Ölümün kol gezdiği Afrika kıtasında yaşanan gelişmelere genelde dünya basınında pek yer almaz. Zira bu kıta, gözden çıkarılmış muamelesi görüyor. Afrikada açlık, yoksulluk, AİDS salgını gibi belalar sonucu her yıl yüzbinlerce insan ölmektedir. Öyle ki, kıtada ortalama yaşam süresi 30a kadar gerilemiş bulunuyor.
Emperyalistlerin Afrikayı gündemlerine aldıkları da oluyor. Bu tür durumlar farklı emperyalist güç odaklarının çatıştığı dönemlere denk düşüyor. Elbette faturayı ödeyen kıta halkları oluyor. Bunun en bariz örneği Ruandada birkaç yıl önce yaşananlardır. Fransız emperyalizminin etkin rol oynadığı çatışmada farklı kabilelere mensup bir milyona yakın Ruandalı hayatını kaybetmişti.
Birleşmiş Milletler, ABD ve AB emperyalistleri son günlerde Sudanla yakından ilgileniyorlar. Tabii Rusya ve Çinde ilgisiz değil. Öne çıkan sorun Sudanın Darfur bölgesindeki çatışmalar. Kullanılan argümanlar çoğu zaman olduğu gibi insani felaket, yoğun insan hakları ihlali vb. olarak yansıyor. Bununla ilgili olarak ABD emperyalizmi hemen BM Güvenlik Konseyine karar tasarısı sunmaya hazırlandı. Rusya, Çin ve Pakistanın itirazlarını dikkate alan ABD, tasarıyı yumuşatarak onaylanmasını sağladı. Karara göre, Sudana Darfurdaki Arap milisleri silahsızlandırmak için 30 gün süre tanınıyor. Bu süre sonunda ise BM durumu gözden geçirecek, Sudan hükümeti karara uygun önlemler almamışsa, belli yaptırımlar uygulama yoluna gidebilecek.
Oysa dünya kamuoyunun gündemine son haftalarda giren bu olaylar yeni başlamadı. Darfur bölgesinin merkezi hükümet tarafından ihmal edildiği gerekçesiyle Darfur Kurtuluş Cephesi (DLF) 2003 Mart ayında Sudan Hükümetine karşı isyan başlatmıştı. Sudan Hükümeti askerleri ile Arap asıllı ve hükümet destekli Cancavid (atlı haydut) gerillalarının müdahalesi sonucu başlayan çatışmalar sırasında yaklaşık 10 bin kişi -kimi kaynaklara göre onbinlerce- can verdi. 1.2 milyon kişi yerlerini terketmek zorunda kalırken, yaklaşık 200 bin kişi de komşu ülke Çada sığındı. Bu felaket yeni değil. Buna rağmen BM ve diğer emperyalist güç odakları bu sorunla yeni ilgilenmeye başladı.
Sudanla ilgilenen taraflara bakıldığında, bunların sorun çözmek değil, zengin petrol yatakları yeni keşfedilen Sudanın yağmasında pay almak için birbiriyle yarıştıkları görülür.
ABD emperyalizmi güya El Kaide militanı aramak için bu ülkeye sataşmalarda bulunuyor. Bu ABDnin ilk sataşması da değil. 1998 yılı yaz aylarında ABDnin Kenya ve Tanzanyadaki büyükelçiliklerine bombalı saldırılar düzenlenmişti. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı M. Albright, ABDnin gücünü hasımlarına göstereceğinden dem vurmuş ve hemen Başkan Clintonun talimatıyla Sudana karşı roket saldırısı düzenlenmişti. Sonuçta, bir kimyasal üretim tesisi olduğu iddia edilen El Şifa Hastanesi tamamen tahrip edilmişti. Onlarca ülkeye saldırmak isteyen Washingtondaki savaş çetesinin Sudanla ilgilenmesi hayra alamet değil.
Fransız hükümeti, gittikçe büyüyen olayların ardından, Sudan-Çad sınırında devriye görevi yapmak üzere ikiyüz asker gönderdi. Fransanın Çad Büyükelçisi, BBCye yaptığı açıklamada, askerlere verilen görevin bölgeyi güvenli hale sokmak olduğunu iddia etti ve askerlerin şimdilik Çad sınırları içinde kalacaklarını söyledi.
