümünü yapmaya çalışacağız. Şimdilik Kürtler ve Kürdistan a¸ısından hiçbir politik programa ve askeri stratejiye oturmayan bir “çatışma” durumunun olduğunu vurgulamakla yetinelim. Salt bu yönüyle olsa bile bir savaşla değil, bir cinayetle karşı karşıya olduğumuz çok açıktır! Peki, Kürtler açısından cinayetten öte bir anlamı olmayan bu “yeni” durumun arkasında duran temel itkiler nelerdir, bu “yeni” durum hangi politikaların bir sonucudur!

Başka bir değerlendirmemizde de vurguladığımız bazı noktaları tekrarlamakta yarar var: “Yeniden” çatışma ortamının yaratılması açık ki bir Genelkurmay politikasıdır ve onun bazı iç ve dış politika beklentilerine oturuyor! Bu beklentiler nelerdir? Kısaca özetlemeye çalışalım:

Bir: AB’ye uyum yasaları çerçevesinde Genelkurmay ve ordunun iktidar üzerindeki denetimi ve otoritesi görece geriletilmişti. Bu eğilimin gelişme olasılığı da vardı. Öncelikle bunun geriletilmesi gerekiyordu. Bunu önleyecek, ordunun iktidar üzerindeki denetim ve otoritesini yeniden güçlendirecek, orduyu günlük gelişmelere müdahale edebilecek en güçlü bahane bir çatışma ortamından, “terör” bahanesinden başkası olamazdı. İdeolojik olarak Kemalist laiklik ordunun iktidar ideolojisidir. Bu noktada AKP ile geçmişe dayanan bir “kan davalarının” olduğu biliniyor. İmralı eksenli yapılan açıklamalara bakılırsa devlete ve orduya ilişkin tek bir eleştiri görülmez, “tek taraflı ateşkes” sürecinin bozulması yine AKP hükümeti ve politikalarıyla açıklanmaktadır. HPG’nin bu konuda yaptığı açıklama da aynı eksendedr. Serxwebun Mayıs 2004 sayısında yayınlanan bu açıklamada AKP’nin Cumhuriyeti zayıflatan bir tutum içinde olduğu vurgulanmaktadır. Bu Cumhuriyet savunusu neden? “Devlete hizmet etmenin” bir gereği olmalı!

Nerden nereye? Cumhuriyet, Kürdün inkarı ve imha siyasetinin adı olarak değerlendirilmiyor muydu? 15 yıllık savaşın temel gerekçesi bu temel gerçekliğe dayandırılmıyor muydu?

1 Haziran’dan bu yana “terör ve terörle mücadele” söylemi iç ve dış politika gündeminin yükselen maddesi oldu.

İki: Sadece iç politikada değil, dış politikada PKK/Kongra-Gel sorunu en çok konuşulan ve dayatılan bir gündem maddesi oldu. Özellikle ABD ile ilişkilerde ve ondan istenen öncelikler listesinde bu konu birinci sırada yer tutmaktadır. Haziran’ın son günlerinde yapılan NATO zirvesinde de aynı konu öncelikle gündeme getirildi. Eğer “çatışma” ortamı olmasaydı, bu konunun bu düzeyde ve yoğunlukta gündeme getirilmesi olanaklı olmazdı.

Üç: Bu noktada Güney Kürdistan ve Irak politikası üzerinde daha fazla söz sahibi olma eğilimi kaydedilmesi gereken diğer bir noktadır. Bu eğilim, Güney’e askeri olarak müdahale etme seçeneğini de içeriyor. Bunu ne kadar başarır, ne kadar başarmaz, bu, ayrı bir konudur. Ancak bu eğilimin gerçekleşmesinde savaş ve Kongra-Gel kartının sürekli kullanılacağı çok açıktır. Günlük gelişmeleri izleyenler bunu çok net olarak göreceklerdir.

