ABDnin KADEKe yönelik diplomatik-siyasal operasyonunun meyveleri iyice olgunlaştı. Başını Nizamettin Taş, Halil Ataç, Osman Öcalan, Hıdır Yalçın, Kani Yılmaz gibi eski PKK yöneticilerinin çektiği Demokratik Barış İnisiyatifinin 2-5 Ağustosta yaptığı konferanstan parti kurma kararı çıktı. Yayınlanan deklarasyona göre Partiya Welatpareza Demokrat (PWD)- Yurtsever Demokratlar Partisi adını alacak parti, Eylül ayında yapılacak kuruluş toplantısı ile resmileşecek.
Deklarasyonda Irakta yaşananların Kürtlerin önünü açtığı, PWDnin ABDnin müdahalesini ve Ortadoğudaki varlığını desteklediği belirtiliyor. Bildiride Irakta Saddam rejiminin yıkılması ve demokratik yeniden yapılanma sürecinin gelişmesine paralel olarak Kürt sorunu çözüm sürecine girmiştir. Güney Kürdistanda oluşan Kürt Federe Devleti, Kürt Özgürlük Hareketinin ortak bir kazanımı olduğu kadar, genelde Kürt sorununun çözümüne güç veren bir destek, dayanak ve moral kaynağıdır. PKK önderlikli Kürt özgürlük hareketi diriliş dönemindeki tarihi rolünü çözüm ve demokratikleşme sürecine taşımayı başaramamıştır deniliyor.
Ortadoğuya yönelik yeni emperyalist saldırıyı emperyalistlerin söylemini kullanarak terörizmle savaş olarak niteleyen bildiri, bu çerçevede emperyalist ABD müdahalesini şu açık sözlerle destekliyor: Terörizmin karşısında durmak insani bir yaklaşımdır. Bölgedeki statükoyu dağıtmayı hedefleyen ABD müdahalesi demokratikleşmeye imkan sunduğu ve Kürt sorununun çözüm imkanlarını artırdığı için desteklenmelidir.
Kendileri de İmralı çizgisinin meyvesi sayılması gereken PWDliler, Abdullah Öcalan ve Kongra-Gele yönelik olarak ise şu görüşleri dile getiriyorlar: PWD; Abdullah Öcalanın yaşadığı esaret koşullarının aşılmasını ve özgürlüğüne kavuşmasını insani ve ahlaki bir görev olarak kabul eder ve bu temelde çaba içinde olur. İdeolojik düşüncelerine değer verir ancak politikalarını ve kararlarını bağımsız iradesiyle oluşturur ve uygular. Demokratik değişim ve çözüm ihtiyacından kaynaklanan ve inşa sürecini yaşayan PWD (Partiya Welatpareza Demokratik), Kongra-Geli dağıtarak aşmayı değil, Kongra-Gel şahsında Kürt özgürlük hareketinin yaşadığı tıkanmayı aşarak, mücadele değerlerini ve kazanımlarını demokratik çözüm sürecine taşımayı ve geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Türkiyede Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü hedeflediklerini açıklayan Amerikancı yeni grup, Öcalan çizgisine ve PKK geleneklerine karşı tutumun bir parçası olarak, PWDnin üyelerine yaşamsal özgürlükleri için tercih hakkı vereceğini belirtiyor.
ABD, Kuzey Kürdistan için de nihayet Amerikancı bir partiye kavuştu. Bu yeni grup Güney Kürdistandaki iki işbirlikçi Kürt partisinden farklı olarak, baştan sona CİAnın mamülü. Bundan dolayıdır ki Ortadoğu halklarına yönelik emperyalist ABD saldırganlığını ve bu çerçevede Irak işgalini onursuzluk çukurunun en dip noktasında duracak denli açıktan destekliyor. Kısacası PWD herşeyiyle katıksız bir Amerikan partisi. Gerek grubun Kongra-Gel içindeyken yaşadığı süreç, gerek iç sorunlar sonrası A. Öcalanın müdahalesiyle toplanan 2. Kongre sonrasında kaçıp ABD işbirlikçisi Talabaninin himayesine girilmesi, gerekse deklarasyonda dile getirilen çizginin bundan başka bir anlamı yok.
