7 Ağustos'04
Sayı: 2004/31 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Satılmış ve kokuşmuş sendikal ihanet çetelerini alaşağı edelim!
  İMF’ye verilen yeni “niyet mektubu” açıklandı...
  DEP’lilerin TİSK ve Hak-İş ziyaretleri üzerine...
  Sermaye devleti ve medyası emperyalist işgalden yana...
  “Barışsever” Cola Turka... Aynanın arkasına bakın!
  “Hızlı” cinayet ve sermaye medyasının dolaysız sorumluluğu
  Metal TİS’leri ve sendikaların tutumu
  Castleblair işçilerinden teşekkür mesajı...
  Castleblair işçileri Marks & Spencer mağazaları önünde...
  5. Munzur Doğa ve Kültür Festivali sona erdi...
  Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden siyasi tutsakların açıklaması...
  10. yıl kampanyasını güçlü bir devrimci siyasal çalışma haline getirelim!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan
  Irak’ta “Müslüman Gücü” hazırlıkları
  İsrailli aydınlar siyonizmi mahkum etti!
  Büyük ve çok boyutlu oyun...
   Hiroşima ve Nagazaki’nin yıldönümünde gerçek barışa giden yol,
  İspanya’nın kırmızı çiçeği, Neruda’nın yasemin demeti...
  Flamenko Lamenko’nun kızıl dansçısı Antonio Gades öldü...
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 1. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kurtlar sofrasındaki ülke: Sudan

Ölümün kol gezdiği Afrika kıtasında yaşanan gelişmelere genelde dünya basınında pek yer almaz. Zira bu kıta, gözden çıkarılmış muamelesi görüyor. Afrika’da açlık, yoksulluk, AİDS salgını gibi belalar sonucu her yıl yüzbinlerce insan ölmektedir. Öyle ki, kıtada ortalama yaşam süresi 30’a kadar gerilemiş bulunuyor.

Emperyalistlerin Afrika’yı gündemlerine aldıkları da oluyor. Bu tür durumlar farklı emperyalist güç odaklarının çatıştığı dönemlere denk düşüyor. Elbette faturayı ödeyen kıta halkları oluyor. Bunun en bariz örneği Ruanda’da birkaç yıl önce yaşananlardır. Fransız emperyalizminin etkin rol oynadığı çatışmada farklı kabilelere mensup bir milyona yakın Ruandalı hayatını kaybetmişti.

Birleşmiş Milletler, ABD ve AB emperyalistleri son günlerde Sudan’la yakından ilgileniyorlar. Tabii Rusya ve Çin’de ilgisiz değil. Öne çıkan sorun Sudan’ın Darfur bölgesindeki çatışmalar. Kullanılan argümanlar çoğu zaman olduğu gibi “insani felaket, yoğun insan hakları ihlali” vb. olarak yansıyor. Bununla ilgili olarak ABD emperyalizmi hemen BM Güvenlik Konseyi’ne karar tasarısı sunmaya hazırlandı. Rusya, Çin ve Pakistan’ın itirazlarını dikkate alan ABD, tasarıyı yumuşatarak onaylanmasını sağladı. Karara göre, Sudan’a Darfur’daki Arap milisleri silahsızlandırmak için 30 gün süre tanınıyor. Bu süre sonunda ise BM durumu gözden geçirecek, Sudan hükümeti karara uygun önlemler almamışsa, belli yaptırımlar uygulama yoluna gidebilecek.

Oysa dünya kamuoyunun gündemine son haftalarda giren bu olaylar yeni başlamadı. Darfur bölgesinin merkezi hükümet tarafından ihmal edildiği gerekçesiyle Darfur Kurtuluş Cephesi (DLF) 2003 Mart ayında Sudan Hükümeti’ne karşı isyan başlatmıştı. Sudan Hükümeti askerleri ile Arap asıllı ve hükümet destekli Cancavid (atlı haydut) gerillalarının müdahalesi sonucu başlayan çatışmalar sırasında yaklaşık 10 bin kişi -kimi kaynaklara göre onbinlerce- can verdi. 1.2 milyon kişi yerlerini terketmek zorunda kalırken, yaklaşık 200 bin kişi de komşu ülke Çad’a sığındı. Bu felaket yeni değil. Buna rağmen BM ve diğer emperyalist güç odakları bu sorunla yeni ilgilenmeye başladı.

Sudan’la ilgilenen taraflara bakıldığında, bunların sorun çözmek değil, zengin petrol yatakları yeni keşfedilen Sudan’ın yağmasında pay almak için birbiriyle yarıştıkları görülür.