Dört: Uzun vadeli tasfiye stratejisi bağlamında “yeniden çatışma” ortamının sonuçları ve etkileri hakkında da şunlar söylenebilir: Bir kez bu “çatışma” sürecinin Kürt gençlerinin kırımı ve imha süreci olduğu çok açıktır. Binlerce eski gerilla ülkeye çekilmiş, programsız ve stratejisiz bir biçimde, daha doğrusu düşman stratejisinin bir gereği olarak çatışmalara sürülmekte ve katledilmektedir. Bu, fiziki bir tasfiye değilse nedir? Tasfiye edilen sadece genç bedenler değil, doğranan gelecek umudu, özgürlük bilinci ve kendisi, geleceği ve özgürlüğü için savaşma bilinci ve ruhudur! En büyük tasfiye de budur!

Bütün bunlar, İmralı’da Genelkurmay’a verilen “devlete bağlılık ve devlete hizmet” sözünün ne anlama geldiğini çok net ve tartışmasız bir biçimde göstermektedir.

İmralı çizgisi, aynı zamanda bilinç, bellek ve ruh katliamı anlamına geliyor.

“Tek taraflı ateşkese son verdiklerini” açıkladıklarında bir bakıma halkın belleksizleştirilmesi operasyonuna güveniyorlardı. Oysa daha önce savaş, barış, silahlı mücadele konusunda yığınca şey söylediler. Kongrelerinde bu doğrultuda kararlar aldılar, yeni programlar geliştirdiler. Bu konuda bugüne dek ne söylediklerini kısaca özetlemekte yarar var. Bir de bu yönüyle hiçbir ahlaki ölçüye bağlı olmadıklarını hatırlamamız, hatırlatmamız gerekiyor. Dikkatle okumakta ve bugün söylenenlerle karşılaştırmakta yarar var:
(...)

IV.

Eski DEP milletvekillerinin tahliyesi, aynı oyunun bir parçasıdır!

Öcalan üzerinden bir yandan iç operasyon hazırlanıp tamamlanırken, aynı zamanda Leyla Zanalar’ın durumu, kişiliği ve “bağlılıkları”, başka bir deyişle rehabilitasyon düzeyleri test ediliyordu. Bu testin sonuçları istedikleri düzeyde ve nitelikteydi. Bu noktadan sonra onların içerde tutulmalarının bir anlamı kalmamıştı, tersine tahliye edilmelerinin zamanı gelmişti. Bundan beklentileri nelerdi?

Kısaca özetlemekte yarar var:

Bir: Leyla Zana ve arkadaşları Avrupa ile ilişkilerde önemli bir sorun olarak duruyorlardı. AB’ye uyum bağlamında birçok yasa çıkarmışlardı, ama AB açıkça eski DEP milletvekillerinin tahliyesini istiyordu. Mahkeme aşamasında tahliye edilmemişlerdi, ama “bağlılıkları” test edildiğine göre artık tahliye edilebilirlerdi. Böylece AB ile ilişkilerde önemli bir engeli de aşmış olacaklardı. Yine bu bağlamda İmralı çizgisi ve talimatları doğrultusunda “Avrupalılar’ın oyunlarını” boşa çıkarabilirlerdi. Yani, AB’nin elindeki kozları almanın ötesinde onlara karşı bir karta dönüştürebilirlerdi.

İki: Daha da önemlisi, DEP milletvekilleri yeterince ıslah olmuş, tam da kendilerinin istediği mesajları vermeye hazır bir hale gelmişlerdi. Böylece İmralı’nın dışarıya, Avrupa’ya uzanan ayakları rolünü oynayabileceklerdi.

Bu konuda devleti yanıltmadılar. Dışarı adım atar atmaz devletin istediği mesajları fazlasıyla vermeye başladılar. Yaptıkları konuşmalarda, yaptıkları mitinglerde resmi çizginin tam da istediklerini yerine getirdiler. Kürdistan’da yaptıkları bir dizi mitingden sonra düzenledikleri basın toplantısında şu “saptamalarda” bulunuyorlardı. Bunları, o günün gazeteleri “DEP’LİLERİN SAPTAMALARI” başlığı altında yansıtıyordu:

“- Bölge insanı, ülkemizin bölünmesine asla izin vermeyecek kadar birlik bilincini geliştirerek içselleştirmiştir.