Açık ki CİA, İmralı tasfiyeciliğinin bir zamanların devrimci PKKsinde yarattığı çok boyutlu ideolojik ve moral tahribatı belli bir başarıyla değerlendirdi. Fakat bugün ortaya çıkan sonucun, başta hedeflenen bir sonuç olmadığı da açık. Zira ABDnin niyeti ya da başlangıçtaki planı daha büyüktü. ABD ve CİA, KADEKi ve onun üzerinden Türkiyedeki Kürt hareketini olduğu gibi denetim altına almayı amaçlıyordu. Bir bakıma yeni bir Halkın Mücahitleri örneği yaşanacaktı. CİAnın hedeflerindeki sapmanın nedenleri, TC, Kongra-Gel, Güneyli işbirlikçiler gibi birçok unsurun karmaşık ilişkilerinde bulunabilir.
CİAnın operasyonu Iraka saldırıdan önce başladı. Fakat bu operasyon Türk devletinin umduğu ve söz aldığı gibi KADEK güçlerinin fiziki olarak imhası değil, sistem için tümden bir tehlike olmaktan çıkarılması, yani tümden denetime alınması üzerine kuruluydu. Irakta zafer ilan edilmesi sonrasında CİA ajanlarının KADEK yöneticileri ile görüşmelerinden yansıyanlar, ABDnin niyetlerini çok daha açık hale getirdi. O zamanlar sermaye medyasında CİA-KADEK görüşmeleri üzerinden yaygara koparılırken, devlet ve ordu cephesinden -muhtemelen ABD operasyon konusunda Türk tarafını bilgilendirmiş olacak ki- ufacık bir tepki bile yükselmedi. Hatta emperyalist savaş ve işgale destek, nihayet tezkere onursuzluğu karşılığında kendisine verilen KADEK sorununu çözme sözüne dair, Türk devletinde sesler iyice kısılmıştı. Her ne kadar üzendeki tedirginliği atamasa da Türk tarafı da CİA operasyonundan ne çıkacağını beklemeye başladı.
CİA çalışmalarının izlediği seyir, KADEK, sonrasında Kongra-Gel içindeki iç bölünme, çatlamalar, tartışmalar üzerinden kamuoyuna da yansımaktaydı. İlk dönemler soyadından da kaynaklı olarak belirgin bir ağırlık tutan Osman Öcalan, Amerikancı çözüm söylemlerini giderek arttırdı. Fakat CİAnın amacı, yalnızca Osman Öcalan gibi yöneticileri ABDci çizgiye kazanmak değil, kişiliklerindeki son onur kırıntılarını da yoketmekti. Bunun için bugün Kongra-Gel yöneticileri ve en son A. Öcalan tarafından açık açık dile getirilecek tarzda yeşil tanrıdan tutun da Norveçte mültecilik hakkına kadar, burjuva yaşam özlemlerini kışkırtacak her türlü araç ve kazanma yöntemi kullanıldı.
Elbette bu yöntemler öncelikle kişiliği en zayıf unsurlar üzerinde etkili olacaktı. Osman Öcalan, Halil Ataç, Nizamettin Taş gibi yöneticiler giderek gruplaşmaya ve CİAnın operasyonuna herşeyi ayağa düşürecek kadar yanıt vermeye başladıkları zaman, düşkünleşmenin bu kadarını henüz kaldıramayan ve geleneği temsil ettiklerini düşünen unsurlar harekete geçti. Kızağa alınmalar, soruşturmalar gündeme getirildi. Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu gibi yöneticilerin birer lider edasında, kırıntı düzeyine düşürülmüş olsa da PKK geleneğinin bazı değerlerini öne çıkararak kamuoyuna konuyla ilgili açıklamalarda bulunmaları da aynı döneme denk geliyor.
CİAnın operasyonunun bu sınırlarda kalması ve Abdullah Öcalanın Kongra-Gel üzerindeki etkinliğini aşındıracak bir sürecin önünün açılması tehlikesi Türk devletinin de harekete geçmesine yolaçtı. Uzun bir süre tecride tabi tutulan Öcalanın avukat görüşlerinin, dolayısıyla da sürece müdahalesinin önü açıldı. Gazete sayfalarında A. Öcalanın her iki tarafın aradaki sorunları oturup eleştiri-özeleştiri temelinde çözmeleri, tam da o sıralar hazırlanan son AİHM savunmaları temelinde bütünleşmeleri yönünde kesin talimatları yayınlandı. Yanısıra Öcalan, Osmanları olduğu kadar, kendisini aşan inisiyatifler gösteren taraftakileri de mahkum eden açıklamalar yapmayı ihmal etmedi. Bunun üzerine önce kaçanların da gelip katıldığı, 13 gün sürdüğü belirtilen bir tartışma toantısı yapıldığı ve sorunların giderildiği açıklandı. Ardından yine A. Öcalanın isteği doğrultusunda kongre toplandı ve Öcalanın hakimiyeti iyice pekiştirildi.