ABD emperyalizmi güya El Kaide militanı aramak için bu ülkeye sataşmalarda bulunuyor. Bu ABD’nin ilk sataşması da değil. 1998 yılı yaz aylarında ABD’nin Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçiliklerine bombalı saldırılar düzenlenmişti. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı M. Albright, ABD’nin gücünü hasımlarına göstereceğinden dem vurmuş ve hemen Başkan Clinton’un talimatıyla Sudan’a karşı roket saldırısı düzenlenmişti. Sonuçta, bir kimyasal üretim tesisi olduğu iddia edilen El Şifa Hastanesi tamamen tahrip edilmişti. Onlarca ülkeye saldırmak isteyen Washington’daki savaş çetesinin Sudan’la ilgilenmesi hayra alamet değil.

Fransız hükümeti, gittikçe büyüyen olayların ardından, Sudan-Çad sınırında devriye görevi yapmak üzere ikiyüz asker gönderdi. Fransa’nın Çad Büyükelçisi, BBC’ye yaptığı açıklamada, askerlere verilen görevin “bölgeyi güvenli hale sokmak” olduğunu iddia etti ve askerlerin şimdilik Çad sınırları içinde kalacaklarını söyledi.

Avrupa Birliği Sudan hükümeti üzerindeki baskıyı arttırırken, Almanya Dışişleri Bakanı Joscka Fischer, Hartum hükümetinin Arap milislerin uyguladığı şiddeti durdurmaması halinde daha güçlü yaptırımlarla karşılaşacağını söyledi. Zengin ham petrol yataklarına sahip Sudan’ın güneyinin ülkeden ayrılmasını sağlayabilecek bir müdahalenin ardında Alman emperyalizminin olduğunu dile getiren haberler basında yer aldı. Nitekim bir Alman şirketi güneydeki isyancılarla, bölgedeki petrolün Kenya’ya trenle taşınmasını sağlayacak bir demiryolu hattı kurmak üzere anlaşma yapınca, Alman hükümetinin Sudan yönetimi karşısındaki üslubunu daha da sertleştirdiği gözleniyor.

Hartum yönetimine savaş uçağı satan Rusya ise, Sudan’a herhangi bir baskının uygulanmasına karşı çıkıyor. Sudan petrolü ile yakından ilgilenen Fransa ve Çin de benzer bir tutum içinde.

Oysa Sudan’daki asıl büyük çatışma Darfur’daki değil. Sudan’daki iç savaş, 21 yıl boyunca hükümet güçleri ile güneyde özerklik isteyen direnişçiler arasında. Bu savaşta şimdiye kadar 2 milyon insan hayatını kaybetti, 4 milyon kişi evsiz kaldı. Ölümlerin büyük bir bölümü, savaşın sebep olduğu açlıktan kaynaklandı. Bu uzun süreli savaşa ilgisiz kalan emperyalist güçlerin, Darfur’da bir buçuk yıl önce başlayan çatışmalara gösterdikleri yakın ilgi, insani kaygılarla açıklanamayacağı gibi, bir rastlantı da değildir. Ancak yeni petrol rezervleri bulunmasının ardından Amerika, İngiltere, Fransa, Çin gibi ülkelerin gözü Sudan’a çevrildi.

Demek oluyor ki, Darfur’da yaşanan dram, emperyalistlerin yağmadan daha fazla pay kapmak için giriştikleri iğrenç rekabeti örten “insani” bir kılıf işlevi görüyor. Emperyalistlerin kirli hesapları, gerici Sudan rejimini aklamıyor elbette. 1989’da gerçekleşen askeri darbenin şefi Ömer el-Beşir, Sudan’ın diktatörüdür. Sudan’da yönetime askeri darbeyle gelen el-Beşir 15 yıldır tahttan inmiyor. 1991’de Sudan’da şeriat rejimi ilan eden el-Beşir, 1996 ve 2000 yıllarında yapılan göstermelik seçimlerle kendine “seçilmiş” payesi biçti. Farklı etnik ve dinsel kimliklere mensup halkların yaşadığı Sudan’da, şeriat yönetimi ancak askeri rejimle yaşama geçirilebilirdi.

İhraç edilen yıllık 300 bin varil ham petrol gelirine de el koyan dikta rejimi, bu parayı iç savaş ve silahlanma için kullanıyor. Milyonlarca Sudanlı ise yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Sudan’da pek çok ülkede olduğu gibi etnik baskı ile sınıfsal baskı içiçe geçmiştir. Sınıfsal yönün mücadelede öne çıktığı yerde bu içiçelik bir avantaj olurken, tersi durumlarda emperyalistler tarafından halkları birbirine kırdırmanın bir aracına dönüşebiliyor. Sudan’da yaşanan olayların böyle bir yönü olduğu görülüyor. Bu da yaşanan dramın içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açıyor.