Avrupa Birliği Sudan hükümeti üzerindeki baskıyı arttırırken, Almanya Dışişleri Bakanı Joscka Fischer, Hartum hükümetinin Arap milislerin uyguladığı şiddeti durdurmaması halinde daha güçlü yaptırımlarla karşılaşacağını söyledi. Zengin ham petrol yataklarına sahip Sudanın güneyinin ülkeden ayrılmasını sağlayabilecek bir müdahalenin ardında Alman emperyalizminin olduğunu dile getiren haberler basında yer aldı. Nitekim bir Alman şirketi güneydeki isyancılarla, bölgedeki petrolün Kenyaya trenle taşınmasını sağlayacak bir demiryolu hattı kurmak üzere anlaşma yapınca, Alman hükümetinin Sudan yönetimi karşısındaki üslubunu daha da sertleştirdiği gözleniyor.
Hartum yönetimine savaş uçağı satan Rusya ise, Sudana herhangi bir baskının uygulanmasına karşı çıkıyor. Sudan petrolü ile yakından ilgilenen Fransa ve Çin de benzer bir tutum içinde.
Oysa Sudandaki asıl büyük çatışma Darfurdaki değil. Sudandaki iç savaş, 21 yıl boyunca hükümet güçleri ile güneyde özerklik isteyen direnişçiler arasında. Bu savaşta şimdiye kadar 2 milyon insan hayatını kaybetti, 4 milyon kişi evsiz kaldı. Ölümlerin büyük bir bölümü, savaşın sebep olduğu açlıktan kaynaklandı. Bu uzun süreli savaşa ilgisiz kalan emperyalist güçlerin, Darfurda bir buçuk yıl önce başlayan çatışmalara gösterdikleri yakın ilgi, insani kaygılarla açıklanamayacağı gibi, bir rastlantı da değildir. Ancak yeni petrol rezervleri bulunmasının ardından Amerika, İngiltere, Fransa, Çin gibi ülkelerin gözü Sudana çevrildi.
Demek oluyor ki, Darfurda yaşanan dram, emperyalistlerin yağmadan daha fazla pay kapmak için giriştikleri iğrenç rekabeti örten insani bir kılıf işlevi görüyor. Emperyalistlerin kirli hesapları, gerici Sudan rejimini aklamıyor elbette. 1989da gerçekleşen askeri darbenin şefi Ömer el-Beşir, Sudanın diktatörüdür. Sudanda yönetime askeri darbeyle gelen el-Beşir 15 yıldır tahttan inmiyor. 1991de Sudanda şeriat rejimi ilan eden el-Beşir, 1996 ve 2000 yıllarında yapılan göstermelik seçimlerle kendine seçilmiş payesi biçti. Farklı etnik ve dinsel kimliklere mensup halkların yaşadığı Sudanda, şeriat yönetimi ancak askeri rejimle yaşama geçirilebilirdi.
İhraç edilen yıllık 300 bin varil ham petrol gelirine de el koyan dikta rejimi, bu parayı iç savaş ve silahlanma için kullanıyor. Milyonlarca Sudanlı ise yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Sudanda pek çok ülkede olduğu gibi etnik baskı ile sınıfsal baskı içiçe geçmiştir. Sınıfsal yönün mücadelede öne çıktığı yerde bu içiçelik bir avantaj olurken, tersi durumlarda emperyalistler tarafından halkları birbirine kırdırmanın bir aracına dönüşebiliyor. Sudanda yaşanan olayların böyle bir yönü olduğu görülüyor. Bu da yaşanan dramın içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açıyor.
Sudan halkları içerdeki gerici rejime olduğu kadar emperyalist güçlere karşı da direniş yolunu seçemediği sürece benzer dramlar yaşamaya devam edeceklerdir.
Powellın Ortadoğu gezisi...