CİAnın operasyonunun tüm sonuçlarına varamayacağını anlayan ABDden ise, yine kendisi gibi durumun farkına varan Türk devletinin kendisine vaadedileni (Güneydeki PKK varlığını bitirme) tekrar gündeme getirmesi sözkonusu oldu. Hiç değilse onca çabadan sonra kısmi de olsa bir sonuca varmak için, tehdit yüklü açıklamalar gündeme geldi. Amerikanın etkili ağızlarından gelen bu tehditlerin bazılarında ABDnin her türlü araç ve imkanı kullanarak Kongra-Gele yönelmesi gerektiği belirtiliyordu.
Sonuçta hem zaten yeterince işlenmiş olan Osman Öcalan grubunun iflah olmayacak denli düşkünleşmiş olmaları, hem de ABDnin taktikleri tuttu. İmralıdan gelen tüm müdahalelere rağmen, iyice çürümüş olan kısım kurtarılamadı. Boynuna kadar batağa saplanmış gruptakiler kongreden hemen sonra gidip Talabaniye, aslında ABDye sığındılar. Ağustosun ortasında da parti kuracaklarını açıkladılar.
Kaçan Amerikancıların yankısı Kongra-Gel içinde ve İmralıda hala sürüyor. Ama söylenen, açıklanan herşeyin, aslında İmralı teslimiyetçiliğinin Kürtlere nelere malolabileceğini göstermek dışında pek bir işlevi yok. CİAnın, Talabanilerin, TCnin, Kongra-Gel içinde, hem de en öne çıkarılan yöneticileri üzerinden bu denli bayağı oyunlar oynayabilmesi, İmralı çizgisinin yarattığı tahribat sayesinde mümkün olabilmiştir.
Bunun genel ideolojik zemini İmralı savunmalarıyla bizzat Öcalan tarafından atılmıştı. İmralı savunmalarında emperyalist sistemi demokratik uygarlık olarak kutsayan ideolojik açılımlar, PKKdeki anti-emperyalist tutum ve duyarlılıklara öldürücü darbeler vurdu. Nitekim PKKnin yerini almış bulunan KADEK, Irak müdahalesinin hemen öncesinde Amerikancı çizgiye bir hayli yaklaşmış bulunuyordu. Öylesine ki, bugün PWDlilerin bildirisinde yer alan Amerikancı söylemlerin aşağı yukarı tamamı, o günlerde resmi KADEK bildirileri ve açıklamalarında yer alıyordu. Fakat tutumunu başından itibaren Türk devletinden yana saptamış bulunan Öcalan, Kürt sorunu çerçevesinde ABD ile TC arasında Irak müdahalesine ilişkin sorunlar patlak verdiği andan itibaren, ağırlığını TCden yana koyarak bu hesapsız Amerikancılığı sahte bir anti-emperyalist söylemle zginlemeye çalıştı. Fakat bugünkü PDW olayı gösteriyor ki PKK yöneticilerinin bir kesimi şahsında olan olmuştu artık.
İmralı çizgisi ideolojik açıdan Kürt hareketinin emperyalizm karşısında tümden silahsızlandırılması anlamına geldiği için, bugün kardeş Öcalanın temsil ettiği çıkışı yarın benzer yeni çıkışların izlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Kürt halk kitlelerinde herşeye rağmen özgürlük tutkusunun yaşayabildiği, bunun da tasfiyeci-teslimiyetçi çizgi sahiplerini bir parça basınç altında tuttuğu bugünkü koşullarda, kirli emperyalist oyunlar halkın desteğini almayacak PWD türü kukla oluşumlarla sınırlı kalabilir. Fakat teslimiyetçi çizginin hakimiyeti sürerse, daha beter durumların ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Bu nedenle Kürt işçi ve emekçilerinin İmralı çizgisinin kötürümleştirici etkisinden bir an önce kurtulması hayati önemdedir.