Sudan halkları içerdeki gerici rejime olduğu kadar emperyalist güçlere karşı da direniş yolunu seçemediği sürece benzer dramlar yaşamaya devam edeceklerdir.



Powell’ın Ortadoğu gezisi...

Direnen halklar kirli hesapları boşa çıkaracak!

Emperyalist işgal Irak’ı tam bir kaos ortamına sürükledi. Hergün onlarca Iraklı hayatını kaybederken, ülke adeta bir ölüm tarlasına döndü. Bu tabloyu yaratanlar da elbette paylarına düşeni alıyorlar. Günde birkaç işgalci askerin tabutu Amerika’ya yollanıyor. Tüm yanlış hesapların Bağdat’tan dönmesi üzerine ABD, yıllardır aşağıladığı Müslümanlar’dan medet ummaya başladı. Bu çerçevede bölgeyi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki görüşmelerinin ardından Bağdat’a gitti.

Arap ve Müslüman ülkelerin Irak’a güç göndermesi konusunu Riyad’daki uşaklarıyla görüşen savaş kundakçısı Powell, Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde Irak “başbakanı” ajan İyad Allavi ile de biraraya geldi. Irak ziyareti önceden duyurulmayan Powell, Kuveyt temaslarının ardından Bağdat’a geçti. Powell, 28 Haziran’da “egemenliğin” Iraklılar’a devredilmesinden sonra ülkeyi ziyaret eden en üst düzey ABD’li yetkili oldu.

Direnişin güçlü eylemlerle gündeme damgasını vurduğu günlere denk düşen Powell’in Irak ziyareti, işgalci ordulara moral vermek ve Bağdat’taki işbirlikçilerin sırtını sıvazlamak içindi. Powell Bağdat’ta, Irak’ta karşılaşacakları zorlukları aşmaya kararlı olduklarını iddia etti. Bağdat’ta “devlet başkanı” Gazi El Yaver ile biraraya gelen Powell, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Gelecek haftalarda zorluklarla karşılaşacağız ve bunları aşmaya kararlıyız” diye konuştu. Bu sözler direnişin gittikçe güçlendiğinin itirafıdır aynı zamanda.

Irak’ta bulunduğu sırada uşaklarını öven Powell, “Irak’ta geçici hükümet, demokrasiyi özgürlük ve insan hakları ilkeleri üzerinde kurmaya bağlılığını devam ettirdiği sürece, bu hükümetle çalışmayı sürdürmeye kararlıyız” şeklinde konuştu. Kastettiği demokrasi ve özgürlüğün ne olduğunu Ebu Garib’den yansıyan fotoğraflarla tüm dünya görmüştü. Irak “devlet başkanı” El Yaver ile “başbakan” İyad Allavi’ye teşekkür eden Powell haydudu, onların gösterdiği cesaret ve kararlılığın etkileyici olduğunu iddia etti.

Irak “devlet başkanı” sıfatını taşıyan Amerikan uşağı, efendisi tarafından övülünce ayakları yerden kesildi. Efendisinin yanında olmasından güç alarak direnişçilere tehditler savurdu. Powell’in basın toplantısında konuşan El Yaver, “teröristleri” yenmek için zamanın kendileri için işlediğini öne sürdü. El Yaver’in “Serseriler, düşmanlar, karanlığın ordusu gitgide ümitsizliğe kapılıyor. Bu yüzden saldırıları artırıyorlar” sözleri, nasıl bir ihanet çukurunda debelendiklerini anlatıyor.

Colin Powell’in günlerce süren bölge gezisi, savaş kundakçılarının Ortadoğu’da kan dökmeye hız vereceklerinin göstergesidir. Müslüman askeri birlik oluşturma girişimiyle ise, her iki taraftan ölenlerin bölge insanı olması hedefleniyor. Zira ölenler Amerikalı değilse, basın tekellerinde haber konusu bile olamıyorlar. Bu sayede Amerikalılar kendilerini daha “güvende” hissederken, Ortadoğu’da kan gövdeyi götürmeye devam edecek.

Emperyalist zorbaların bu kirli planları hayata geçebilirse, bölge halklarına ağır bir bedel ödetecek. Zorbaların kanlı planlarını ancak direnen halklar bozabilir. İşgalin kurbanı olarak bedel ödemektense, emperyalist barbarlara karşı direnerek bedel ödemek tek onurlu yoldur. Filistin ve Irak halklarının direnişi ikinci yolun tercih edildiğini gösteriyor. Bu direnişi bölge halklarına maletmek, işgalcileri bölgeden atmanın önemli bir adımı olacaktır.