Emperyalist işgal Irakı tam bir kaos ortamına sürükledi. Hergün onlarca Iraklı hayatını kaybederken, ülke adeta bir ölüm tarlasına döndü. Bu tabloyu yaratanlar da elbette paylarına düşeni alıyorlar. Günde birkaç işgalci askerin tabutu Amerikaya yollanıyor. Tüm yanlış hesapların Bağdattan dönmesi üzerine ABD, yıllardır aşağıladığı Müslümanlardan medet ummaya başladı. Bu çerçevede bölgeyi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Suudi Arabistan ve Kuveytteki görüşmelerinin ardından Bağdata gitti.
Arap ve Müslüman ülkelerin Iraka güç göndermesi konusunu Riyaddaki uşaklarıyla görüşen savaş kundakçısı Powell, Suudi Arabistanın Cidde kentinde Irak başbakanı ajan İyad Allavi ile de biraraya geldi. Irak ziyareti önceden duyurulmayan Powell, Kuveyt temaslarının ardından Bağdata geçti. Powell, 28 Haziranda egemenliğin Iraklılara devredilmesinden sonra ülkeyi ziyaret eden en üst düzey ABDli yetkili oldu.
Direnişin güçlü eylemlerle gündeme damgasını vurduğu günlere denk düşen Powellin Irak ziyareti, işgalci ordulara moral vermek ve Bağdattaki işbirlikçilerin sırtını sıvazlamak içindi. Powell Bağdatta, Irakta karşılaşacakları zorlukları aşmaya kararlı olduklarını iddia etti. Bağdatta devlet başkanı Gazi El Yaver ile biraraya gelen Powell, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, Gelecek haftalarda zorluklarla karşılaşacağız ve bunları aşmaya kararlıyız diye konuştu. Bu sözler direnişin gittikçe güçlendiğinin itirafıdır aynı zamanda.
Irakta bulunduğu sırada uşaklarını öven Powell, Irakta geçici hükümet, demokrasiyi özgürlük ve insan hakları ilkeleri üzerinde kurmaya bağlılığını devam ettirdiği sürece, bu hükümetle çalışmayı sürdürmeye kararlıyız şeklinde konuştu. Kastettiği demokrasi ve özgürlüğün ne olduğunu Ebu Garibden yansıyan fotoğraflarla tüm dünya görmüştü. Irak devlet başkanı El Yaver ile başbakan İyad Allaviye teşekkür eden Powell haydudu, onların gösterdiği cesaret ve kararlılığın etkileyici olduğunu iddia etti.
Irak devlet başkanı sıfatını taşıyan Amerikan uşağı, efendisi tarafından övülünce ayakları yerden kesildi. Efendisinin yanında olmasından güç alarak direnişçilere tehditler savurdu. Powellin basın toplantısında konuşan El Yaver, teröristleri yenmek için zamanın kendileri için işlediğini öne sürdü. El Yaverin Serseriler, düşmanlar, karanlığın ordusu gitgide ümitsizliğe kapılıyor. Bu yüzden saldırıları artırıyorlar sözleri, nasıl bir ihanet çukurunda debelendiklerini anlatıyor.
Colin Powellin günlerce süren bölge gezisi, savaş kundakçılarının Ortadoğuda kan dökmeye hız vereceklerinin göstergesidir. Müslüman askeri birlik oluşturma girişimiyle ise, her iki taraftan ölenlerin bölge insanı olması hedefleniyor. Zira ölenler Amerikalı değilse, basın tekellerinde haber konusu bile olamıyorlar. Bu sayede Amerikalılar kendilerini daha güvende hissederken, Ortadoğuda kan gövdeyi götürmeye devam edecek.
Emperyalist zorbaların bu kirli planları hayata geçebilirse, bölge halklarına ağır bir bedel ödetecek. Zorbaların kanlı planlarını ancak direnen halklar bozabilir. İşgalin kurbanı olarak bedel ödemektense, emperyalist barbarlara karşı direnerek bedel ödemek tek onurlu yoldur. Filistin ve Irak halklarının direnişi ikinci yolun tercih edildiğini gösteriyor. Bu direnişi bölge halklarına maletmek, işgalcileri bölgeden atmanın önemli bir adımı olacaktır.