- Sorunların çözüm dilinin şiddet ve silah değil, uzlaşı, diyalog ve demokratik katılım olduğuna inanmakta, çatışma istememekte ve barışa hizmet eden herkesin sürece katkısının sağlanmasını istemektedir.

- Etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçiliği reddetmekte; milliyetçilikten beslenen siyaseti onaylamamakta ve Türkiyeli üst kimliğinde tanımlanacak anayasal vatandaşlığın özgür ve eşit yurttaş yaratacağına inanmakta ve buna destek vermektedir.

- Hükümeti demokratikleşme adımlarında cesur olmaya davet etmektedir.

- Türkiye halkını ve Türkiye Cumhuriyetini sembolize eden tüm değerlere bağlı ve saygılı olduğunu bir kez daha yinelemiştir.

- Genel affın Türkiye toplumunun bir kesiminde, eskilerinden pek farklı olmayan pişmanlık ve topluma kazandırma yasaları gibi toplumun bir diğer kesiminde rahatsızlık yarattığının bilincinde olarak her iki tarafın da hassasiyetlerini dikkate alan ve topluma gerçek bir katılım sağlayan yeni yasal değişiklikler beklemektedir.”

Bu başlıklar altında özetlenen görüşler, aslında İmralı’da dillendirilen görüşlerin, Kongra-Gel’in programının en özlü özetini anlatmaktadır. Bu programda” Kürt halkının özgürlük istemlerinden bir kırıntı bulmak mümkün mü? Tekrarlanan resmi görüşlerden başka bir şey değildir!

Bundan sonra yukarda açıklanan resmi çizgi doğrultusunda TC’nin iç ve dış politikalarına hizmet edeceklerinden kuşku duymamak gerekir.

Bu noktaya nasıl geldikleri ayrı bir tartışma ve değerlendirme gerektiren bir konudur. Bu konuyu da başka yazılarımızda işleyeceğimizi belirtmekle yetinelim. Bu, gereklidir, çünkü ulusal mücadelenin sahte sembolleri düzeyine çıkarılan bu kişilerin gerçek durumlarını, kendilerine de haksızlık yapmadan açıklamak, halkımıza karşı duyduğumuz sorumluluğun gereğidir.

V.

Sonuç

Genelkurmay odaklı sahneye konulan çok boyutlu oyun, bugün hükmünü icra ediyor. Ama ne yazık halkımız, üzerinde oynanan bu büyük oyunun farkında değil ve kendisine uzatılan faturayı ödemeye devam ediyor. Bundan daha trajik bir durum olamaz!

Sahnelenen oyunun daha inandırıcı olabilmesi için Öcalan’a görüş yasağı koydular. Bu da oyunun bir parçasıdır. Bununla düzenin “liberal” kalemleri tarafından tartışılmaya başlanan ve belli ölçülerde deşifre edilmeye çalışılan anılan oyuna inandırıcılık kazandırmak, bu cepheden gelen baskıları karşılamak istiyorlar. İkincisi, “Kürt cephesinde” “savaş” oyununun açığa çıkmasını önlemeyi düşünmektedirler. Öcalan’ın görüştürülmemesinin en genel nedenleri bunlardır. Yarın ihtiyaç duyduklarında yine mesajlarını dışarıya taşıtmak için her olanağı sunacaklarından kuşku duymamak gerekir.

Oyun çok büyük ve boyutlu. Bu oyunun figüranları da sahnede! Hedefledikleri Kürt halkının özgürlüğü ve umutlarıdır, bilinci, ruhu ve belleğidir!

Bu oyunu açığa çıkarmak, buna karşı halkı aydınlatmak ve en geniş örgütlü direnişi geliştirmek yurtseverliğin olmazsa olmaz gereklerinden biridir!

Daha etkin bir biçimde harekete geçme zamanıdır!

Sosyalisten Sosergeren Kurdistan
(Kurdistan Devrimci Sosyalistleri)